YAZARLAR

Kadının 'erkekleşme' sorunu

Biraz ukalaca bir söylem oldu farkındayım; fakat burada çok sağlam 2 problem var: Birincisi, kadının iş yaşamında başarılı olabilmek için 'erkekleşme'ye zorlanması. İkincisi, feminizm ile bakımsızlığın/'erkek gibi'liğin özdeşleştirilmesi hatta bu durumun kutsanması.

Bu yazıda tüm kadınların hayatının tam ortasında yer alan; fakat çoğunlukla dillendiremedikleri çok temel bir problemden bahsetmek istiyorum: Kadının ciddiye alınmak için görünüşünü değiştirme çabası ve bu sebeple yaşadığı psikolojik baskı.

Şimdi ben bunu söyleyince okuyanların belki hemen aklına gelecektir; geçtiğimiz günlerde BBC Türkçe’de yer alan bir haber feci yayıldı. Haberin başlığı şu: "İş yerimde ciddiye alınmak için saçlarımı kahverengiye boyuyorum." Haberin başında bir fotoğraf var; kahverengi saçlı gözlüklü, 30’lu yaşlarında bir kadın. Aşağıda bambaşka sarışın bir kadın fotoğrafı daha var. Fakat aslında ikisi de aynı kişi; Eileen Carey. ABD’de Silikon Vadisi'nde çalışan bir CEO, yani çalıştığı şirketteki en üst düzey yönetici.

Bu arkadaşımız özetle şöyle diyor: “İş dünyasında öne çıkabilmem ve ciddiye alınabilmem için saçlarımı kahverengiye boyamam gerekiyordu. Ayrıca lenslerimi ve topuklu ayakkabılarımı da çıkardım. Eskiden manikür-pedikür yaptırırdım artık yaptırmıyorum. Üzerime bol gelen unisex kıyafetler giymeye başladım. Çünkü kahverengi saç beni daha yaşlı gösteriyor ve erkekler sarışınları cinsel olarak fetişleştiriyor. Ben cinsel obje olarak değil, iş yeri lideri olarak görülmek istiyorum.

Yazının başlığını okuyunca önce bir vah vah’lanıyor insan. Tüh bak, ciddiye alınmak için neler yapmış, diyorsunuz. Fakat yazının içeriğini okuyunca, özellikle ilerleyen kısımda benim şarteller attı. Zira, kadının bu ciddiye alınmak için erkekleşme halini yücelttiğini gördüm. Bu şu şekilde ifade etmiş; “Daha geleneksel kültürlerde veya hanelerde yetişen kadınlar gibi feminen olma baskısı hissetmiyorum. Çok küçük yaşlarda toplumsal cinsiyet kalıplarına maruz kalmadığım için çok şanslıyım. Annem de teyzem de feministti. Annemin kısa saçları vardı, hiçbir zaman makyaj yapmaz, topuklu ayakkabı veya elbise giymezdi. Artık annemin kızı oldum. Makyaj ve topuklu ayakkabıyı sevmiyorum.

Off, dedim. Canım sıkıldı. Tadım kaçtı. Yazıdaki çelişkiye mi sinir olayım, kadının kendini feminist sanmasına mı yanayım, böylesi zavallıca bir durumun örnek bir şeymiş gibi lanse edilmesine ve yazının çılgınca okunmasına mı üzüleyim, bilemedim.

Biraz ukalaca bir söylem oldu farkındayım; fakat burada çok sağlam 2 problem var: Birincisi, kadının iş yaşamında başarılı olabilmek için 'erkekleşme'ye zorlanması. İkincisi, feminizm ile bakımsızlığın/'erkek gibi'liğin özdeşleştirilmesi hatta bu durumun kutsanması.

Başarı kavramının tanımı herkese göre değişir; ama 'başarı'yı klasik manada, iyi bir kariyer yapmış, iyi kazanan, yaptığı işlerle iyi anlamda gündeme gelip kutlanan kişi olarak düşünürsek, başarılı kadın olabilmek, bu geleneksel ataerkil yapı içinde bir miktar 'erkekleşme'yi gerektirdiği konusunda şüphe yok. Fakat bu benzetme bile aslında “kırıcı”. Kadının iş yaşamında tabiri caizse yırtıcı olması, tuttuğunu koparması, güçlü bir duruşunun olması, hatta yeri geldiğinde elini masaya vurması niçin 'erkekleşme' olarak ifade ediliyor ki? Burada yine bir erkeği kutsama yok mu? Güç niçin ısrarla erkek olarak anılıyor? Zaten bu “erkek” kelimesinin kendisi dahi başlı başına fiyasko. 'Erk'ten yani 'güç'ten türüyor sonuçta. TDK’da 'kadın'ın anlamına bakın; 'hizmetçi' olarak geçiyor. Rezalet.

