YAZARLAR

Yeniden sev beni

Yeryüzünde, yabancı bir kadının ellerini, karnını öpmenin onun annelik içgüdülerini uyandırabileceğini öğrenmek zorunda kalmış bir kız çocuğundan daha yalnız bir varlık olabilir mi?

ZEYNEP

Metroda birden belimde bir el hissediyorum. Aklımdan geçen ilk ve irkiltici ihtimal, taciz. Ama bir tuhaflık var bacaklarıma dolanmaya başlayan bedenin ebatlarında. Minicik! Nasıl olduğunu anlamadan karnıma gömülen kirli bal rengi bukle yığını yavaşça hareketleniyor, altından bir çift kara göz çıkıyor. Çocuk gözleri.

Bir kız çocuğu, beş yaşından büyük olamaz. Yuvarlacık lülüş kafası, üstündeki paçavralarla bir distopyadan fırlamışa benziyor. Parlak zeytin gözlerini kısaca gözlerime diktikten sonra yeniden karnıma gömüyor kafasını. Saçlarını okşamam gerektiğini düşünüyorum çünkü bir çocuk sana böyle sarıldığında yapman gereken budur, değil mi? Ellerim nedense düşüncelerime itaat etmiyor. Beni tutan ne?

Ayın en soğuk günlerinden biri. Çeneme kadar giyinik olsam da bu sarılmayla çırılçıplak kalmış gibiyim. Şaşkınlığa eşlik eden belli belirsiz bir utanç, hissettiğim bu. Bir de nasıl kir pas içinde yavrucak! Kendimi gafil avladığımı düşünüp bu saçma titizliğe öfkeleniyorum. Ellerimi kirloş buklelerin arasından geçirirken hafifçe eğiliyorum. “İyi misin tatlım? Kaldırır mısın başını bir?”

Kaldırmıyor. Ellerime, kabanımın üstünden karnıma minik öpücükler konduruyor üst üste. O kadar sıkı sarılıyor ki bana, bedenime girip yeniden doğmak istediği gibi tuhaf bir hisle ürperiyorum. Küçük kız iri zeytin tanelerini, bu kez bir beklentiyle, gözlerime dikiyor sonunda. Ne?

Birden kendime geliyorum, tabii ki para istiyor çocuk. Yeni bir dilenme tekniği olmalı bu. Sözler yok, çocukça sarılmanın rakipsiz gücü var. Çantama uzanıyorum hemen. Durum anlaşılınca rahatladım bile bir parça, itiraf edeyim.

Cüzdanımı çıkarırken “yalnız mısın, adın ne senin güzelim?” diye soruyorum. “Zeynep,” diyor, Suriyeli. Babası savaşta ölmüş, anne gitmiş. Nereye? Amcasının evinde kaldığını, Abdullah’ın şimdi burada olduğunu söylüyor. Bir akrabalık çağrıştırır edada tonluyor Abdullah’ı da. Sağa sola bakınıyorum, yok ortada bir Abdullah falan.

Cüzdanımı açarken hâlâ ellerimi öpmeye çalışıyor. İçim tuz buz artık, ilk şaşkınlığı atlatınca o ne idüğü belirsiz utanç mesafesi kalmadı. Kalbime ılık ılık bir şeyler akıyor. Buradan bu kız çocuğuyla çıksam? Eve götürsem onu, benim küçük kızım olsa? Buklelerini karnıma gömmüş küçük bir kızı bunca kötülüğün ortasında nasıl bırakabilirim ki? “Böyle bir dünyada” çocuk sahibi olmaya dair fikirlerim her zaman ötelenmeye çok müsait bir karmaşa içindeyken bir dakika önce hayatıma giren bir çocuğu sahiplenme arzusuyla doluyorum.

Zeynep havada kapıyor cüzdanımdan çıkardığım parayı. Geldiği gibi saptanamaz bir hızla buklelerini ve zeytin gözlerini alıp kayboluyor.

“Baba savaşta öldü, anne gitti.” Doğru olmayabilir mi bu, en azından biri, yaşıyor olabilir mi? Keşke. Belki çaresizlik ürünü bir oyunun parçalarıdır hepsi. Sonuç verdiğine göre de ben diyelim ilk olsam bile, son olmayacağım. Ne fark eder ki?

KÜÇÜK ADLAR

Bu yıl Temmuz sonunda benden bir sözcüğü kaybettim, küçük adımı. Babam bana Zeboş derdi. Ortadaki o muzip, alakasız b harfiyle tam onun çocuk ruhuna göreydi bu.

Bu yaz babamı kaybettim. Kendimi bildim bileli hayatımın dört tarafı sözcüklerle kaplı. Henüz bu kaybı anlatacak cümlelere sahip değilim. Yara taze, kabuğun kendine hayrı yok. Babamın aslında gitmemiş olduğu rüyalardan uyanıyorum hâlâ. Kendime Zeboş diyorum o sabahlarda. “Kalk bakalım Zeboş, çok işimiz var bugün.” Kendi kulağıma inandırıcı gelmiyorum. Bize çok yakın birini kaybettiğimizde iki kişilik bir lisanı da yitiriyoruz.

Babamı Temmuz sonunda kaybettim. Aralık’ta Zeynep metroda bana sarıldı. “Baba savaşta öldü, anne gitti,” dedi.

Zeynep’in küçük adını bilen kimse var mıdır?

Yeryüzünde, yabancı bir kadının ellerini, karnını öpmenin onun annelik içgüdülerini uyandırabileceğini öğrenmek zorunda kalmış bir kız çocuğundan daha yalnız bir varlık olabilir mi?

