YAZARLAR

Altın gümüş pırlanta

İlk harçlığımı aldığımda anneannemin bana verdiği eski bir cüzdana koymuştum parayı. Kumbara zamanı çocuğuydum ama bir delikten kaybolan para pek de sevimli gelmiyordu. Arada açıp bakabilmeyi sevdiğimden cüzdan tatlı bir seçenekti. Hayat değiş tokuşlu gittiğinden ve ne alınır, niye bu kağıt parçası bir şeylere dönüşme gücüne sahiptir pek bilemediğimden o minik kâğıtlar cüzdanın içinde kendince birikirdi.

Yerinden bile kıpırdamadan para cinsinden değer kaybetmek tuhaf his. Biraz sen hiçbir şey yapmadığın halde sevdiğinin o eski özen, sevgi ve saygıyı göstermemesine benziyor. Öyle pat diye kalakalmaya. Kendine aynadan dalgın dalgın bakmaya.

Değerin para cinsinden ölçülmesi ise zaten başlı başına tuhaf bir his. Bu cümle aslında bir uyarı fişeği sayılmalı. Ne diyor bu salak diyenler için burası durma vakti. Malûm zaman hepimiz için kıymetli. Değer ve parayla derdi olanlar bir şans verip devam edebilir.

Çocukluğumdan beri değiş tokuşa dayalı bir dünyayı sevdim ben. Bilye, toka, çıkartma alışverişi yapardık aramızda. Ya da beslenme çantalarına bakar, yiyecekleri takas ederdik. Bazen takas tek başına vermek ya da sadece almaktı. Çok güzeldi hissi.

PARAYI 'TÜMLEMEK' NE DEMEK?

İlk harçlığımı aldığımda anneannemin bana verdiği eski bir cüzdana koymuştum parayı. Kumbara zamanı çocuğuydum ama bir delikten kaybolan para pek de sevimli gelmiyordu. Arada açıp bakabilmeyi sevdiğimden cüzdan tatlı bir seçenekti. Hayat değiş tokuşlu gittiğinden ve ne alınır, niye bu kağıt parçası bir şeylere dönüşme gücüne sahiptir pek bilemediğimden o minik kâğıtlar cüzdanın içinde kendince birikirdi. Sonra ev içinde birilerinin bozuk paraya ihtiyacı olur, ben de büyük bir havayla cüzdanımı açar, ‘borç’ verirdim. Büyükler “Parayı bütünledik” deyip on tane beşliğime tek bir ellilik kâğıtla döndüğündeyse çok sinirlenir, ödemenin bu türünü kabul etmezdim. Destemi saymak pek keyifliydi, tek başına daha büyükçe bir kâğıt parçası renginden tipine sevimsiz görünüyordu gözüme.

Kenara para koymayı unutalı, unutmak zorunda kalalı ne kadar zaman oldu, onu bile hatırlamıyorum. Öyle atla deve değil elbet, iki kuruş işte. Ama dar bir zamanda, beklenmedik bir ihtiyaçta ya da minicik bir şımarıklık hakkında kullanılmak üzere öyle birazcık paran olması güzeldi. Şimdilerde bir ATM’den diğerine akıp giden rakamlardan ve bir yetmeme hissinden ibaret para dediğin.

BİR KARTON KUTUDAKİ HAYAT

Bir senesi yarı yıl tatilinde çok kar yağmış, bir ay kadar okula gidememiştik. Elime yurtdışından bir akrabanın yolladığı çikolata geçmişti. Çikolata başlı başına bir mutluluktu da, esas karton kutusu harikaydı. Hareketli figürlerle Kırmızı Başlıklı Kız masalı vardı karton kutuda. İşte o kutuyla ben haftalarca oyalanabilmiştim. Sağdan soldan gelen peçeteleri, mektupların üzerindeki pulları biriktirir, renkli dergilerin fotoğraflarından kendime kolajlar yapardım. Hediyenin tuhaftır ama sahiden de büyüğü küçüğü yoktu. Doğum günlerinde, yılbaşlarında kitap, ansiklopedi hediye edilir ve pek sevinilirdi. Hâlâ de birileri beklenmedik bir güzellik yaratırsa, çocuk gibi sevinirim. O günlerden kalma bir alışkanlık işte.

Üzerime doğru yürüdüğünde kendisinden pek korktuğum merdaneli çamaşır makinesinin sessiz zamanlarını fırsat bilip hortumundan mikrofon, annemin sabahlığından da sahne kıyafeti yapar avazım çıktığı kadar Sezen Aksu’nun ‘Olmaz Olsun’unu haykırırdım:

Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar

Kalbimde sevgin oldukça

Zenginlik, mal, mülk, para neye yarar

Yanımda sen olmayınca

Bazen neşe, bazen keder

Hayat böyle geçip gider

Tatlı günler, acı günler

Bir yastıkta hep beraber

Altın, gümüş, pırlanta

Zümrüt, sedef, yakutla

Kim mutlu olmuş dünyada

Bir tek içten gülüş

Bir tatlı söz, bir öpüş

Sevdalı bir tek bakış yeter bana

Faşizmin taşları döşenirken sıklıkla bahane kılınan ekonomik kriz zamanları, baskı ve hoyratlığın gündelik hayat pratikleri içinde de hüküm sürmeye başladığı dönemler olur. Herkesin birbirinin kafasına basmayı hak gördüğü, zaten ülkede iyice enayiliğin tarifine dönüşen çalışkanlık, güvenilirlik, sorumluluk, dürüstlük gibi hallerin topluca rafa kalktığı günlerde böyle ilgisiz gibi görünen çocukluk ayrıntılarının beynime üşüşmesi rastlantı değil elbet. Başta kanser ilaçları olmak üzere döviz kuruna endeksli pek çok tıbbi malzemenin alımının durdurulduğunu okuyalı beri, birbiri için yurtdışındaki eş dost ağını hareketlendirecek insanların hayalini kuruyorum örneğin. Onur gözeten dayanışmanın, alternatif hayat imkânlarının. Pul gibi hissetmeyi hele de değerini para biriminden ölçmeyi engelleyecek bir hayat ihtimalinin. Üretmenin mutluluğunu bilen komünleri, bilgiyi iktidar kılmayan çevreleri, her haliyle paylaşmayı, üleşmeyi az içinde çoğalmayı özlüyorum. Romantik değil hayati bir duygu olarak.

Hâlâ o küçük kızla yaşıyorum içimde. Bana böyle zamanlarda iyi gelen o sıcacık varlıkla. Başka da nasıl hayatta kalınır, inanın bilmiyorum.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.