Neyse hadi bu kısmı bir kenara aldık; bu erkek-egemen yapıda başarılı kadınlar ne kadar erkekleşmeden başarılı olsalar da, ne kadar feminen/kadınsı kalsalar da, çevre onları kendiliğinden erkek gibi görmeye başlıyor. Bu çok tuhaf ve sinir bozucu bir şey. Geçen bir erkek arkadaş şunu dedi; "Çok yere koşturup yetişmeye çalışan kadınlar 'kadınsı'lıklarını yitiriyorlar." Sinirlerim bozuldu, gülmeye başladım. O da bana tuhaf tuhaf baktı ne gülüyorsun gibilerinden. "Şu koskoca ataerkil sistemin en net ve muhteşem örneklerinden birisin" dedim ne diyeceğim…

Ne yapsak olmuyor, düşünsenize. Her yere yetişmek bile sorun oluyor. Manikür-pedikürünü, ojeni makyajını eksik etmedin, topuklunu giydin, kuaförüne gittin, şık şık giyindin, şu ana kadar gayet “kadın kadın”sın. Ama o toplantılara gidip poz kestiğin, aynı anda birçok yere zırlayıverip birçok iş kotardığın anda kusura bakma bir Murat bir Osman oluverdin. Kadınsılık nasıl korunur; böyle prenses prenses takılıp, koca parası yiyip, şu alışveriş merkezi senin bu kuaför benim tarzını koruyarak mı, diye sorunca da; “Hayır tabi ki de, ben kadının zeki, çevik, kendi ayakları üzerinde duran, güçlü olanını severim!” diyorlar hararetle. Haydaa..

Başlangıçta bu zekilik, çeviklik seksi geliyor erkeklere; ama bu tarz kadınları kesinlikle evde eşleri olarak düşünemiyorlar (Bu arada genelleme yapıyorum, lütfen bu kısımları aşmış erkekler alınmasın). Zekilik, çeviklik, başarılılık erkeğe özgü niteliklerdir ve bu özelliklere haiz kadınlar da o erkeklerin bilinçaltında “erkeksi” olarak kodlanıyor doğrudan.

İşte tam da bu sebeple, iş yaşamında insanlar 'kadın kadın' birini gördüklerinde, onu kafalarında 'lider' pozisyonuna oturtamıyorlar ve o kadının kariyer basamaklarını tırmanışı çok sayıda engele takılıyor. Kadın, enerjisinin önemli bir kısmını, iş çevresindeki erkeklerin cinsel ataklarını geri savuşturmakla geçiyor zaten.

Yukarıdaki haberde beni rahatsız eden ilk şey şu oldu; kadının ciddiye alınmak için kendinden ve olduğu şeyden vazgeçmesi. Bu kadının hak mücadelesini bilakis baltalayan bir tutum. Doğru, çok çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalıyoruz; fakat bu kesinlikle bizi olduğumuz kişiden farklı bir kişi olmaya zorlamamalı. Biz olduğumuz gibi kalarak kazanmalıyız bu mücadeleyi. Aksi halde erkek-egemen sisteme boyun eğmiş ve ipleri sisteme teslim etmiş oluruz. Kadın, sarı saçıyla manikürüyle topuklusuyla ciddiye alındığında gerçekten 'başarmış' oluruz. Hiç kusura bakmasın, erkekleşerek kazandığı CEO pozisyonunun bizim kadın mücadelemize hiçbir katkısı olmadı Eileen Carey’nin. Öyle güzel güzel anlatıyor ama bu röportajla, lider pozisyonuna oynayan kadınlar için erkekleşmek gerektiği algısını meşrulaştırmış bile oldu.

Tam da bu haber üzerine, bir yerde Kubilay Tunçer’in konuya cuk oturan cümlelerini okudum ve derhal not ettim, paylaşayım: "Kadınlardan erkeklerin dünyasına eklemlenmeleri bekleniyor maalesef. Buna siyasette siyasi transvestizm deniyor. Yani, bir kadın başbakan oluyor ama erkek gibi davranıyor! Övmek için de, “Vay be erkek gibi kadın!” diyorlar. Bir kadın erkeğe eklemlenmediği zaman ya Camille gibi deli muamelesi görüyor ya da cüzzamlıymış gibi dışlanıyor."

Ne kadar güzel ifade etmiş öyle değil mi? Hayran kaldım. Bu konuyu Camille Claudel gibi hayranı olduğum önemli tarihi karakterler üzerinden deşmeyi çok isterim ilerleyen zamanlarda.

