YAZARLAR

5 maddede ‘benim dolma kalemlerim’

Bugün bile, çantanın ön gözünde yeni bir kalem varsa ve bu bir dolma kalemse, asla eve kadar bekleyemem. Bir an unutursam yeni kalemi, içimdeki sevincin ne olduğunu çözmeye çalışırım. “Ben şu an bir şeye seviniyorum ama o ne?” diye düşüne düşüne, çok da zorlanmadan kalemi hatırlarım.

1- İlk dolma kalemimi hatırlamıyorum. Ama ilk dolma kalemlerim çok iyi hatırımda.

Ebeveyniniz öğretmense ve küçük bir ilçede yaşıyorsanız, 24 Kasım sizin için şenlik günüdür. Sonunda acı yel kalanlardan değil üstelik, apaçık şenlik. Onat Kutlar’ın Sinema Bir Şenliktir dediğindeki kadar şenlik.

İlkokulu şükür ki babamın öğretmenlik yaptığı okulda okumadım. Babamın okulu o yıllarda hep “kolej” gibi gelirdi bana. İlk iki seneyi orada okuduktan sonra, o zamanlar upuzun gibi görünen yolun sonundaki okula geçtim. Birinin adı 23 Nisan’dı, ötekinin Cumhuriyet. Cumhuriyet’in kendine has bir tekinsizliği vardı. Taşrada (bu kelimeyi kullanırken bile insan tedirgin oluyor ama olsun) coğrafi mecburiyetler ve büyük binalar (ki ekseriyeti kamu binasıdır), kendiliğinden sınır olur. Tren garı, nehir, dağ, kaymakamlık... Bizim için de sanırım çaydı sınır. Sonradan kuruyacak “Gola Reqqo” yani – bol kurbağalı olduğundan, kendi sevimli sesi sevimsiz o hayvanın adı çayın da adı olmuştu ama biz kendisini “göl” diye çağırmaya devam ediyorduk.

İlk dolma kalemim, o günlerden. Doksanlar dedikleri zamanlar. Doksanların başları. Bir değil, birden fazla dolma kalem üstelik.

2- 24 Kasım akşamı hiç ilgimi çekmeyen kimi hediyeleri vardı babamın. Talebeleri, ebeveynlerinin gelir durumuna, estetik beğenisine yahut yaşlarının el verdiği ölçüde kendi istekleriyle kimi hediyeler almışlardı öğretmenlerine. Hiç ilgimi çekmeyenlerin başında kravat geliyordu. Yüzlerine bile bakmadım. O zamanlar mendil vardı, o da ilgimi çekmiyordu. Önlüğün sol üst cebinde mecburen taşıdığımız beyaz mendil benim için aksesuar kıymeti bile taşımıyordu. Birkaç çorap kalmış aklımda, sanırım biri altın gibi bir şey, ziynet kıymeti taşıyan bir şey getirmiş, babam onu geri göndermiş. Esas, köşede ceylan gibi yatan dolma kalemler. Ya dört, ya beş adet olmalı. Henüz tüplü mürekkep bizim oralara kadar gelmemiş. Hepsi mürekkep hazneli, çekmeli aksama sahip, siyah gövdeli dört beş kalem. İlk aldığımın içinde mürekkep bile var üstelik. Müsvedde bulmaya koşuyorum ve arkasına hemen imza atıyorum. Siyah yazıyor. Delirtici bir mutluluk.

