YAZARLAR

Dış siyaset 2018 atlası - II

Başkan Trump’ın büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı, damat Jared Kushner’in MbS ile yürüttüğü kişisel diplomasi, ABD BM Daimi Temsilcisi Haley’nin arkasına İran menşeli olduğu iddiasıyla koyduğu füze parçası önünde yaptığı sunum, aynı bütünün parçaları. İsrailli yetkililer, Hizbullah’ı “mağaralarına geri sokmaktan”, “Lübnan’ı Taş Devri'ne döndürmekten” söz ediyor.

Bir önceki yazımda, gelecek yıl falımızda bolca öngörülemezlik ve güçlü çatışma olasılığı var demiş, Irak ve Suriye’ye, bölgesel siyasetimizi dikine kesen Kürt meselesine değinmiştim. Daha İsrail, Suudi Arabistan, İran ve Mısır hatta Libya da var. Bu devam yazımda ufka bakmayı sürdürmeye çalışacağım. Şeamet tellallığı yapmak istemem ama havada fırtına öncesinin kurşuni karanlığı var.

Suudi Arabistan (SA) ile İran arasında sanal savaş başladı bile. Bilgisayar oyunu havasında yayımlanan videoların SA kaynaklı olanında Veliaht Prens Muhammet Bin Salman (MbS) komutasında SA kuvvetleri önce Buşehr Nükleer Güç Santrali’ni yerle bir ediyor, ardından İran’a kadar gidip titreyerek teslim olan Kasım Süleymani’yi tutsak ediyor. Video Kabe görüntüleriyle sona eriyor.

İran’ın daha önceden hazırlanıp, şimdi cevaben yeniden dolaşıma sokulan videosunda ise tekerlekli taşıyıcı rampasından ateşlenen füzeler SA askeri tesislerini bombalıyor. Derken SA hava savunma sistemleri etkisiz hale getirilip, nihayet Riyad da yıkılıyor. Hayra alamet olmadığını söylemeye gerek yok sanırım.

SA ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında da bölgeye yaklaşım farklılıkları var. BAE için Sünni İslamcılık sınır aşan özellikleri dolayısıyla desteklenir görülmüyor. MbS ise İran hegemonyasını kısıtlamak ve püskürtmek için vahabizmin fişini çeker görünürken, yeni bir tür Sünni İslamcı aktivizme yaslanıyor.

Önce İİT İstanbul Zirvesi kararları ardından BM Genel Kurulu’na getirilen karar tasarısı, Filistin konusunda bir diplomatik zafer havası yarattı sanki. Ben daha önce belirttiğim üzere salondan ziyade sahaya odaklı bir diplomasi anlayışını benimsediğimden korkarım bu iyimserliği paylaşamıyorum. MbS, Ürdün ve Filistin’in en önemli işadamı Sabih Masri’yi gözaltına alıp, bıraktı ancak adı geçen henüz SA’dan ayrılamadı. MbS’nin Mahmut Abbas’a “ya imzala, ya istifa et” ültimatomu da zihinlerimizde taze. Üstelik SA İİT Zirvesi’ne bakan düzeyinde katıldı.

Bağdat’taki Sayın Büyükelçim Ünal Çeviköz’ün çeşitli kereler anımsattığı üzere temel gerilimin SA-İran değil İsrail-İran arasında olduğunu ekleyebiliriz. İran yakın tarihin en güçlü döneminde. Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana’da doğrudan yönlendirici olabilecek konumda. Bu itibarla SA ile İsrail’in tehdit algıları örtüşüyor. Mısır, Ürdün, Filistin, Körfez ülkeleri ise SA’ya mecbur. SA ve İsrail’i dizginleyebilecek olan BM yahut İİT kararları değil ABD. ABD ise yeni açıklanan Ulusal Güvenlik Belgesi’nin teyiden gösterdiği üzere İran’ı yeniden hedefe oturttu, dizginlemek bir yana gaz verir tonda.

Başkan Trump’ın büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı, damat Jared Kushner’in MbS ile yürüttüğü kişisel diplomasi, ABD BM Daimi Temsilcisi Haley’nin arkasına İran menşeli olduğu iddiasıyla koyduğu füze parçası önünde yaptığı sunum aynı bütünün parçaları. İsrailli yetkililer, Hizbullah’ı “mağaralarına geri sokmaktan”, “Lübnan’ı Taş Devri'ne döndürmekten” söz ediyor. İsrail’in eli ateşlenmeye hazır silahta, SA’nın eli kapatılmaya hazır para musluğunda. SA’nın yüksek askeri teknolojide üstünlüğü olabilir ama İran’da da insan kaynakları ve çok yönlü (Kudüs Tugayları vs.) askeri güç avantajı var.

Kapımızda bu ve bir önceki yazımda özetlemeye çalıştığım belalar var. Bu durumda ne yapmak gerekir? Bana sorarsanız, her şeyden önce, hiç gocunmadan DURMAK gerekir. Eldeki dosyaları azaltmak gerekir. Sağa sola koşuşturan bir işgüzarlığın, etkinlik olmadığını idrak gerekir. Öncelikleri iyi saptamak ve o önceliklere odaklanmak gerekir. Yokuş aşağı yuvarlanınca içi boş varilin çok ses çıkarması içeride iş yapabilir ama bu tür gürültücülüğün dışarıda yanlış anlaşılma ve başa dert getirme sakıncası olduğunu anlamak gerekir.

Bizden ne ümmete liderlik etmemiz, ne küresel meselelere yanıt üretmemiz, ne yüzyıllık Ortadoğu sorunlarına çözüm bulmamız beklenmiyor. İstikrarı, dengeyi arayan, çatışma alanlarını imkanlar dahilinde azaltan, gerilimlerin tüm taraflarıyla diyalog kurabilen yapıcı, sağduyulu, akılcı, soğukkanlı, uzgörülü bir diplomasi bekleniyor. Zaman, macera aramak değil sağlamcı olmak zamanı. Topa basmak, kafayı kaldırmak, kontratak aramayıp, set oynamak zamanı.

Bağdat’la uzlaşır, Irak Kürtlerine kök söktürürüz; Şam’la barışır, Afrin’e dalarız, kafasına vura vura kendi Kürdümüze Kürtlüğünü inkar ettirir, Milliyetçi Cephe 2.0’la nurlu seçim ufuklarına yelken açarız zihniyeti benim bu tarifime uymuyor. Uymuyor da, dış siyaset de deneme-yanılma yöntemini kaldırmıyor. Sesim yukarılardan cılız da olsa biraz duyuluyorsa uyarım şu: İçinde oturduğumuz yapının kolonlarında şimdilik göremediğimiz kılcal çatlaklar, o yapının en ufak sarsıntıda kafamıza göçmesine neden olabilir.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.