Konunun, belirttiğim üzere bir de ikinci boyutu var: Feminizmin “erkeksilik” ile hatta bakımsızlıkla özdeş algılanması. Şimdi bunu kime söylesem karşı çıkacak belki yok öyle bir şey diye. Hayır, hepimiz biliyoruz ki, bal gibi de var.

Öncelikle şunu söyleyeyim; Kadının insan hakları mücadelesine girdiğim ilk anlardan itibaren, bir tavır olarak feminen ve bakımlı hatta süslü kadınların bu mücadelede özellikle var olması gerektiğini savundum. Bu 'sol' mücadele için de geçerli. Çok kereler yaşadığım bir şey var ki o da şu; topuklu ayakkabında, eteğinle, takıp takıştırdığınla, 'sol' ortamlara girdiğinde ilk etapta “Bunun ne işi var burada?” düşüncesini okuyorsunuz insanların gözlerinden. Özellikle de erkeklerin. Bu çok rahatsız edici olmakla birlikte esasında eğlenceli de. Aslında o çok eşitlikçi, özgürlükçü kişilerin bazı şeyleri içten içe nasıl da sindiremediklerinin göstergelerinden biri. Hani hep konuşuyoruz ya, 'solcu erkekler'in erkek-egemen kodlarını.

İşte bu da bir değişiği. Kolyene yan bakış atmalar, her defasında şöyle bir boydan boya süzmeler… Ne o? Beğenemedin mi? diyesi geliyor insanın doğal olarak. Diyorum da bazen. Yok yakışmış, kem küm oluveriyorlar. Hayır, ne diyecekler, bir şey deseler kendileriyle ters düşecekler biliyorlar, böyle acayip bir şey oluyor. Sonra bana yine bir gülme geliyor.

Alışın diyorum, alışın... Açıkçası ilk başta rahatsız ediyordu bu tuhafsamalar beni; fakat sonradan bu durumdan zevk almaya bile başladım. Çünkü insanların kafalarındaki kalıpları yıkıyorsunuz. Bir nevi eylem biçimi. Örneğin, sık sık hatırlarım, bir defasında biraz matrak bir dostum “Yahu senin şu an bu saatte, şu meşhur eşofman altlarından giyip, bir yandan ojeni sürüp diğer yandan sevgilinin kanadının altında film izliyor olman gerekirdi. Güzelsin, eğlencelisin ne işin var feminizmle şunla bunla. Saat olmuş bilmem kaç sen toplantıdan yeni çıkıyorsun!” Güldük tabii. Şaka yapıyordu ama ikimiz de biliyorduk ki gerçek olduğu için bu kadar komikti.

Şimdi bu haberdeki kadın da diyor ya; annem de feministti, saçı kısaydı, makyaj yapmazdı, ben de artık manikür yaptırmıyorum, toplumun 'kadınsı ol' baskısı umurumda değil, diye. İşte bu algı biraz tehlikeli, çok ince bir çizgi üzerinde oynayan bir algı. Süslenmek ya da toplumun “kadınsı” anlayışına uymak zorunda hissetmemek feminizmin en önemli tavırlarından biridir. Amma ve de lakin, süslenmenin bakımlı olmanın feminizmle ters düştüğünü söylerseniz orada ayrışırız. Dediğim gibi bu çok ince bir çizgi.

Feminist yahut solcu ya da her ikisi birden kadınların yeşil parkalı, makyajsız, süssüz hatta bakımsız, çatık kaşlı ablalar olduğuna/olması gerektiğine ilişkin genel bir algı var. Bunu kırmamız gerekiyor; çünkü bu algı bize insan da kaybettiriyor. Sen makyaj yapmak istemeyebilirsin ama ben istiyorum. Benim canım rengarenk şeyler giymek istiyor ve aynı zamanda kadın-erkek eşitliğini savunuyorum, ne olmuş yani? Üstelik bunu kendimi birilerine beğendirmek için yapmıyorum, canım öyle istiyor! Ben öyle mutluyum. Makyajlı manikürlü çok daha iyi hissediyorum kendimi ve aynaya baktığımda keyfim yerine geliyor. Yani? Sana ne!

Haberde de kadın, artık fikrini değiştirmiş, bol şeyler giyip makyaj yapmamayı tercih eder olmuş olabilir. Ama bu durumu feminizme bağlaması son derece rahatsız edici. Velhasıl, ben bu kadına bir türlü üzülemedim, sadece sinirlendim. Yine de hakkını yememek lazım, bu haber bahanesiyle bence çok çok önemli bir sorunu dile getirmiş olduk, gıyabında teşekkür de edelim.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.