
Trump, Neoconlar'ın yükselişi ve küresel gerilime doğru

John Bolton, Donald Trumo, Mike Pompeo (soldan sağa)
ABD, İngiltere ve Fransa üçlüsünün Suriye’ye yönelik askeri operasyonuna iki uç bakış açısıyla yaklaşıldı. Medya ilgisini artırmak açısından her ikisi de cazip olan bu yaklaşımlardan ilki Trump’ın tweetlerindeki ciddiyetsizliğe ve seviyesizliğe odaklanırken, diğer bir bakış ise olayı bir dünya savaşı korkusuyla sundu. Yaşanan gelişmenin Suriye’deki kimyasal silah konusunun çok ötesinde bir anlamı olduğunu, içinden geçtiğimiz sürece dair önemli bir aşamayı temsil ettiğini belirtmek ve analizi bunun üzerine oturtmak gerekiyor. Bu yazıda Suriye’ye yönelik harekatın, geçtiğimiz ay yaşanan eski Rus ajanın İngiltere’de kimyasal maddeyle zehirlendiği iddiası ve bunun üzerine Rusya’ya yönelik olarak alınan sert diplomatik önlemlerle birlikte düşünülmesi gerektiğini savunacağım. Söz konusu gelişmelerin Trump’ın seçim kampanyası söyleminden nasıl farklılaştığını ve bu söylem ve eylem dönüşümünün ekibindeki değişimle nasıl paralellik taşıdığını göstermeye çalışacağım.
TRUMP VE AMERİKAN SAĞINDA ÇATLAK
Cumhuriyetçi Parti’den aday olan Trump, Amerikan siyasetinde pek de etkili olamamış “Önce Amerika” akımının temsilcisi olarak kampanya yürüttü ve seçildi. Başkanlığı sırasında da, attığı tweetlerde ve söyleminde NATO’ya mesafe, dünya sorunlarıyla fazla ilgilenmeme, Ortadoğu için gereksiz maliyete katlanmama (yedi trilyonu boşa harcadık!) Afganistan’dan çekilme gibi daha içe dönük bir stratejiyi savunmaya çalıştı. Trump ayrıca lider olarak beğendiği Putin ile uzlaşmayı öngörüyordu.
1970’lerden beri Cumhuriyetçi Parti içinde güçlenen ve özellikle Reagan, Bush ve W. Bush yönetimlerinde yer alan Neocon’lar ise, Amerikan hegemonyasının zor ayağını temsil ediyorlar ve bunun içine İsrail’e kayıtsız destek sağlama gibi kendi gündemlerini yerleştiriyorlardı. Neoconlar ABD’nin küresel ölçekte sertlik yanlısı yüzünü temsil ederlerken, bunun uzantısı olarak gerektiğinde tek yanlı (unilateral) müdaheleciliği ve işgali savunuyorlardı. Afganistan ve Irak işgalleri bu grubun girişimiyle gerçekleşmişti.
Trump’ın ABD hegemonyasının müdahale ayağını geri çekmesi daha kampanya sırasında Neoconları rahatsız etti ve çoğu Bush döneminde görev yapmış ya da öne çıkmış olan Eliot Cohen ve Robert Kagan gibi Neocon’lar Trump’ın adaylığına karşı çıkan 100 kadar Cumhuriyetçiye katılarak onun uygun bir aday olmadığını ilan ettiler. Hatta, önde gelen Neocon tarihçi Max Boot Commentary dergisinin Mart 2017 sayısında Trump’ın bir “ulusal güvenlik sorunu” olduğunu söylemişti.
TRUMP’IN DÖNÜŞÜMÜ
Amerikan sistemi içindeki gerilim ilginç bir şekilde Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında değil, müdahaleci ve yayılmacı Neocon’lar ile Trump’ın temsil ettiği içe kapanmacı “Önce Amerika” sloganını savunan grup arasında yaşandı ve pek uzun sürmedi. Amerikan siyasetine ve bürokrasisine nüfuz etme imkan ve araçları bulunmayan Trump, Neocon’lardan gelen baskıya çok fazla dayanamadı. Öyle görünüyor ki Trump üç konuda sıkıştırıldı. İlki, damadı Kushner ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn aracılığıyla Ruslarla temas kurmak ve bunu bildirmemek, ki bu konudaki baskıyı hafifletebilmek için Flynn’i feda etmesi gerekti. İkincisi, konumunu kullanarak kişisel kazanç elde etmek ve üçüncüsü ise ilişkide olduğu bir kadını para ve tehdit yoluyla susturmaya çalışmak. En son avukatının ofisine yapılan baskın ve burada söz konusu suçlamayla ilgili belgelere FBI tarafından el konması Trump üzerindeki baskının boyutunu gösteriyor.
