YAZARLAR

Yolsuzluk ifşası nostaljik hamle olarak kalır mı?

Yolsuzluk-usûlsüzlük ifşasına dayalı siyasî faaliyet, eskisi gibi seçimler yapılacak da bunlar yüzünden iktidar partisi oy kaybedecek gibi bir beklentiye dayanıyor, oysa mevcut iktidar koalisyonu Türkiye’de artık seçim falan yapılmasını öngörmüyor. Man Adası’ndaki off-shore hesaplarına kaçırılan paraları ifşa etmek, evet, mevcut iktidarı yıpratabilir, ama var olan koşullarda nostaljik bir anı tazeleme hamlesi gibi kalabilir.

Şu anda Türkiye’de iktidarı elinde bulunduran Erdoğan+AKP+MHP+Teşkilat-ı Mahsusa koalisyonu, aslında çoğunluğa sahip değil. İktidar koalisyonu Erdoğan+AKP’den oluşuyorken, 7 Haziran 2015’te, seçimlerle devrildi. Evet, AKP en çok oyu alan partiydi, ama tek başına iktidar olamayacak duruma düşmüştü.

Peki niye devrilmedi?

Bu soruyu genellikle, iktidar tarafından bakarak cevaplıyoruz. “Kürtlerle savaş konsepti” sayesinde Erdoğan+AKP’nin MHP’yi yanına çektiğini, devlet içindeki birtakım “müesses” kuvvetlerle de güç birliği ettiğini söylüyoruz, falan.

Yanlış değil. Ama mevcut iktidara bir şekilde muhalif olan herkesi kastederek soruyorum: Neden bu soruyu iktidar tarafından bakarak cevaplıyoruz?

Tabiî böyle de yapabiliriz. Üzerine konuşulacak daha bol malzeme temin edebiliyoruz böylece. Başka gerekçeler de sayarız.

Ama sanırım esas sebep başka. Esas olarak, sormamız gereken yönden sorunca verilecek cevabın bizi fazlasıyla hoşnutsuz etmesinden çekiniyoruz. Çünkü, aslında, “çoğunluğu kaybeden iktidar niye devrilmedi?” sorusunun hakiki cevabı şu: “onu devirip yerini alabilecek bir potansiyel iktidar gücü olmadığı için”.

7 Haziran seçimleri sonrasında öyle korkunç işler yapıldı, insanın yalnız kanını değil zihnini, yüreğini donduran öyle feci manzaralarla karşılaşıldı ki, meselenin daha bir kansız cansız, soğuk, gündelik siyaset yönü hakkınca konu edilemedi. Neydi Allah aşkına Ahmet Davutoğlu’nun yumurtladığı lafla anılan o “istikşafî” görüşmeler? Seksen milyonluk toplumun terörize edilerek, dehşete düşürülerek, bilinci yarı kapalı halde 1 Kasım’da yeniden seçime sürüklenişi neydi?

Eğer mevcut iktidarı -rejimin meşru kanallarında verilecek mücadeleyi kazanarak- devirmeyi ve yerini almayı hedefleyen bir potansiyel iktidar hareketinin olması gereken bakış açısından konuşacaksak, 7 Haziran ertesindeki süreci kabaca şöyle tasvir etmemiz mümkün: Erdoğan baktı, kaybettiği çoğunluğun yerine nasıl takviye destek bulabileceğini gördü, savaş ortamında zincirlerinden boşanmış, saldırgan milliyetçiliğin yapacağı prim üzerine oynadı. Ve kazandı. Esas kazancı, “ana muhalefet”i hangi ilmeklerle iktidar koalisyonunun peşine takabileceğine dair deneyde elde ettiği başarıydı. Kürtlerle savaşınca ortada muhalefet falan kalmıyordu. Kalabilecek olan meşru muhalefet, HDP, iktidarı-ana muhalefeti, hepsinin el birliğiyle ezildi, kenara itildi.