Yetişkin acılarla başa çıkmak bu kadar zorken, dünyanın acımasızlığına fırlatılmış çocukların neler yaşadığını hissetmeye, kalbimizin neresinden başlayacağız? Hangi sözlük karşılar etrafımızı kuşatan bunca acıyı?

EMPATİ

Gelmiş geçmiş en büyük İngilizce sözlüklerden Merriam-Webster’a göre “empati” (empathy) bu yılın en çok aranan sözcüklerinden biri. Yunanca kökenli sözcük, “başkalarının duygularını paylaşabilme yetisi” anlamına geliyor.

Kapsamlı bir online sözlük sitesi de bulunan Merriam-Webster, her yılın sonunda yılın sözcüklerini yayınlıyor. O yıl en çok aranan sözcükler, yılın kavramsal bir özetini sunmakla kalmıyor, esaslı bir halet-i ruhiye panoraması da çiziyor.

Merriam-Webster’ın listesinde dördüncü sırada yer alan empati, özellikle de Trump ve Cumhuriyetçilere ilişkin eleştiri yazılarında çok kullanılmış. Dünya çapında taciz ifşalarını teşvik amaçlı #metoo (#bende/#sendeanlat) kampanyasının da arzu edilen sonuçlarından biri olarak yılın gündemine oturmuş.

Sözcüğü yıl içinde gündeme getiren başlıca olaylardan biri de, The Salesman (Satıcı) filmiyle aldığı yabancı dilde en iyi film ödülünü Trump’ın seyahat yasağını protesto amacıyla almaya gelmeyen Asghar Farhadi’nin gönderdiği etkileyici açıklama metninin final cümlesi. “Biz ve ötekiler arasında, günümüzde çok ihtiyaç duyulan bir empati…”

Empatinin (sözcüğün her iki anlamında da) bizde de en çok ‘aranan’ sözcüklerden biri olduğunu varsaymak yanlış olmaz herhalde.

SUÇA ORTAK OLMAK YA DA OLMAMAK

On sözcük arasında 2017’nin eşkalini tanımlaması açısından en ilginç olanlardan biri de “complicit”. Merriam-Webster listesinde ikinci, dictionary.com’da birinci sırada yer alan sözcük, “suça iştirak, suç ortaklığı, yardım ve yataklık” anlamına geliyor.

FEMİNİZM

Cinsiyetçi ve aşağılayıcı söylemleriyle bilinen Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasını protesto için yapılan büyük Women’s March.

Merriam-Webster’a göre 2017’nin yıldız sözcüğü, feminizm. Dünyada ve ülkemizde evlat olsa sevilmez tatsızlıkta bir sürü gelişmeye (gerilemeye) sahne olan 2017’nin en umut veren yanlarından biri, kadınların yılı olması.

Batı’da dalga dalga yayılan taciz ifşalarıyla “ifşa ve özürler yılı” haline gelen 2017, cinsiyetçi ve aşağılayıcı söylemleriyle bilinen Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasını protesto için yapılan büyük Women’s March'tan (Kadın Yürüyüşü) başlayarak, kadın hakları açısından önemli bir yıl oldu. Margaret Atwood uyarlamaları “Handmaid’s Tale” (Damızlık Kızın Öyküsü) ve “Alias Grace’ten” (Nam-ı Diğer Grace) Wonder Woman’a, televizyon ve sinemada kadın merkezli anlatıların gördüğü ilgi de bunu kanıtlar nitelikte.

Bizde pratikte değişen pek bir şey olmasa da sosyal medyada dönen tartışmaların gösterdiği kadarıyla, en azından belli kesimlerde kadın hareketlerine dair algının bir parça değişmesi açısından 2017’nin olumlu bir yıl olduğu söylenebilir. Bu da bir şeydir.

Öte yandan Ayşe Arman’ın Selin Nakıpoğlu ve Canan Arın’la röportajlar içeren bu yazısında verilerle belirttiği gibi, “erkek şiddeti açısından felaket bir yıl geçirdik.” Ümraniye’deki bıçaklama olayı gibi, giderek daha alenileşip vahşileşen eril şiddetten çocuklara yönelik cinsel ve (kız çocuklarına erkek çocukların ayağının yıkatılması türünden!) zihinsel istismarlara değin, hayli karanlık bir yıl oldu 2017.

YENİDEN SEVMEK

İlgisiz ama yaratıcı isim çevirilerinin en iyilerinden biriyle, bizde “Yeniden Sev Beni” adıyla gösterilen nefis “Reconstruction” filminden ilhamla koydum bu yazının adını.

Günlük hayatta karanlık çıtası giderek yükselirken, kişisel sözlüklerden çünkü hayattan en çok eksilen sözcüklerden biri de maalesef, “aşk”. Yitirmekte olduğumuz aşka ağıt, bu yıl yazılarda işlediğim konular arasındaydı. Hayatı yaşanamaz hale getiren onca haksızlığın, karanlığın ortasında aşk meşk lüks işler gibi görünse de, “aşksız hayatın ne anlamı var?” dedim, yine diyorum.

İlgisiz ama yaratıcı isim çevirilerinin en iyilerinden biriyle, bizde “Yeniden Sev Beni” adıyla gösterilen nefis “Reconstruction” filminden ilhamla koydum bu yazının adını.

Hayatın hızı ve karanlığında kalbimizle irtibatımızı sürdürmemiz giderek zorlaşsa da, hem birbirimizi sevmeyi yeniden, hem de “yeniden sevmeyi” öğrenmeliyiz.

2018’de hayat olsun, aşk olsun.

Sevgiyle,

Zeboş.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.