Trump göreve başladıktan bu yana kendi ekibinden ve o sırada göreve devam edenlerden 25’i ya görevden alındı ya da istifa etti. Bu Amerikan tarihindeki en yüksek sayı. Bunlar içinde Önce Amerika fikrinin savunucuları ve Trump’ın akıl hocası Steve Bannon, Stephen Miller ve Sebastian Gorka (Breitbart takımı) gibi isimler dikkat çekerken, başta Flynn ve McMaster olmak üzere iki ulusal güvenlik danışmanı, onun iki yardımcısı, bir dışişleri bakanı, Beyaz Saray özel kalemi, sözcüsü gibi önemli pozisyondaki isimler vardı. Bunların yerine genel olarak John Bolton ve Mike Pompeo gibi Bush yönetiminde de görev almış Neocon ve onlara yakın isimler getirildi. ABD’nin Irak işgalinin baş savunucularından olan ve o dönemde BM temsilciliğini yürüten Bolton özellikle dikkat çekici. Geçmişte Irak işgaline karşı çıkmış olan ve müdahalecilikten kaçınacağını söyleyen Trump savunduğu pozisyondan o kadar geri çekildi ki Ulusal Güvenlik Danışmanlığı gibi çok kritik bir göreve, İran ve K. Kore’ye önleyici saldırı yapılmasını savunan ve bu yönüyle bazı Neoconların bile fazla aşırı müdahaleci buldukları Bolton’u getirmek zorunda kaldı.
Eğer Trump kendi ekibiyle devam edebilseydi, Amerikan siyasal sisteminde Neocon’lar Nixon’dan bu yana ilk defa Cumhuriyetçi bir yönetimde bulunamayacaklardı. Ama sakin ve ısrarlı bir çabayla bu ihtimali önleyebildiler, ipleri ellerine aldılar ve dış politikayı dönüştürmeye başladılar.
SURİYE’Yİ VURMANIN ANLAMI
Neocon’lar 1980’lerden beri ABD’nin küresel üstünlüğünün askeri araçlarla sağlanması gerektiğini savunuyorlar. Demokrat çizgide görülen ve insani boyutun öne çıkarıldığı liberal müdahalecilikten farklı olarak, gücü yettiğine doğrudan işgal, yetmediğine de sertlik yanlısı bir politikayı savunan isim ve kuruluşlardan oluşuyorlar. Arkalarında ise özellikle American Enterprice Institute ve son dönemde daha etkili hale gelen Foundation for the Defence of Democracy gibi düşünce kuruluşlarını fonlayan askeri-endüstriyel kompleks bulunuyor.
Çin’in iktisaden yükseldiği, Rusya’nın Doğu Avrupa, Karadeniz, Kafkasya ve Akdeniz’de nüfuz alanları elde ettiği, İran’ın ise Ortadoğu’da etki alanını genişlettiği bir tarihsel dönemeçte Neocon’lar Trump’ı çevreleyerek ve baskı altına alarak, Amerikan hegemonyasını diplomatik izolasyon, yaptırım, toplumsal hareketler ve askeri güç gibi zor araçlarıyla güçlendirme misyonunu üstlendiler. Neocon’lar zaten Obama döneminde, ABD’nin dünyadaki etkisini yitirmeye başladığını, İran ve Rusya’ya gereğinden fazla ödün verildiğini savunuyorlardı. Trump’ın buna çare olarak önerdiği politika ise içe kapanarak ABD’nin gücünü artırmaktı. Neocon’ların tercihi ise tersine daha fazla müdahele ve askeri araçları kullanmaktı. Bu noktada, kendi denetimindeki bir Trump yönetimi Neocon’lar için çok elverişli oldu. Böylece Neocon’lar Kudüs’ün başkent kabul edilmesi gibi bir politika değişikliğini kabul ettirerek kendi gündemlerini uygularken, Amerikan sistemine de İran, Rusya ve Çin’e karşı sertleşerek, ABD hegemonyasını güçlendirme stratejisini sundular. Böyle bir siyasal dönüşümün başlangıç noktası olarak ise Suriye’den daha iyi bir yer bulunamazdı. Suriye uzun süredir ABD hegemonyasını zayıflığını temsil etmeye başlamış, bir yanda Esad, öte yanda Hizbullah ve İran ile Rusya’nın “karşı hegemonik” koalisyonun operasyonel merkezi olarak anılır olmuştu.
