YAZARLAR

Bir Türk'ü nereden tanırsınız?

Yerlilik, yerel topluluğu temsil edebilecek siyasal kimlik biçimlerinden sadece biri olarak görülmelidir. Topluluğun güçlerinin yabancılara karşı harekete geçirilmesi yoluyla ortaya çıkan bir sonuçtur yerlilik.

Yerlilik günümüzün yükselen değerleri arasında yer alıyor. Üstelik sıradan bir değerin sahip olabileceğinden çok daha fazla bir öneme sahip. Tılsımlı sözlere özgü esrarengiz bir hava yayıyor etrafına. Öyle ki yerliliğin bir dokunuşu, nesnelerin kaderini değiştirmek için yeterli olabiliyor. Bir zamanlar devlet arşivlerine defnedilmiş olan projeler, yerliliğin sihirli dokunuşuyla yeniden canlılık kazanıyor ve gündemin üst sıralarına tırmanmaya başlıyor. Küreselleşme söylemine geldiğimizdeyse gelişmeler tam aksi istikameti işaret ediyor. Artık dünyayla bütünleşmenin önemi üzerine konuşmaya hevesli fazla yorumcu göremiyoruz ortalıkta. Böyle hevesleri olanları da zaten kimsenin ciddiye aldığı yok. İnsanlığın ortak değerlerinden söz etmek, konuşan kişi aleyhine başlı başına bir delil teşkil edebiliyor. Eğer bu kişi vatan haini olmakla itham edilmiyorsa, düpedüz bir hayalperest muamelesi görüyor.

Yerlilik ve millilik vurgusuyla inşa edilen yeni ideolojik tartışmanın çekim gücündeki artış gözle görülür nitelikte. Bu artışı siyasetin güncel sorunlarından bağımsız olarak açıklamak da mümkün gözükmüyor. Görünürde bu tartışmayla, FETÖ ve benzerlerine karşı ilan edilen milli seferberliğin ideolojik harcı karılıyor. Bu harçla devlet şiddetine maruz kalanları belirleyen ölçütlerin meşruiyet zemini döşeniyor. Ancak tüm bu çabaların sadece devlete yönelik dönemsel tehditleri bertaraf etme gayesiyle sınırlı olmadığı da açık. Çünkü yerli ve milli olmak, ekonomiden eğitime, ibadetten spora kadar her alanda düzenleyici bir ilke olarak sunuluyor. AKP’nin referandumlar aracılığıyla elde ettiği kazanımlar da bu gibi düzenlemeler yoluyla sağlama alınmış oluyor. Bu açıdan söz konusu tartışma, devleti savunmaktan çok, yeniden inşa etme amacına hizmet ediyor.

Başlatılan yeniden inşa sürecinin kilit taşı olma görevini yerlilik ifa ediyor. Hatta millilik bile, anlamını yerli olmanın modern ulus devletlere özgü bir biçimi olmaktan alıyor. İktidar bugüne kadar ecdat, millet, fıtrat, yabancı, üst-akıl gibi terimler aracılığıyla iş gören bir yerlilik dili kurmayı başarabildi. Bu dilin sunduğu esnek yorum imkanlarından da sonuna kadar faydalandı. Elbette, uç noktalara ulaşan tüm diğer deneyimlerde olduğu gibi, sonuçta başladığı yerin tersi olan noktalara vardı. Yeri geldi “Kopenhag standartları Ankara standartları olacak!” dedi, yeri geldi “değerli yalnızlık” politikası izledi. Bir gün Gazze’ye gemi gönderdi, bir başka gün “Giderken bana mı sordunuz?” dedi. Bütün bu karşıt uçlar arasındaki mesafe hep yerli topluluğun ortak menfaatleri gerekçe gösterilerek kat edildi. Halkın dilinden anlayan ve onun gerçek yararının ne olduğunu bilen içimizden birinin bakış açısına dayanması, yani yerli bir liderlik vurgusu tüm bu sorunların üstünü kapattı.

