YAZARLAR

Ufak tefek cankurtaranlıklar

İnsan niye sığınmak ister? Güvende hissetmediğinden. Dış dünyayla uyumsuz kaldığından. Kendini unutmama korkusundan. İşte böyle şeyler belirliyor en çok hayatımı. Mevsimsiz bir kovuk arayışı.

İnsan kendini yakalıyor bir noktada tabii… Çaktırmadan, sinsice bütün sosyal medya kullanım şeklimi değiştirmişim birkaç ay içinde. Elimden gelse hepsini kapatasım olduğundan. Twitter'da başta Almanya’dan olmak üzere pek çok yabancı kullanıcıyı izlemeye koyulmuşum; resim, müzik, sinema, Berlin tutkunları, mizah dolu varlıklar. Biri diğerini çağırmış olmalı. Instagram desen yine Shelrock, Benedict Cumberbatch, Londra, Berlin hesaplarıyla kaplanmış. Hani sadece ilgi alanı diye açıklamak yetse, bahsini etmeye değmez de ben malımı, yani kendimi bildiğimden bunların hepsinin adı aslında kısaca sığınak.

KOVUK ARAYIŞI 

İnsan niye sığınmak ister? Güvende hissetmediğinden. Dış dünyayla uyumsuz kaldığından. Kendini unutmama korkusundan. İşte böyle şeyler belirliyor en çok hayatımı. Mevsimsiz bir kovuk arayışı.

O hesaplardan birinde sabah çift fotoğraflı bir paylaşım vardı. Direğe bağlı yeşil bir çocuk bisikleti ve o direğin biraz yakın çekim hali. Direğin üzerinde bahsi geçen yeşil bisiklet için “P-only” ibaresiyle özel bir çıkartma hazırlanmış. Paylaşan kişi şöyle diyor: “Oğlum geçen sene neredeyse her gün bisikletini bu elektrik direğine bağladı. Sabah, bu çıkartma belirdi ve hakikaten neşeye boğdu bizdi. İnsanlar nasıl da muhteşem olabiliyor. Her kim yaptıysa, çok teşekkür ederiz.”

Tanımadığım bir insanın bu küçücük paylaşımından güç buldum bugün. Benim gibi binlerce insan da. Düşünün, biri sizin bisikleti hep oraya bıraktığınızı görmüş, fark etmiş daha doğrusu ve size bir güzellik tasarlamış. Esprili ve sevgi dolu. Öylesine. Sevinesiniz ve gülesiniz diye.

SEBEPSİZ İYİLİK 

Sebepsiz iyilik artık neredeyse şüphe uyandıran bir haslet. Bir çıkarın yoksa, niye kılını kıpırdatasın. Selamın bile hesapla verildiği bir çağda birinin bir başkası için koşulsuz, karşılıksız bir şey yapması mucizenin tanımına denk geliyor. Tuhaf ve acıklı ama böyle bu.

Ben de o insanlardanım. Sebepsiz iyilik, karşılıksız sevgi tayfasından. Sadece artık hayatta kalmak adına daha kamuflajlı hareket ediyorum. Daha kabuklu. Coğrafyam ve ona bağlı kaderim mecbur kıldı. Bazen daha azının yeterden fazla olduğunu hissettirirler. Tuhaf ve acıklı ama böyle bu.

GEÇMİŞ SOLMASIN DİYE 

Sonra Almanya’dan bir paylaşım gördüm. Malum, Chemnitz’de bir Alman’ın iki mülteci tarafından bıçaklanarak öldürülmesini mülteci ve yabancı karşıtı aşırı sağcı siyasete malzeme kılan Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ve bu konuda gereken duruşu almayan Anayasayı Koruma Teşkilâtı ve Federal İçişler Bakanlığı üzerinden büyük bir tartışma yürüyor. KeinVerblassen (SoldurmakYok) etiketiyle başlayan ve ülkenin Nazi geçmişini, yaşatılan faşist zulmü, ödenen bedelleri anımsatan hareket ülke genelinde Yahudi vatandaşların toplatılıp çalışma kamplarına gönderildikleri sokakların, bir zamanlar evleri, yurtları olan meskenlerin önündeki kaldırımlara çakılı pirinç levhaları parlatıyor. Bu eylemle birlikte devletleri tarafından ırkçı saikle bir günden ötekine yok edilmesi mübah ilan edilen insanların hikâyeleri yeniden gündeme geliyor.

Neyi unutmadığın ve bu uğurda ne yaptığın kıymetlidir. Sistematik kötülük ve faşizm bir kez daha popülist söylemlerle, yeni kılık ve gerekçelerle dünya çapında kol gezerken o küçücük adım çok şey ifade eder. Ben bunlara ufak tefek cankurtaranlıklar diyorum. Ancak çimdiğim için sahilde cankurtarana ihtiyacım olmadı. Genelde bazı dizilerin parlak, yapılı figürleri olarak kaldılar benim için. Ama günlük hayatta cankurtaranlara çok ihtiyaç var. İşte bunu tam iliğimde hissediyorum.

Susmak da cankurtaranlıktır yeri geldiğinde bilir misiniz? Zehirli atıklarını saçmamak, canına kıymış bir babayı, oğluna vicdan yükü olacak şekilde sorgulamamak. İntihar bir başına koca bir sözdür; onunla ne yaptığınıza bakarsınız ama intihar edeni yargılamak azıcık edep sahibiyseniz aklınıza gelmez. Diliniz varmaz. Bir susarsınız.

Ya da her an patlamaya hazır bomba gibi olan tribünleri ucuz, hamasi söylemlerle fitillemeye kalkmazsınız mesela. Kıraathane ağzı koca cümlelerinize azıcık çeki düzen verirsiniz. O ki size maalesef söz hakkı verilmiş bu zamanda; biraz sorumluluk hissedersiniz.

Ufak tefek cankurtaranlıklardan medet uman bir insanın naif cümleleri işte. Tedavülden kalkmış bir paranın eski zaman vakarı. Yine de birilerine iyi geliyorsa ne mutlu. Yine de birilerine anlamlı.

Bu umut da olmasa yaşanmıyor.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.