YENİ BİR ÇOK TARAFLILIK
2003’te Neocon’lar Irak’a saldırırken, İngiltere ABD’nin yanında yer aldı ama eski Doğu Bloku ülkeleri dışında Avrupalı müttefikleri işgale destek vermediler. Şu anda Suriye, İran ve Rusya üçlüsüne karşı ABD İngiltere, Fransa, Almanya gibi müttefiklerini mobilize edebilmiş, gönüllü bir çok taraflılık yaratabilmiş durumda. 1991’deki Körfez Savaşı’ndan bu yana ABD ilk kez İngiltere ve Fransa ile birlikte ortak bir askeri harekat düzenledi, Almanya ise hava operasyonuna katılmasa da bir savaş gemisini Amerika’nın Akdeniz filosuna dahil etti. Bundan sonraki süreçte artık mücadele ABD ile Rusya arasında değil, ABD öncülüğündeki Batı ile Rusya arasında olacak. Gerek ajan krizi, gerekse Suriye’nin vurulması Batı bloğunun içini yeniden düzenledi ve safları belirlemeye yaradı.
ABD Batı’da İngiltere, Fransa, Almanya, Ortadoğu’da ise Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve İsrail bloğunu kurarak yeni bir çok taraflılık stratejisini uygulamaya koydu ve bundan sonra gelecek muhtemel yeni hamlelerle İran ve Rusya’nın bölgedeki etkisini geriletmeye yönelecek. Yaptırım gibi önlemleri de içeren bu strateji yalnızca Ortadoğu’yla sınırlı kalmayacak. Halihazırda Ukrayna’ya silah satışının başladı, ABD İran ile Rusya bir “Kafkasya seddi” çekmeye başladı, bu amaçla Gürcistan ve Ermenistan ile askeri bağlar güçlendirilmeye başlandı. Bundan sonra Doğu Avrupa, Kafkasya ve Ortadoğu/Akdeniz’de Rusya’nın çevrelenmesi siyaseti ağırlık kazanacak.
Şu anda bir dünya savaşının yolda olduğu gibi korku salan aceleci bir yoruma gerek yok. Ama atılan füzelerin fazla kayba yol açmamasına bakarak yaşadığımız süreci basit bir tiyatro olarak değerlendirmek çok eksik kalır. Suriye’nin Batılı üçlü tarafından bombalanması, sahadaki dengeleri değiştirmeye yönelik bir girişim değildi, öyle olsaydı farklı hedefler seçilirdi. Burada amaç ABD’nin yanına müttefiklerini alarak ve istediği an bahane üreterek kuvvet kullanabileceğini göstermesiydi. Bu yüzden son askeri operasyon, küresel sistemin gidişatında yeni bir eşik olma niteliği taşıyor. Şu anda ABD de Rusya ile sıcak bir çatışma istemiyor ama Rusya Çin ve İran ile arasına mesafe koyma, Suriye’de 2011 öncesine dönme, Akdeniz’de fazla faal olmama gibi konularda geri çekilmezse küresel gerilim daha da artacak. Bu noktada Neocon’ların kontrolü ele almaları bütün bunların nedeni olmaktan çok bir gösterge olarak dikkat çekici ve önem taşıyor.
1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Hizbullah Venezuela’da!
Trump, John Bolton’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olmasından sonra anlaşmadan çekilerek daha sert bir politikaya geçti. Trump’ın hukuk danışmanı Guiliani rejim karşıtı Halkın Mücahidi örgütünün temsilcileriyle görüştü ve Pompeo Şubat başında İran’ın desteklediği Hizbullah’ın Venezuela’da hücreleri bulunduğunu söyleyiverdi. Foreign Policy dergisi Hizbullah’ın Latin Amerika’da ne kadar faal olduğunu ve uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını anlatan bir yazı yayınladı. Bütün bunlar çemberin daralmakta olduğunun işaretleri.
Venezuela tipi anti-emperyalizm mümkün mü?
ABD birçok fazla zayıflığı ve tutarsızlığı olan bir modeli zamana yayarak, başarısızlığını bütün dünyanın gözüne sokarak, kendi halkına tasfiye ettiriyor. Bu noktada sosyalist model denemesinin ABD yaptırımlarına ve dolarla belirlenen petrol fiyatlarına bağlı olması da zaten kendi içinde yeterince ironiyi barındırıyor. Sonuçta, Chavez’in Bolivarcılığı çevre bir ülkenin merkeze bağımlılığını azaltmadığı gibi, kırılganlığını artıran, küçük bir dokunuşla tasfiyeye açık bir modele dönüştürdü ve yalnızca enerji kaynağına dayalı bir anti-emperyalizmin geçersizliğini gösterdi.
