YAZARLAR

Çöküşe doğru

2013’ten itibaren ağır çekimde yaşanan çöküşün daha ne kadar süreceğini kestirebilmek mümkün değil. Ancak bu işler bittiğinde, ortaya çıkacak enkazı kaldırmak çok uzun sürecek.

Dünya Bankası tarafından hazırlanan Küresel Yönetişim Göstergeleri (Worldwide Governance Indicators, WGI) 2017 raporundaki verilere baktığımızda Türkiye’nin her alanda bir çöküşe doğru, hızlanan bir tempoda ilerlediğini görüyoruz. Bu yazıda, ilgili rapordaki verilerden hareketle, çöküşün bazı bileşenlerine işaret edeceğim.

Başlamadan iki teknik noktaya değineyim. İlki, Küresel Yönetişim Göstergeleri, Dünya Bankası tarafından hazırlanan ve ülkelerdeki yönetimleri altı farklı kategoride değerlendiren bir indeks. Ben yazıda dört göstergeyi ele aldım. Dileyenler tüm verilere şuradan (http://www.govindicators.org) ulaşabilir. İkincisi, grafiklerin nasıl okunması gerektiği ile ilgili. Grafiklerde gördüğünüz rakamlar, Türkiye’nin 1996 ile 2016 arasındaki dönemde, ilgili göstergeler bakımından 0 ile 100 arasındaki sıralamasını ifade ediyor. Sıralamada 0 en kötü, 100 en iyi durumu belirtiyor, ülke sıralamasını değil.

HESAP VEREBİLİRLİK VE SİYASİ İSTİKRAR

İlk grafikte iki gösterge yer alıyor: 1. Söz Hakkı ve Hesap Verebilirlik (Voice and Accountability), 2. Siyasi İstikrar ve Şiddetin/Terörün Yokluğu (Political Stability and Absence of Violence/Terrorism). Her iki gösterge de eğilim olarak üç dönemde incelenebilir. İlki 1998-2005 arasındaki iyileşme, ikincisi 2006-2012 arası kötüleşme, üçüncüsü de 2013 sonrasında kötüleşmenin hızlanması.

Grafiğin sol tarafındaki rakamlardan izleyebileceğiniz Söz Hakkı ve Hesap Verilebilirlik göstergesine göre, bu alandaki iyileşme AKP ile başlamamış. Hatta üçlü koalisyon dönemi, en hızlı iyileşmenin olduğu dönem olmuş. İkinci dönemde giderek belirginleşen “hesap verebilirlikten uzaklaşma”, üçüncü dönemde yani 2013 sonrasında hızla gerilemeye başlamış. 2013 sonrası yaşananları gözünüzün önüne getirirseniz, verilerin büyük ölçüde yaşadıklarımız ile uyumlu olduğunu söyleyebiliriz.

Grafiğin sağ tarafından takip edebileceğimiz Siyasi İstikrar ve Şiddetin/Terörün Yokluğu endeksi, neredeyse tüm siyasi sermayesini siyasi istikrar üzerinden kuran AKP için ilginç veriler içeriyor. Yukarıda belirttiğim üç dönem, bu gösterge açısından da geçerli, ancak burada iki nokta dikkat çekici. İlki, ilerleme ya da gerileme olarak görülen hareket çok dar bir alanda (5 ile 30 arasında) gerçekleşiyor. Endeksin 100 üzerinden ölçüldüğünü düşündüğümüzde, en iyi zamanda dahi 30’ların altında kalıyor. İkincisi, endeksin değerinin 2013 yılından beri, 1990’lı yıllardakinin de altına düşmesi. Yani, son yıllarda AKP hükümeti döneminde, “kayıp yıllar”, “koalisyonlar dönemi”, “çatışma dönemi” olarak kodlanan 1990’’ların dahi gerisine düşülmüş durumda.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE YOLSUZLUK

Aşağıdaki ikinci grafikte de yine iki gösterge yer alıyor: 1. Hukukun Üstünlüğü (Rule of Law), 2. Yolsuzluğun Önlenmesi (Control of Corruption). Yukarıdaki grafiğe benzer bir şekilde iyileşme, duraklama ve kötüleşme olarak üç dönem izlenebilir. Özellikle Hukukun Üstünlüğü endeksine baktığımızda, iyileşmenin AKP dönemi öncesinde 1996’dan itibaren başlayarak, 2003 yılında tepe noktasına vardığını görüyoruz. 2016 itibariyle geldiğimiz nokta, yine 1990’lara dönüş olmuş.

