
Bir Cemal, bir Ahmed, iki Üsküdar
İkisi de soyadı kullanmadı. Biri dış sürgündü, öbürü iç sürgün. Ne demişti Arif Damar: “Bir dalı kırdık diyelim / Şiirden başka nereye konur?” Şiire kondular.
Ahmed ile Cemal’in dostluğunu Kürt olmalarına yoranlar çoktu, hele Cemal’in Ahmed hakkında 1969’da yazdığı yazıdan sonra. Bunlardan biri Nevzat Üstün’dü (1924-1979). Üstün, Türk şiirinde Ermeni soykırımını “tarafsız” şekilde yazan ilk şairdir diyebilirim (Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” 1961 ve 1966’ya kadar yayımlanamadığı için böyle diyorum). 1955’te çıkan “Cüceler Çarşısı” kitabındaki “Hacın Kapısı” şiirine bakılabilir.
Cemal 14 Mayıs 1980’de “Aydınlık” gazetesinde çıkan köşe yazısında şöyle diyor: “Nevzat Üstün son yıllarda Ahmed Arif’i çok seviyordu. Ama o dediğim yazı çıktıktan sonra birkaç kez gelip imalı laflar etmişti: Ahmed Arif’i böylesine tutmamın ‘etnik bir nedeni’ olamaz mıydı acaba?”
Bu imalı sözleri sarf edenlerden biri de İlhan Berk’ti. Onun da Kürt olduğunu düşünürüm, yazarım belki bir ara. Cemal diyor ki: “Hemen ekleyeyim, geçende İlhan Berk’le Papirüs için bir konuşma yaptık. Ahmed Arif üstüne yargısını değiştirmiş.”
2001’de Berk’le “İsim-Şair Oyunu” adlı bir söyleşi yaptım. Ben bir şairin adını söylüyordum, o bir cümle, belki doğaçlama bir dize ile tarif ediyordu. “Ahmed Arif” dedim, “silahsız bir kovboy” dedi.
Ahmed ile Cemal, içine doğdukları dili kaybetmiş iki şairdir. Daha doğrusu dilleri yasaklanmıştır. Bu yüzden başka bir dil olan şiiri başka bir dilin içinde yaratırken başka bir dil kurarlar.
Cemal için Türkçe, “Annesi öldürülmüş birinin üvey annesini sevmesi”dir. 1986’da der bunu. Hayatında yankılanan bir şeydir üvey annelik. Öz annesi öldükten sonra iki üvey annesi olmuştur; ilki çok kötüdür, ikincisi çok iyi.
Cemal ne Kirmanckî bilir, ne Kurmancî. İki kez Kürtçe öğrenmeye karar verir. İlk girişiminden bir ay sonra 12 Eylül darbesi olur, ikinci girişiminden bir ay sonra ölür!
Ahmed Türkmen-Kürt melezidir. Kurmancî de bilir Kirmanckî de. Kendini Kürt ve Kürdistanî sayar. Ama sansür diye bir şey var. Dilini kodlar. Şu dizeler çok önemlidir: “Bir yanın çığ tutar Kafkas ufkudur / Bir yanın seccade Acem mülküdür.” Burada anlatılan ülke bariz biçimde Kürdistan’dır.
Bu dizeler “Otuz Üç Kurşun” şiirinde geçer, hemen başında. Hem öyle kitapta görülen kısmı ile de değil. Bu şiirden 34 dizelik bir bölüm, ilk olarak 15 Eylül 1952’de, “Beraber” dergisinde çıkmıştır. Şiirin altına düşülen notta şöyle denir: “Aynı adlı dosyadan.” Yani Ahmed, “Otuz Üç Kurşun”u bir kitap ve kitap adı olarak düşünmüştü.
Ahmed ile Cemal; birbirinde yankılanan iki ayrı muamma. Her bir dizelerinin gerisindeki anlamların gerisinde de anlamlar, göndermeler var. Her şairden daha iyi şairler oldukları için değil, anlamı ve meramı daha fazla saklamak zorunda oldukları için bu böyle. İşte bakın geniş göğüyle Üsküdar’dayız.
Ahmed’in “Uy Havar”ın şiirindeki Üsküdar. Kitaptan okuyanlar şöyle bilirler: “Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu!” Ama o da öyle değil.
Şiirin önce adına bakalım. “Hawar” o. Çağrı demek o, imdat demek, savaşta dara düşmüş birilerinin yardımına koşmak demek, taziye demek, dayanışma demek, çığlık demek. Ahmed Arif’in dili, Türk şiiri sentaksı içinde değildir. Kürdün Türkçedeki jestidir.