ABD'nin Ortadoğu'da bölünme siyaseti
Kimse emperyalizmin asla bölme çabası içinde olamayacağını iddia edemez. ABD Irak işgalinde olduğu gibi açık bir şekilde işgal ediyorsa, bölme de bir siyaset olabilir. Ama Batı’nın belli bir bölgeye yönelik siyasetini yalnızca bölünme endişesi içine hapsetmek, Ortadoğu bölgesinde İsrail karşıtlığıyla birlikte en çok prim yapan, siyasetin çok daha önemli diğer alanlarını gölgeleyen bir söyleme dönüştü.
Trump, derin devlete karşı (mı?)
Amerikan derin devleti üzerine yazanlar ya genelde fantezi kuruyorlar ya da dezenformasyon yapıyorlar. Çünkü bu yapının kendisini çözseniz, aktörlerini doğru tespit etseniz bile siyaset üzerindeki etkisini, nerede kimin hangi çıkarı yansıttığını tam olarak ortaya koyabilmek mümkün değildir.
Küreselleşme krizinin göstergesi olarak Sarı Yelekliler
Modern kapitalizmin ilk ortaya çıktığı kıta olan Avrupa, kapitalizmin krizinin yoğun olarak yaşanacağı bir coğrafya olacak ve öyle görünüyor ki bu kriz(ler) derinleşecek. Ama sorun bunu da aşıyor ve şu anda Avrupa genel olarak birden fazla krizle karşı karşıya.
Ulusalcılar kazanabilir mi?
Kuşkusuz ulusalcılığın toplumsal tabanı liberallerden çok daha geniş ve muhtemelen hala elindeki imkanlar daha fazla. Ama bu yine de Erdoğan ile girdikleri bu ittifak oyununun mutlaka onların lehine sonuçlanacağı anlamına gelmiyor.
Soros out, otoriter liderler in
Erdoğan’ın Soros ile bir derdi yok, öyle olsa 2000’lerin başında görüşüp poz vermezdi. Mesele, Soros bağlantısını vurgulayarak bir yandan küresel sistemdeki dönüşümde nerede durduğunu Trump başta olmak üzere dünyadaki diğer merkezlere gösterirken, öte yandan da toplumsal muhalefeti susturmanın, korkutmanın bedelinin ne olabileceğini hatırlatıyor.
Erdoğan-Trump ittifakı
Erdoğan, nasıl ki 2000’lerde o zaman gündemde olan demokratikleşme dalgasının temsilcisi idiyse ve İslamcıların demokratikleşmesinin modeli rolünü oynadıysa, 2010’larda yükselen popülist sağ dalganın Müslüman ülkelerde seçimle iktidara gelen örneği olarak yerini sağlamlaştırdı. Örneğin, Trump’ın Türkiye’de kendi izdüşümü olan Erdoğan ve AKP yönetimi yerine sosyal demokrat bir iktidarı tercih edeceğini beklemek saflık olur.
Kaşıkçı olayının nedeni petrol ve özelleştirme mi?
Her bir on yıllık dönemde ABD, müttefiklerini enerji, finans ve ticaret üzerinden terbiye etti. Ama hiçbir dönemde müttefikleri üzerindeki baskısı bu kadar yoğun olmadı. Suudiler şu anda kendi paylarına düşeni yaşıyorlar.
Sorun Erdoğan’da mı, CHP’nin muhalefet yapma tarzında mı?
Sorun ana muhalefet partisinin AKP ve Erdoğan’ın daha iktidar olma sürecinden başlayan Amerikancılığını hiçbir zaman ortaya koyamamış olması, bundan ısrarlı bir biçimde kaçınması. Asıl tuhaflık, AKP ve Erdoğan’ın 16 yıllık iktidarı sürecinde Amerikancılığına dair onlarca veri varken, bunlardan birinin bile ana muhalefet partisi tarafından dile getirilmemiş olmasıdır.
Küreselleşme karşıtı Trump ve 'İlkeli Realizm'
Akademik bir yaklaşım olan Realizm bu kez doğrudan bir başkanın ağzından yeni bir ön ek alarak, İlkeli Realizm adıyla yeniden piyasaya sürüldü ve 2017’den bu yana Trump’ın Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretten, en son BM’deki konuşmasına kadar sıkça gündeme getirdiği bir kavram oldu. Açıkça dillendirilmese de bu fikrin sık sık Trump'la bir araya gelen Kissinger’dan çıktığı tahmin ediliyor ve yorumlar bu yönde.