Gezi İsyanı’ndan sonraki aylarda telaffuz edilmeye başlanan “öteki yüzde elli”, 7 Haziran ertesinde “yüzde altmış bloku”na dönüşmüş olarak ortalıktaydı. “AKP’ye karşı” oluştuğu söylenen bu blokta MHP de varsayılıyordu! Çünkü niye? Çünkü demokrasi-çoğulculuk dindarlarla olamıyor ama milliyetçilerle olabiliyor güya.

Böyle olmadığını gördük sayılır mı, daha fazlası lazım mı?

Trajedimizin yeni misafir oyuncusu “hayır bloku”nun başına da muhtemelen aynı iş gelecek. Çünkü, ilkin, esasen böyle bir blok yok. Varsayıldıkça sahiden oluşabilmesi engelleniyor. İkincisi ve asıl önemlisi, ortada sağlam bir iktidar alternatifi yok.

Acı olan şu: Bu memlekette hiç de azımsanmayacak sayıda insan, mücadele alışkanlığına, direnme ve gereğinde örgütlenebilme kabiliyetine sahiptir, üstelik ne baskılardan, acılardan geçip bugünlere gelmiştir. Bugün karşı karşıya olduğumuz baskılar, her taraftan kuşatarak, gündelik hayatı zor çekilir cefa haline getiren, sırf eziyet olsun diye yapılan eziyetler, eline kuvvet ve yetki geçirmiş keyfî, sorumsuz görevlilerin şuursuzca sağa sola salladığı kılıçlarla açılan yaralar, çamura bulaşmamış insanların üzerine vidanjörlerden pislik saçmalar, Ahmet Şık’ı Fethullah’çı, Osman Kavala’yı darbeci, bütün Kürtleri terörist ilan etmeler, her şeye rağmen, bütün bu insanların omuzlarını çökertemezdi. Omuzları çökerten, kimse itiraf etmese de, alternatif yokluğu.

Oysa yalnız HDP’nin barajı geçmesiyle siyasî denklem -ve havalar, moraller- nasıl bambaşka hale gelmişti! Burada saklı olan anahtar, ne yazık ki, vaktiyle hunharca büyülenmiş. Çoklarının gözüne gözükmüyor. Görebilmek için önyargı panzehiri lazım. Bu, Kaf Dağı’nın ardındaki bir canavarlar ülkesinden gidip getirmek gereken bir iksir. İncecik cam şişede, getirirken kırmamak da çok zor.

Heyhat, bizim hayatımızın büyük bölümü kırıp dökmek üzerine kurulu. Bir defa kırıp dökme üzerine kurulu ortamda doğup büyüyünce, başka türlüsünü hayal etmek zorlaşıyor.

Türkiye’de, mevcut iktidarın muhalifleri olarak, sırf muhalif olduğumuz için her an vatan hainliğiyle, terör örgütü üyeliğiyle, şununla bununla suçlanma, başımıza olmadık işler gelmesi tehdidiyle yüz yüze yaşıyoruz. Gelin görün ki, bu durumu değiştirme iradesinin bizde değil başka bir yerlerde olduğunu sanıyoruz. Kim nasıl değiştirecek bu gidişatı?

Ben bu yazıyı yazarken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu meşhur belgeleri henüz açıklamıştı. Elbette doğrudan Erdoğan değil, ama birinci dereceden yakınları, 80 küsur bin nüfuslu vergi cenneti adada kurulu, bir (1) Sterlin sermayeli şirkete 13 milyon 750 bin dolar para aktarmışlar. İktidar cenahı, açıklamaya gösterdiği çelişik tepkilerle olayı doğruladı. Önce açıklanan para trafiğinin yasal ticarî işlemlere ilişkin olduğu söylendi, bilahare, her şeyin yalan, belgelerin sahte olduğu. Bizimki gibi memleketlerde doğup büyüme tecrübesine sahip herkes, gösterilen tepkiye bakıp olayın aslını şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlama kabiliyetine sahiptir. Batı’nın demokrasisi, hukuku varsa bizde de bu haslet var; kıymetini bilelim.

Lâkin bu para transferi ve muhtemelen önümüzdeki günlerde öğrenilip açıklanabilecek benzerleri, güvenilir bir iktidar alternatifinin yokluğundan kaynaklanan büyük yoksunluğu giderebilecek midir?