Dünya Bankası verilerine göre Yolsuzluğun Önlenmesi endeksi, diğerlerine göre oldukça “iyimser” kalmış ve diğerlerine göre en pozitif endeks değeri bu göstergede yakalanmış. Ancak bu endeks de ana eğilimi takip ediyor ve endekste 2012 sonrasında sert bir gerileme gözleniyor.

KISA BİR DEĞERLENDİRME

Grafiklerdeki “yükseliş” dönemi, aynı zamanda Türkiye’de neoliberal popülizmin yükseliş dönemiydi. Bu dönemde AKP, özellikle AB’ye üyelik süreci ve IMF programının sağladığı olanakları araçsal olarak kullanıp, kendi dışındaki kesimleri de içeren geniş koalisyonlar kurabildi. Küresel konjonktürün de olumlu seyretmesi ile birleştiğinde kuvvetli sermaye girişleri sayesinde yakalanan canlı ekonomik büyüme, bu geniş koalisyonların harcı oldu. Bu sayede, 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesiyle eski müesses nizamın temsilcileri ile kavgaya hazırlanabildi.

Ancak bu “yükseliş” dönemi, sol-liberal tezin ileri sürdüğünün aksine, Türkiye’deki demokrasinin de altının oyulduğu dönemdi. 2003’te İş Yasası’nda yapılan değişiklik ile emek piyasasının esnekleştirilmesi, taşeronluk ve alt-sözleşme ilişkileri yasallaştırıldı. Buna ek olarak sendikaların geleneksel olarak güçlü olduğu kamu işletmelerinin özelleştirilmesi bu dönemde gerçekleştirildi. Kısacası, emekçilerin hem siyasal hem ekonomik güçlerinin kırılması ve örgütlülüğün piyasa ilişkileri yoluyla atomize edilmesi, bu dönemde oldu.

Duraklama dönemi, “yükseliş” dönemindeki koalisyonların dağılması ve Gülencilerle yapılan ittifak ile devlet içindeki mücadelenin yoğunlaştığı dönem oldu. Bu dönemde küresel krizin etkileri, merkez ülkelerde uygulanan kriz karşıtı politikalar nedeniyle, yıkıcı olmayan bir şekilde atlatılabildi. 2010 ve 2011’deki hızlı büyüme dönemi, devlet içindeki mücadelenin sürdürülebilmesini mümkün kıldı. Yine bu dönemde, “yükseliş” dönemindeki AB’ye üyelik sürecine benzer bir şekilde araçsal olarak kurgulanan “Barış” süreci, AKP’ye devlet içindeki kavgada hareket imkanı sağladı.

Çöküş dönemi, yukarıda ele aldığımız dört göstergenin de hızla bozulduğu 2013 sonrası dönemdir. TÜİK’in yaptığı güncelleme öncesindeki verilere göre bu dönem, aynı zamanda ekonomik büyümenin da yavaşladığı dönemdi. Bu dönemde AKP’nin koalisyon kurma kapasitesi iyice daraldı, “rıza”dan çok güç ile meseleleri çözmeye yöneldi. Burada ilginç olan, hukuk devletinin ve demokrasinin hızla gerilediği bu dönemde yaygın kanının aksine, yabancı sermaye girişlerinin durmaması oldu. Her ne ka dar doğrudan yatırımlar gerilese de, sıcak para girişleri bunun yerini aldı. Hatta 2017’nin ilk 10 ayına baktığımızda, portföy yatırımları (hisse senedi ve tahvil) kanalından, 2012’den sonraki en yüksek sermaye girişi gerçekleşti.

2013’ten itibaren ağır çekimde yaşanan çöküşün daha ne kadar süreceğini kestirebilmek mümkün değil. Ancak bu işler bittiğinde, ortaya çıkacak enkazı kaldırmak çok uzun sürecek.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.