Suriye’de ABD’nin en iyi ortağı Türkiye hep Türkiye oldu
Suriye gibi bir sahada ABD’nin dahil olduğu bir çatışmanın sorunsuz işlemesi beklenemezdi ve ABD’nin, IŞİD’i bahane ederek PYD ile yakınlaşmaya başlaması, iki ülke arasında gerçekten bir ayrışma yaratsa da, işbirliği ve pazarlık devam etti. PYD güçlenince ve batıda kalan Menbiç dahil Fırat’ın doğusuna ABD askeri varlığını yerleştirmeye başlayınca yeni bir pazarlığa geçilmesi gerekli oldu.
ABD küreselleşmeyi bitiriyor mu?
ABD hem yüksek teknoloji içeren alanlardaki üstünlüğü, hem doların hakim konumu hem de genel olarak dış ticaretin ekonomisindeki payının göreli küçük olması gibi avantajlarını kullanarak küreselleşmeyi yavaşlatıyor ve Almanya gibi müttefik ve Çin gibi rakiplerinin ekonomilerini yavaşlatmaya çalışıyor. Bunun ABD için de bir bedeli olacak.
2001 krizinde İslamcılar ne yaptı?
Muhaletefin, Erdoğan iktidarına yönelik olarak, bir zamanlar iktidara gelmek için şimdi direniyormuş gibi göründüğü emperyalizmle işbirliği yapma konusunda hiçbir rahatsızlık hissetmediğini, ülkesini emperyalizmin finansal sömürüsüne sonuna kadar açtığını ortaya koyması gerek. Kendi bölgesinde hegemonya arayışı başarısızlığa uğramış, sebep olduğu diplomatik başarısızlığı anti-emperyalizm olarak sunan ve ne 2001 krizi sırasında ne de sonrasında bir kez olsun o döneme ilişkin herhangi bir uluslararası operasyondan, dış güçlerden bahsetmeden, krizin getirdiği fırsatın üzerine konmuş olanların, şimdi yana yakıla Türkiye’ye operasyon çekildiği ve hep birlikte hareket etme çağrısında bulunmasının bir anlam ve değeri bulunmuyor.
Rehin alma siyasetinin sonu
ABD, Brunson olayı aracılığıyla kendi vatandaşı üzerinden sürekli el arttırmaya dayalı bir pazarlığı kabul etmeyeceğini gösterirken, yaklaşmakta olan İran’a yönelik ağır yaptırımlardan önce zemin yokluyor. Bu durum ileride Türkiye’yi daha da zor durumda bırakacak.
Trump ve küreselleşmede revizyon
Neoliberal küreselleşmenin işleyişinde kapitalizmin kendisine özgü çelişkilerinin giderek ağırlaşması nedeniyle sorunlar yaşanıyor. Bu yüzden ABD yönetimi bir arayış içinde ama Trump ne yaparsa yapsın kapitalizmin sorunlarına çözüm getirme imkanı yok.
ABD ve yükselen sağ siyasetin Türkiye ayağı olarak yeni rejim
Erdoğan’ın adım adım uygulamaya koyduğu bu yeni sağ siyaset Trump’ın ABD’de uyguladığı modelin tipik bir yansıması ve örnekleri de giderek yayılıyor. Bu açıdan Erdoğan’ın son dönemde girdiği seçimleri kazanmasını aynı zamanda bu modelin de bir başarısı olarak görmek gerek.
Menbiç’te zamanlama manidar
Bu uzlaşı hayata geçerse ABD Türkiye ile Suriye’de doğrudan ve açık bir şekilde askeri işbirliğine girmiş olacak. ABD böylece Türkiye’yi Rusya ve İran’la diplomatik işbirliği yapan bir ülke olmaktan, kendisiyle askeri işbirliği yapan bir ülke konumuna getirmiş olacak.
AKP, kriz ve İslamcılığın tükenişi
Bir uluslararası operasyon varsa ve bu ekonomik kriz ile tetiklenmişse, 2001 krizi, yapısal ekonomik sorunların yanında, buna daha uygun bir tablodur çünkü o dönemde DSP’nin bir iktidar partisi olarak 60 civarında milletvekilinin istifa ederek bölünmesi gibi bir gelişme de krize eşlik etmişti. 2001 krizi için uluslararası boyutu görmezden gelen AKP çevresinin, şimdiki TL devalüasyonunu doğrudan üst akıla bağlaması ilginç doğrusu.