Bu dizenin ilk hali şöyle: “Üsküdar’dan bu yan dördüncü ordu!” Bu Üsküdar, başka bir Üsküdar. Bingöl’ün Sancak nahiyesine bağlı Işkedar/Üsküdar köyü. Burası Dersim sınırıdır.
Dersim katliamını bilenler hemen “dördüncü ordu”yu fark edecektir. Koçgirî’den de yankılanan General Abdullah Alpdoğan’ın dördüncü ordusu bu.
Ahmed daha da ileri gider ve “dördüncü ordu”yu Kürdistan olarak kodlar. Cemal’e yazdığı bir mektupta şöyle der: “Biliyorsun ikimiz dördüncü orduluyuz.” Bu “dördüncü ordu”yu haftaya yazayım.
“Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu” da bir koddur. İlk halini, yani “Üsküdar’dan bu yan dördüncü ordu!” dizesini yayımlamak sorun olacaktır belki. Ahmed bunu daha önce de yapmak zorunda kalmıştı. Attilâ İlhan’ın hazırladığı bir antolojiye “Rüstemo” şiirini “Rüstem” adıyla göndermişti, 1948’de.
Şair sözün gerisindeki anlamın arkasına başka bir anlam daha gizler. Böylece yüzeysel okuyan kişi, kitaptaki dizeyi klasik Anadolu yüceltmesi içinde görür. İstanbul’u Osmanlı sayıp ideal Anadolu’yu halkın sayan algı işte. Gerçekten öyle mi peki? O “lo” neden orda o zaman? Şiirin ilk halinde Samantı Suyu neden ikinci halinde Şahmurat olur? Bir yerden eksiltmek zorunda olduğuna ikinci yerden ekler çünkü.
Bu Üsküdar, İstanbul’daki Üsküdar değil. Bu Üsküdar, Dersim sınırıdır. Hem şiir hem de fizikî haritada sonrası Munzur’dur, kan akan Şahmurat suyudur!
Not: Bu yazılara çok sayıda dostun katkıları oluyor. Yazılar bitince adlarını da yazacağım.
27 Nisan 1972’de Batman’ın Mêrîna köyünde doğdu.2000 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Etnoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998’de Halkevleri Roman Ödülü’ne değer görüldü. Yüksek lisansını (“Cemal Süreya Şiirinde Bedenin Yazınsallaşması”) ve doktorasını (“Türk Şiirinde Taşra: 1859-1959”) Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 2009’da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 2011’de, Exeter Üniversitesi’ndeki (İngiltere) Centre for Kurdish Studies’de konuk hocalık yaptı. Hrant Dink Vakfı tarafından “dünyada, geleceğe dair umudu çoğaltan kişiler”den biri sayılarak “2011’in Işıkları” arasında gösterildi. Radikal gazetesinde başladığı köşe yazarlığına (Kasım 2013-Kasım 2014), Ocak 2017’den beridir Gazete Duvar’da devam ediyor. Dört Türkçe iki Kürtçe şiir kitabı, bir romanı, iki antolojisi, 12 çocuk kitabı, yedi roman-öykü çevirisi, iki şiir kitabı çevirisi, bir çevrimyazısı, bir gazete yazıları ve iki edebiyat kuramı kitabı yayımlandı. 6 Ocak 2017’deki 679 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Amed’de yaşıyor.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Gerçeğin yarısı
Özgür Ülke yerinde değildi! Bombayla darmadağın edilmişti. Özgür Ülke’nin külleri İstanbul’un üstüne yağıyordu.
Tercih kılavuzu
Üstümdeki camı açıp aşağıya sarkarak o Êzdîlere “ben de sizdenim” diye bağırmak istiyordum, “ben de sizdenim, ben de sizdenim...”
Önce birer enstitü alır mıyız?
Devlet aklı, Kürtlerin baki olan ulusal-demokratik hak taleplerinin bir iki yansımasını birkaç taşralı işgüzârın insafına terk edemez. Aksi takdirde yarın öbür gün bir “normalleşme” olduğunda kimseyi vaat ettiği hiçbir şeye ikna edemez!
İmza serüvenim
Zaten Barış İçin Akademisyenler’e (BAK) en çok saldıran okulların idareleriyle Gülenciler arasındaki güçlü bağ dikkat çekici!
Yıkımın mimarı
Ona iyi diyor, buna mükemmel diyor, şuna âlâ diyor, ona yahşi diyor, dünyayı magnetosfere kadar iyimserlikle dolduruyor.
Veda: Kalemin iştahı
Kalemin bir iştahı var. Kalemin iştahı, birilerinin canını yakma sınırına varamaz. Kalem kaderi yazar, yazı ise alında parlar.
Antalya’nın 'kuyruklu Kürtleri'
Bazı kaymakamlar tarihçi ve dilbilimcidir! İki akademisyendeki bilimsel kafanın aynısından kaymakamda da var tabii.