Biliyorum, içerdiği alâka derecesi ilk anda tatminkâr gözükmeyen bir soru. O halde şu soruyla destekleyeyim: 17-25 Aralık’ta ortaya dökülenlerin etkisi, sonucu ne oldu? Evet, orada ortaya çıkanlar, devleti bütünüyle ele geçirmeye çalışan bir gizli örgütün yasa dışı faaliyetlerinin eseriydi. Yöntem çarpık, maksat bozuktu. Fakat ortaya çıkanlar yalan-yanlış değildi ki! Yine yukarıdaki geleneksel yöntemi kullanalım, olaya değil üstüne olanlara bakalım. Polis operasyonlarında ayakkabı kutularında, evlerdeki kasalarda vs. ele geçirilen paralar sahiplerine geri verildi! Ve dört bakan, kabahatlerinin ne olduğu konusuna hiç dokunulmaksızın kuytuya çekildi.

O esnada, karanlığın bilgisini aydınlığa taşıyanın bizzat karanlık birileri oluşu, taşıma işleminin yeraltından yapılışı ve bu eylemin faillerinin sonradan daha da karanlık işlere kalkışması, öğrenilenleri tesirsiz bırakmaya yetti. Şimdi de, belgelerin partisini “vatan hainliği” çizgisine sürüklemekle suçlanan ana muhalefet liderinin elinde sallanıyor oluşu, edindiğimiz bilginin mânâsını ve tesirini azaltabilir. İktidar propaganda aygıtının gerçeği tersine çevirme ve gizleme konusunda derhal göstermeye başladığı cansiparâne faaliyet de ortaya çıkan hakikatin gücünü sınırlayacaktır. İlaveten, “Kılıçdaroğlu bu bilgileri FETÖ’den aldı” tezviratı da derhal başladı zaten.

Diyelim böyle olmadı. AKP seçmeninin önemli bölümü de her şeyi öğrendi. Ve geçen sefer Gezi İsyanı karşısında kapıldığı dehşetin de etkisiyle arkasında saf tutuverdiği liderine bu defa mesafe koymaya başladı. Hattâ aralarından bazıları, seçim olsa, başka bir parti olsa, ona oy versek, dedi. Unutmayalım, artık çoğunluk Erdoğan+AKP+MHP+Teşkilat-ı Mahsusa’da değil.

Evet, hoşnutsuzluğun tekinsiz âlemine adım atan yeni kararsızlar ne yapabilecek? Aradaki bağlantıları atlayarak sorayım: Mevcut iktidar, desteğini kaybediyorsa eğer, nasıl değişecek?

İktidarın devrilmesinden bahsetmiyoruz, yerine neyin geleceğini merak ediyoruz. Zarrab davasının eski savcısı Pret Bharara’nın gelip müstakbel muhalefet hareketinin başına geçmesini bekleyemeyiz sanırım.

Şunu da hatırlatmak isterim ki, yolsuzluk-usûlsüzlük ifşasına dayalı siyasî faaliyet, eskisi gibi seçimler yapılacak da bunlar yüzünden iktidar partisi oy kaybedecek gibi bir beklentiye dayanıyor, oysa mevcut iktidar koalisyonu Türkiye’de artık seçim falan yapılmasını öngörmüyor.

Dolayısıyla, seçimli-parlamentolu rejim ve hukuk devleti kavramını, daha doğrusu, şimdilik hukuk diye bir şeyin var olması icap ettiğini acil eylem programının merkezine oturtacak ve Kürt kelimesini duyduğu anda iktidarın yanında hizaya geçmeyecek, doğrudan doğruya iktidarın el değiştirmesini ve sıkı bir temizlik-düzeltme harekâtını hedefleyen, kararlı, kitlesel bir muhalefet hareketine ihtiyaç var.

Man Adası’ndaki off-shore hesaplarına kaçırılan paraları ifşa etmek, evet, mevcut iktidarı yıpratabilir, ama var olan koşullarda nostaljik bir anı tazeleme hamlesi gibi kalabilir.