Sorun İran’ın ötesinde
ABD’nin hamlesi yalnızca İran’a yönelik değil, İran’da bir rejim değişikliği sağlayarak Rusya ve Çin’in de Ortadoğu’daki ayağını kesme politikası üzerine kurulu. Kısa vadede rejim değişikliği gerçekleşmese bile, Çin yine, 2015 öncesi gibi İran’a yatırım yapıp bazı sektörlerde ABD pazarından vazgeçmek zorunda kalacak.
Putin ve Amerikan hegemonyasını test etmek
Almanya, Fransa ve hatta İngiltere’nin ABD’den uzaklaştığı yönündeki görüşlerin ileri sürüldüğü bir dönemde, ne olduğu tam anlaşılmayan bir olayda 26 ülkenin ortak hareket etmesi, ileride Çin ile yaşanacak bir krizde alınacak pozisyonları belli etti. Putin ise büyük bir olasılıkla Karadeniz, Akdeniz ve Ortadoğu ve Doğu Avrupa gibi bölgesel alanlarda artık gücünün sınırlarına ulaştı, bundan sonra gücünü test ettiği ABD hegemonyasının hamleleriyle uğraşacak.
ABD'nin Ortadoğu stratejisinde PYD ve FKÖ
ABD’nin Ortadoğu’daki iki büyük devletsiz toplumun siyasal hareketleri üzerinde 1980’lerden günümüze uzanan süreçte adım adım kendi nüfuzunu kurduğunu görüyoruz. Barzani ve PYD aracılığıyla Irak ve Suriye üzerinde önemli bir stratejik avantaj elde ederken, Filistin hareketi üzerinde kurduğu nüfuz ile bu hareketin İsrail’e zarar vermesini önleyip ve Rusya ve İran gibi ülkelerin mümkün olduğunca Filistin hareketinden uzak tutulmasını sağlamayı amaçlıyor.
ABD’nin Ortadoğu stratejisinin ilk aşaması
Sıkça söylendiği gibi bu politikanın kaybedeni hiçbir koşulda ABD değil. ABD başarılı olsa da olmasa da son aşamada kaybeden bölge halkları oldu. Reel siyaset açısından bakıldığında ise Ortadoğu’daki bütün çatışma dinamiği dikkat edilirse ABD müttefiklerinde değil, Rusya’ya yakın ve küresel sisteme eklemlenememiş ülkelerde yaşanıyor.
Suriye’nin güneyinde CIA operasyonu
ABD, İsrail’in güvenliği ve İran’ın Akdeniz bağlantısının kesilmesi için Suriye’nin güneyine de askeri olarak yerleşiyor. Bunun için de CIA operasyonundan arta kalanların bir kısmı Ürdün’de, bir kısmı ise güneyde Tanaf şehrinde ABD ve İngiliz özel kuvvetleri tarafından eğitiliyor. Hedef artık Esad rejimi değil, İran ve ona bağlı unsurlar.
ABD Suriye'de kalıcı mı?
Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin denetimindeki bir özerklik ABD’nin burada askeri olarak bulunabilmesi için kaçınılmaz bir gereklilik. ABD böylece Suriye’de kalıcılaşıyor, Türkiye, Ürdün, Irak, İsrail, Lübnan ve askeri üsleri nedeniyle Rusya’ya komşu oluyor, askeri olarak çok stratejik bir konuma yerleşmiş oluyor.
Kürt sorununa çözümü ÖSO’yla aramak
Öyle görünüyor ki, ilk hedef olarak Türkiye Afrin’den İdlib’e bir koridor oluşturmaya çalışacak. Böylece hem Kürt koridorunu daha güçlü bir şekilde kesmiş olacak hem de İdlib’teki birlikle fiziki bağlantı kurulacak. Ama sonuçta Türkiye’nin temel sorunu içeride Kürt sorununu bir türlü çözüme kavuşturamamış olması.
IŞİD bitti, sıra İran’da mı?
ABD, Sünni radikalizmi tasfiye için Şiilerin desteğinden yararlanırken, İran’ı geriletmek için şimdi de Sünni bloku devreye soktu. Irak’ın işgaliyle karşılaştırıldığında çok daha düşük maliyetli olan bu siyasetin başarıya ulaşması için zamana gerek olduğunu ABD’li uzmanlar da biliyorlar. Ama Ortadoğu siyasetinin bundan sonraki ana ekseninin İran’a karşı yürütülen bu geriye sarma politikası ve buna eşlik eden gelişmeler olacağını göreceğiz.
Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi: Çin sorunu ciddileşiyor
Trump yönetiminin strateji belgesi yeni dönemin nasıl olacağına dair işaretleri veriyor. Küresel kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılamayı da önceleyen, müttefiklerinin talep ve beklentilerini gözeten, demokrasi ve insan haklarına göstermelik de olsa değinen bir söylem yerine, büyük güçler arasında en azından gerilimli bir döneme geçildiğini kağıda dökerek ilan ediyor.
Suriye'de ABD-Rusya uzlaşması
ABD-Rusya pazarlığının üç önemli ayağı olduğu anlaşılıyor. Bunlardan birincisi Esad’ın kısa vadede başta kalması. İkincisi, ülkenin kuzeyinde önce fiili, sonradan hukuki statüye kavuşmuş bir Kürt özerk bölgesinin kurulması ve buraya ABD’nin askeri olarak yerleşmesi. Üçüncüsü ise Suriye’nin elinde bulunan kimyasal silah depolarının imhası.
Bölgesel liderlik hevesinden savrulmaya: Dış politika
Çöken yalnızca AKP’nin projesi değil, Batı’nın da AKP’ye yaptığı yatırımdı. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Yeni Osmanlıcılıktan beslenen Ortadoğu’nun lideri olma hayali Libya, Irak, Suriye gibi ülkelerin yıkılmasıyla ve İran’ın etkisinin artmasıyla neredeyse liderlik yapacak bir bölgenin kalmamasıyla sonuçlandı.
Trump'a tutunamamak
Türkiye’deki bazı gözlemcilerle birlikte Erdoğan ve AKP çevreleri, bir yandan ne yaptıklarının farkında olmakla birlikte, Obama gidince ve onun devamcısı olacak H. Clinton seçimi kazanamayınca, yerine gelecek Trump yönetimiyle, bütün geçmişi silerek ilişkilerde yeni bir sayfa açmayı umut ettiler. Ama yanıldılar.
BOP'un haritası var mı?
Türkiye’deki BOP analizinin düz mantığı şöyle işliyor. BOP, ABD’nin Ortadoğu’yu bölme planının adıysa ve Ralph Peters adlı emekli bir Amerikalı Albay da bu projenin haritasını, yani sınırların değiştiğini gösteren bir Ortadoğu haritasını yayınladıysa, bu harita otomatik olarak BOP haritasıydı. Bu haritayı hayata geçirecek olan da, bu durumda tabii ki BOP eşbaşkanları olmalıydı.
Büyük Ortadoğu Projesi uygulamaya mı konuldu?
Eğer ABD’nin Ortadoğu’daki bazı ülkeleri bölme planı varsa, ki olabilir de, onun adı BOP değildi. Böyle bir strateji zaten diğer ülke liderleriyle açık toplantılarda tartışılmaz. Yüz yıl önce bile Sykes-Picot anlaşması gizli saklı imzalanabilmişti. Bu türden siyasetler daha alttan alta yürütülür ve açıkça bir isim vererek uluslararası kamuoyuna duyurulmaz.
Küreselleşme çağında jeopolitik
2000’lerden itibaren küreselleşme devam ederken önce 11 Eylül ve ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, ardından Rusya ve Çin’in farklı nedenlerle güçlenmeye başlamaları hem küreselleşmenin içeriğinde, hem de jeopolitiğin anlamında yeni değişimler yarattı.
Emperyalizm mi, küreselleşme mi?
1990 sonrası küreselleşme öncelikle neoliberal bir içerikle anlam kazanır çünkü dünyanın ticaret, kültür ve savaş gibi unsurlarla birbiriyle bağlantılı olması, bir yerdeki gelişmenin başka coğrafyaları etkilemesi çok eski bir olgudur. Dolayısıyla, neoliberalizm, aslında eski ve mekanik bir olgu olan küreselleşmeye yeni bir içerik katmış, kapitalizmin küresel ölçekte yeniden örgütlenmesinin adı olmuştur.
Asya'nın yükselişi efsanesi
Çin’in küresel kapitalist sisteme kendisine özgü entegrasyonu, Batı sistemi için kurtarıcı olan birçok avantaj sağladı. Öncelikle Batı sermayesi, kapitalizme içkin azalan kar oranları, aşırı birikim gibi sorunları öteleme imkanı buldu... Çin’in Rusya ile yakınlaşması dünya sisteminde yeni bir denge oluşturacağı beklentisini yaratırken, ekonomik ilişkilerin bütün çabalara rağmen çok yetersiz kaldığı görülüyor.