Yerliliğin kazandığı bu aşırı değeri tartabilmek için biraz daha derinlere inmek zorunlu. Birinin yerli olduğunu söylediğimizde, sadece onun yaşadığı yörede doğup büyüdüğünü söylemiyoruz, atalarının da orada yaşayıp öldüğünü kast ediyoruz. Dolayısıyla yerliliğin yapısının belirlenebilmesi için zamanda biraz geriye gitmek gerekiyor. Geçmişi bu şekilde kat ettiğimizde yerliliğin kanıtını verecek halkaları bir diğerine bağlayan bir soy zinciri elde ederiz. Yerli olmanın yörenin ilk veya asıl sakini olmak gibi anlamları, bu zincirin ilk halkasının bağlandığı kökenlerden kaynaklanır. Sonuç olarak yerlilik, her zaman bir asıl sahibe kıyasla sonradan gelmiş bir yabancı ile karşıtlık içinde kurulur. Yani yerlilik meselesinin karakteri, bir dizi dışlama pratiği tarafından tayin edilir.

Bu dışlayıcı tutum yerliliği “yerel” olmaktan ayırt eden en temel özelliği oluşturur. Sık sık yaptığımız bir hatada olduğu gibi, yerel ile yerli birbirinin yerine kullanılabilir terimler değildir aslında. Çünkü yerel gerçeklik, bir yörede yaşayan tüm insanların ortak hayat tecrübelerince belirlenir. Yabancı, yerel mekanı yerlilerle paylaşır ve yerel hayatın şekillenmesine katkı yapan asli bir unsurdur. Bu yüzden, yerel olan yabancıya değil, evrensel olana nispetle anlamını kazanır. Söz gelişi, evrensel ve soyut bir nitelik taşıyan insan kavramı, gerçekliğini sadece yerel özelliklere indirgendiğinde kazanabilir. Bazı ırksal özellikleri, inanç akidelerini veya beslenme rejimlerini eklediğimiz her seferde, ayrı insanlık durumlarını temsil eden farklı yerellik deneyimlerine ulaşırız. Yerellik, evrenselliğin kendini gerçekleştirmesinin koşulunu oluşturur; onunla çelişmez, aksine onu bütünler.

O halde yerlilik, yerel topluluğu temsil edebilecek siyasal kimlik biçimlerinden sadece biri olarak görülmelidir. Topluluğun güçlerinin yabancılara karşı harekete geçirilmesi yoluyla ortaya çıkan bir sonuçtur yerlilik. Aynı zeminden hareketle başka sonuçlara, örneğin daha evrenselci bir temsile varmak da olasıdır. Ancak modern dünyada yerel topluluk dışlayıcı bir biçimde bütünleştirildiği oranda, siyasi tahayyülde milli kimlik adını verdiğimiz oluşumla özdeşlik kazanır. Bu özdeşleşmede sömürgecilik deneyimlerinin şüphesiz büyük bir payı vardır. Sömürgecilik, “yerli ruhları” ilkel ve egzotik olmakla özdeşleştiren hiyerarşik bir bakış açısından beslenir. Tarihsel açıdan, bu kısıtlı bakış açısı, yerliliği olumsuzlayıcı ve aşağılayıcı bir anlayışın gelişmesiyle sonuçlanmıştır. Belli durumlarda yerliliğin, hak ve özgürlük talebiyle yürütülen bir direnişin odağı olarak gözükmesi bu nedenden kaynaklanır.

Sömürge olma deneyimini hiç yaşamamış olan Türkiye ise bu bakımdan önemli bir farklılık gösterir. Türkiye’de yerlilik vurgusu dışarıdaki yabancıyla doğrudan ilgili değildir. Asıl muarız olarak “evdeki yabancı” hedef tahtasına oturtulmuştur. Bizde yerli topluluğa mensubiyeti belirleyen şey, insanın fetihçi ve tahakkümcü bir tarihin mirasını gururla taşımayı isteyip istemeyeceğidir. Bu duyguyu taşıması imkansız olan dışarıdaki yabancının yerlilik çağrısının muhatabı olması zaten düşünülemez. Esas mesele, fetihlerin konusunu oluşturan bu yabancıyla duygudaşlık geliştirebilen, onun acısını anlayan yerel aktörlerle ilgilidir. İnsan hakları savunucuları, enternasyonalizme inanan sosyalistler, kozmopolit liberaller, gayrimüslim toplulukların mensupları, etnik azınlıkların bireyleri, dünya sevgisini esas almış yazarlar... Bu türden tüm yerel aktörler, yerlilik kavgasının asıl hedef kitlesini teşkil ederler. Bu kavgacı boyut, yerel gerçekliği savunmaktan çok, tahrip edip yeniden kurma gayesindeki olan saldırgan bir yerlilik anlayışının varlığını işaret eder.