3- Ankara’da yüksek lisans tahsil ettiğim yıllar, artık iyiden iyiye dolma kalem muhibbi olmuşum; velakin cep delik, cepken delik. Dolma kalem peşinde koşturmak, sahaffiye kitap peşinde koşturmaktan daha pahalı. Zaman lazım, takat lazım, en önemlisi de para lazım. İtfaiye Meydanı’ndan bahsediyorlar. Elden düşme güzel kalem bulabileceğim ihtimali ortaya çıkıyor. Uzun süre erteliyorum. O yıllarda gözüme kestirdiğim, gördüğüm iç geçirerek baktığım yeşil gövdeli, tok, şeklen de yazım ergonomisi olarak da müthiş bulduğum bir kalem var. Ama sıfırını almamın imkânı yok. İkinci elinin de temizini bulmak, samanlıkta iğne aramak mesaisi. İtfaiye Meydanı’nda araya taraya buluyorum aradığım kalemi. Auster’ın Cebidelik’ini de okumuşum, yazar pozları, kalemi alıp güneşe tutmalar gırla. Tezgâhtaki dayı alıcı olmadığımı çoktan anlamış da, durumu bozmuyor. Her şey tamam, kafamda kalemin ilk kullanıcısını da Bilge Karasu yapmışım çoktan. Nereden duyduysam, dolma kalem sevdiğini duymuşum ya da o an öyle düşünmek hoşuma gidiyor. İş fiyat sormaya geldiğinde yaya kalıyorum. Kalemle vedalaşıyoruz, plastik gövdeli, “kırtasiye kalemi” tabir edilenlerden bir tanesine mecburen gönül indiriyorum ve gene de sevinerek Mahmut Esat Bozkurt caddesine doğru yürüyorum. Her yanından zalim Ankara rüzgârını alan evimizi halen çok seviyorum.

4- Artık maaşım var, ikinci kitabım çıkmış, vapurdan inip banliyö trenine biniyorum, eve yürürken manava, turşucuya, bakkala selam veriyorum. Kitap elime değsin, kendime bir dolma kalem hediye edeyim diye düşünmüşüm hep. Kenara para da ayırmışım, Kadıköy’deki Güven Sanat’a gideceğim, korkmadan içerideki teşhir camekânından “Şu siyah, tok gövdeli olanını istiyorum,” diyeceğim. Ucunun sıkleti, tüplü mürekkebi, siyahlığı, ergonomisi her şey yerli yerinde. Müthiş mutluyum. “Hediye paketi yapalım mı?” diyorlar, bir an tereddüt ediyorum, aslında paketleseler, gidip evde açsam, sevdiğim şamua 70 gram kâğıtlı deftere yazsam ilk, diye düşünüyorsam da dayanamıyorum. Heyecanı ertelemek güç; bir an evvel kullanmalıyım. Yanımda kareli beyaz kâğıtlı telli defterim var. Şans getirdiğini düşünüyorum o günlerde, lisansın son senesinden beri ara ara taşıyorum yanımda. Kasanın hemen kenarına çöküyorum, bıyık altından gülerek bakıyorlar, kullanıyorum hemen. Müthiş. Bu müthiş bir haz. Nasıl güzel mürekkep yarabbim.

5- Kara Kitap’ın Celal Salik’i yeşil mürekkep kullanır hep. Bir dönem ona özenip yeşil mürekkep alıyorum. Hâlâ çok istediğim kimi kalemlere sahip değilim ama nefsimi köreltecek kadar, ay başlarında hepsini önüme dizip içlerini sakin sakin temizleyip hepsine ayrı ayrı sevgi sözleri edecek kadar dolma kalemim var artık. Sarı gövdeli, daha önce mavi mürekkeple kullandığım bir dolma kalemim var. Ona yeşil tüp takma gafletinde bulunuyorum. Hem yeşil rezil oluyor, hem kalemin kendisi. Uzun süre küsüyorum kaleme, suç benim değilmiş gibi. Aradan epey zaman geçtikten sonra, iyice temizliyorum kalemi. Bu defa mor mürekkep takıyorum, bir kırtasiye alışverişi esnasında oburluk edip bir de mor tüp almışım. İlk mavi, sonraki yeşil ve şimdiki mor o kadar tatlı bir rayihayla birleşmişler ki, kalemin kâğıtta bıraktığı kahverengiye aşk duyuyorum. Çok uzun zaman günlüğü o kalemle tutuyorum. O kahverengiyi bir daha asla bulamıyorum ama oburluk etmiyor, yeni maceralara girişmiyorum. O güzel kahverengiyle yazdığım sayfalara ara ara bakıp, bununla iktifa ediyorum.

Bugün bile, çantanın ön gözünde yeni bir kalem varsa ve bu bir dolma kalemse, asla eve kadar bekleyemem. Bir an unutursam yeni kalemi, içimdeki sevincin ne olduğunu çözmeye çalışırım. “Ben şu an bir şeye seviniyorum ama o ne?” diye düşüne düşüne, çok da zorlanmadan kalemi hatırlarım. Kalemler, çok yaşasın. Çok yaşasın kalemler. Ama dolma kalemler, biraz daha çok.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.