ABD'nin bitmeyen düşüşü
Şu anda Çin ve Rusya dahil aslında hiçbir ülke ABD hegemonyasının çökmesini istemiyor. ABD hegemonyası, yalnızca ABD öyle istediği için değil, dünyanın geri kalanı bundan bir çıkar elde ettiği için devam ediyor.
İnsan haklarına elveda mı?
İnsan hakları konusu küresel olarak gittikçe gerileyen demokratikleşmeyle birlikte sancılı bir dönemece girdi. Demokratikleşmeden geri çekilme ve otoriterliğin yükselişinin bir semptomu olarak içinden geçtiğimiz dönemde insan hakları konusunda da bir zemin kaybı yaşanmaya başlandı.
Amerika’nın Orta Doğu politikası var mı?
ABD 2011’de Asia Pivot adını verdiği bir strateji ile ağırlığını Uzak Doğu’ya kaydıracağını açıklamıştı. Bu stratejiyi ilan eden dönemin Savunma Bakanı Leon Panetta’ya gazeteciler, bu durumda ABD’nin Orta Doğu bölgesinden çekilip çekilmeyeceklerini sorduklarında verdiği cevap manidardı: “Hem yürüyüp hem sakız çiğneyebiliyoruz.”
Körfez'de kriz: Katar yenilirse Türkiye de yenilmiş sayılır mı?
Türkiye geleneksel olarak Ortadoğu’da, özellikle Araplar arası krizlere mesafeli dururdu. Bunu gereksiz bir şekilde Kemalizm'in basiretsizliği, inisiyatif eksikliği ya da Ortadoğu’ya sırtını dönme olarak tanımlamak yerine, belli bir mantığa dayanan bir politika olduğunu tekrar düşünmek gerekiyor. AKP ile bu politika tamamen terk edildiği gibi, dış politikada önce yeni Osmanlıcı ve İslamcı, sonra Sünni eksenli dış politika izlenirken, bu son krizle birlikte Türkiye artık Sünni Araplar arası bir krizin parçası oldu ve açıkça Katar’ın yanında yer aldı.
Trump vs. Merkel ya da kapitalist merkezde çatlak mı?
ABD merkezli küresel sistemin işleyişiyle ilgili çok temel bir mekanizma var. ABD 1945’ten bu yana bu kapitalist sistemin güvenliğini ve korumasını sağlıyor. Karşılığında da müttefiklerinden işbirliği bekliyor. ABD’nin hegemonik pozisyonundan ve işlevinden en çok yararlanan Almanya, Japonya ve G. Kore oldu.
Trump görüşmesinden geriye kalan: İlişkilerde Soğuk Savaş mantığına geri dönüş
Trump’ın görüşme sonrasında yaptığı kısa konuşmada dile getirdiği gibi, ilişkiler Soğuk Savaş dönemindeki gibi çok dar bir alana, güvenlik konusundaki işbirliği konusuna sıkışıp kaldı. Gelinen noktada ABD açısından Türkiye’nin rolü Suriye’de negatif olarak görülürken, geriye halen devam eder gözüken İran konusunda işbirliği ile ileride gündeme gelebilecek olan Rusya’yı çevreleme olasılığı karşısında Türkiye’nin desteğiyle sınırlı kalıyor.
Ilımlı İslamcılıkla milliyetçi otoriterlik arasında siyaset
Otoriterliğin, İslamcılığa tercih edildiği bu küresel bağlamda, AKP siyaseti yeni bir siyasal kabuk değişimi yaşıyor ve neredeyse Soğuk Savaş döneminde denenmiş olan bir milliyetçi çizgiye yerleşiyor. İçte otoriter, dışta ise ABD’yle stratejik alanda işbirliğine dayalı tanıdık ve demokratikleşmeye dair sonuçları açısından olumsuz bir tablo bu.
Bir çare olarak Trump'a tutunmak
Türkiye, Erdoğan ve AKP altında Trump yönetiminin yeni belirlediği Ortadoğu siyasetinde, kendi yarattığı yalıtılmışlık ve yalnızlığı aşmak, buradan iktisadi bazı avantajlar elde etmek amacıyla Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün diğer Körfez ülkeleri ve İsrail ile yakınlığa dayalı İran karşıtı bir eksenin parçası olmayı kabul etti. Çaresizlikten kaynaklanan bu siyaset Türkiye’nin dış politikada yaşadığı sorunlara çözüm getirmeyecek, hatta bazı yeni sorunlar yaratacak.