YAZARLAR

Yine alacakaranlıkta!

Safdie biraderler, New York’un bilinmeyen köşelerinde geçen suç filmi “Soygun”, özellikle Robert Pattinson’un performansıyla ayakta kalıyor.

Bu yıl Cannes’da gösterildiğinde büyük sükse yapan “Soygun” (Good Time), en iyi tarafı olan müziklerinin yaratıcısı Daniel Lopatin’e de ödül kazandırmıştı.Filmin bu kadar beğeni kazanmasının ardında, 70’lerin Hollywood sinemasına yaptığı saygı duruşu mu, Lopatin’in müziği mi yoksa görüntü yönetmeni Sean Price Williams’in plastik renkleri kullanmadaki mahareti mi etkili oldu bilinmez. Ama “Alacakaranlık” serisiyle şöhreti yakaladıktan sonra sinema kariyerini bambaşka bir alana yönlendirip ‘gişe’ işlerinden uzak durmaya çalışan Robert Pattison’un performansı herkesin dilinde.

Aslında yukarıda alınan ve aşağıda anlatılacak olan nedenlerle “Soygun” iyi bir film. Bunu buraya not ederek başlamakta yarar var. Yine de filmin kendisinden önceki benzerlerine ne kattığını, onları hangi noktalarda aştığını sormadan edemiyor insan.

PİŞMİŞ TAVUĞUN BAŞINA GELMEYENLER

Hikayeden başlayarak kısaca anlatmaya çalışalım. Kendince ufak çaplı ‘belalı’ bir adam olan Connie, zihinsel engelli kardeşi Nick’in terapi seansını basıp onu aldıktan sonra başlıyor hikaye. Bu ikilinin gerçekleştirdiği banka soygunun ardından işler sarpa sarıyor. Nick yakalanıyor ve hapse düşüyor. Kardeşinin hapiste tutunamayacağını bilen Connie, soygundan kurtarabildiği paralar yetmeyince bir tür tefeci aracılığıyla kardeşinin kefaletini ödeyip onu kurtarmaya çalışıyor. Bu esnada polis tarafından da aranan Connie bir geceye sığan hikayede sürekli kötüye giden ve “yok ardık bu da mı gelecek başına” dedirten bir serüven yaşamak zorunda kalıyor.

Hakkını verelim, yakın dönem Amerikan bağımsız sinemasının dikkat çeken yönetmenleri Ben ve Joshua Safdie biraderler, atmosfer kurma, filmin duygusu ile görselliği/ müziği arasındaki ahengi tutturma konusunda oldukça iyiler. Film boyunca kaçma/kovalamaca ritminin yerinde, perdeden akan plastik renklerin ‘kafa yapıcı’ bir etkisi olduğunu belirtelim. Hem filmin hem de karakterin kafasının iyi olduğunu hissettiriyor seyirciye bu durum. Zaten böyle bir hikayenin içine de başka türlü bir kafayla düşülemeyeceğini anlıyoruz. Ve evet Robert Pattinson, “Alacakaranlık”tan sonra David Cronenberg, Verner Herzog, Anton Corbijn, James Gray gibi bağımsız sinemanın ustalarıyla başladığı yolculukta oyuncu olarak kendisini yeni bir merhaleye taşıyor. Filmin görüntü ve müzik tercihleriyle bütünleşmiş bir bambaşka bir New York anlatısı ortaya koyduğu da not düşelim.

PEKİ, YENİ OLAN NE VAR?

Peki, ama “Soygun”da daha önce görmediğimiz ya da gördüklerimizin üzerinde olan ne var? İngiliz suç sinemasında sıkça gördüğümüz ‘sarpa saran’ suç girişimleri (Trainspotting, Ateşten Kalbe Aklıdan Dumana) ya da yakın zamanda izlediğimiz ve çok benzer bir hikaye anlatan “Sürücü”nün yarattığı sinema evrenine yeni bir şey kattığını söylemek zor açıkçası.

“Soygun”da İngiliz suç filmlerinin eğlencesi, türün benzer filmlerindeki aksiyon yerine biraz daha fazla dram çıkıyor karşımıza. Karakterin kendisini ve kardeşini kurtarmak için yaptığı her şeyin onu daha da batağa çekmesi sinema izleyicisi için yeni bir buluş değil. Connie dışında hikayeye dâhil olan karakterlerin de fazla akılda kalıcı olduğunu söylemek zor.

Toparlarsak, “Soygun” kendisini izlettirmeyi başaran, kurduğu atmosfere seyirciyi inandıran ve izlenmeyi hak eden bir film. Ama heyecan verici bir deneyim, unutulmayacak bir film izleyeceklerini düşünenler için hayal kırıklığı da olabilir!

ORİJİNAL ADI: Good Time

YÖNETMEN: Ben Safdie, Joshua Safdie

OYUNCULAR: Robert Pattinson, Ben Safdie, Buddy Duress, Taliah Webster, Jennifer Jason Leigh, Barkhad Abdi

YAPIM: 2017 ABD

SÜRE: 101 dk.