Söz konusu saldırgan uygulamaların çeşitli örneklerine siyasal hayatımızda sık sık rastlıyoruz. O yüzden yazıyı bu konuda somut örnekler vererek şişirmenin yararı yok. Ancak her somut durumda “yerli şiddetini” meşrulaştırmak için din, vatan, ecdat gibi farklı terimlerden oluşmuş bir lügatın nasıl devreye sokulduğunu görmek büyük önem taşıyor. Yerliliği çevreleyen duvardaki çatlakları bu malzemeyle hareleyen bakışın en marazi örneğini İsmet Özel’in söyleminde buluyoruz. Özel, uzun zamandır Müslümanlık ve Türklüğü fetih ve gaza kültürü üzerinden bütünleştirme uğraşında. Ona göre Türklük ırksal veya kültürel bir etnikleşme biçimi olmaktan çok, küfre karşı verilen savaş yoluyla varılmış bir inanç birliğidir. Bu yüzden Kürtlük, Arnavutluk davası gütmenin bir alemi yok. Yerli ve milli olanı, yani sırasıyla Müslüman ve Türk olanı tanımak için sadece şu pratik ölçüyü uygulamanız yeterli:

“XVII. yüzyılın başında Osmanlı Devleti'nin hâkim olduğu toprakların haritasına bakan birisi, ‘Bak gördün mü, bütün bunlar bizimmiş’ diyorsa Türk'tür. Ama, ‘Bak bu Türkler nereleri almışlar. Bizim yerlerimizi de, her yerleri almışlar. Bunlar zaten dünyanın başına bela olmuşlar’ diye düşünüyorsan Türk değilsin.”

Bu alıntı İsmet Özel’in “Bir Türk Dünyaya Bedeldir” başlığıyla 4 Temmuz 2015’te yaptığı bir konuşmadan. Efendim, artık herkes açık bir şekilde görüyor ve anlıyor, değil mi? Çünkü bu ölçü milli eğitimin tornasında şekil kazanmış her zihnin ilk bakışta tanıyacağı bir deneyimden hareket ediyor. Öyle aşırıya kaçan, sadece şairlere yaraşır bir deneye kalkışmanızı önermiyor. Son derece kullanışlı olan bir cetvel tutuşturuyor elinize. Bu hesaba göre yabancıların payına bir sıra dayağından fazlası düşmez. Onlara yerlilik cetvelinin avuçları kızartan sızısını hatırlatmaktan başka yapacak bir şey yok. Benim asıl sözüm bu ölçüyü hafife alacak olan ev sahiplerine. Evet, size söylüyorum. Bakın, gerçek hemen elinizin altında. Sizlere en çok bir tarih atlası kadar uzak duruyor. Kendinizi gerçekten tanımak istiyorsanız, lütfen açın bakın Osmanlı haritalarına. Denemesi bedava.


Ahmet Murat Aytaç Kimdir?

Ailenin Serencamı: Türkiye'de Modern Aile Fikrinin Oluşumu (2007), Kitlelerin Ruhu: Siyasi ve Sosyal Tahayyüle Kalabalıklar (2012) adlı eserleri kaleme aldı. Göçebe Düşünmek: Deleuze Düşüncesinin Kıyılarında (2014) adlı eserin editörlerinden biridir. Şubat 2017'de yayımlanan KHK ile ihraç edilinceye kadar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Yardımcı Doçent ünvanıyla çalıştı. Temel ilgi alanları insan hakları felsefesi, siyasal düşünceler tarihi ve siyaset kuramı, radikal demokrasi gibi konulardan oluşmaktadır.