Ankara’nın fethinde Kürtler
Bugün Seloları rehin alan Ankara’nın Müslümanların eline geçmesinde Seloların atalarının önemli bir rolü vardır.
Birkaç değini
Yine sormalı o zaman: Xanî Araplardan Gürcülere mi demek istemişti yoksa Arap ülkesinden Gurgan’a mı?
Derkenara yazılsın
Ne kadar sündürülürse sündürülsün diyecek az şey var artık. İktidar ayıklananlarda çünkü.
Bir kitap, bir tarih
Sosyal bilimcilerin II. Mahmut dönemine irca edip vurgulamaya pek bayıldıkları merkezîleştirme siyasetini söz konusu döneme taşımak mümkündür.
Yaygın anlatı
Kemalizm, Marksizm, İslamcılık ya da Tahirizm ile gerçeklik uyuşmuyordu, en az nispeten karşı olunan anlayış kadar.
Kasım tezleri
Siyah rujun iyi bir fikir olmadığını düşünürüm. Zaten “rouge” Fransızcada kırmızı demek. En iyisi kırmızı.
Ahmed Arif ve 34. kurşun
Roboskî’de hemen ve yine aklımıza geldi. Bu tür şiirler sadece geçmişi değil, geleceği de tanımlar çünkü; değişmeyen, değişmek bilmeyen geleceği.
Rüstem ile Rüstemo
Antropoloji yüzeyde, arkeoloji derinde, politika her yerde, poetika ise şiirin içindedir.
Dağ ve dili
2006’da bir bahar sabahı o dağa karşı uyandım. Dağın kendini nadiren gösterdiği sabahlardan biriydi.
Mardin’de bir sahaf
Bir yaşanmışlık var, her bir sayfanın hayata değdiği bir yer, dünyaya dediği bir söz olmuş çünkü. O zaman her eski kitap bize geçmişten gönderilen bir mektuptur.
11 yıl sonra
Günler günlere ulanırken erimeye başladın, yorgun bir çiçek gibi önce taç yaprakların soldu, boynun büküldü, renklerin kenarlarına döküldü.
Ekim tezleri
Zenginler Ramazan ayında Ramazan menüsü yiyip yoksullara Ramazan paketi alırlar.
Mem’in Guernica’sı
Mem Ararat’ın müziği, insanın tarihe mahcup olmamak için kulak vermesi gereken hafızanın şiiridir. O müziğin içinde bir güvercinin kanat sesi yankılanır.
Tarihin iktidarı, iktidarın tarihi
Bir noktadan sonra anlattıkları, daha doğrusu örttükleri şeye değil, üslûba bakıyor insan. Akademik dil, etik ve yaklaşımı filan geçelim, soru çok doğrudan: İnsan nasıl bu kadar kolay yalan söyler?
Sonbahar tezleri
Okumadığı bir kitap ya da izlemediği bir diziden söz edilirken renk vermeden muhabbete katılanların tamamı, kitap ya da filmdeki bir ayrıntıdan söz edilirken gülümseyerek “orayı tam hatırlayamadım yaw” der. Aynı şey aynı muhabbette 20 kez gerçekleşse bile kimse onun yalan söylediğini fark etmez, çünkü okuyanlar ya da izleyenler kendilerini “bahsetmeye” fazla kaptırırlar.
Kayyımlar ve dengbêjler
Bu re-colonization, dünyadaki ilk örneklere geri götürüyor bizi. Hatırlayalım, New York’un ilk adı New Amsterdam’dı.
Eylül başı tezleri
Ehliyet kursunda kursun, hatta ilin en iyisi olmak için hırs yapanların yüzde 42’si, üniversite sınavında ilk on tercihine yerleşememiş kişilerden oluşur.
Zamanın yankısı
Nizamettin Ariç’in müziği, bir görsel şiirdir sanki. Bir şiire şiirden bir ezgi giydirmektir.
Yeni bir evin uğultusu
Sırtını dönmenin bir nedeni de bu mu acaba? Ölüm yokmuş gibi davranmak... Oysa ölüm yoksa bile ölmek diye bir şey var!
Kitaplar, mevsimler, salonlar
Eylül gibi birkaç kişiyle tutulan bodrumlara, güneş görmeyen odalara, tenha ve uzak kooperatif evlerine taşındı. Ben eskiden eylülün bir mevsim olduğunu sanırdım.
Bir yolun yolu
Terk edilmiş köylere terk edilmiş ninelerin, dedelerin oğlu gibidir. Sanki bir ocağı bekler, bir avluyu, gelmeyen bir mektubu.
Zaman ey!
Zaman ki geçen bir şeydir. Hüzün değil, bir nehre benziyor. Bir rüyanın içinden geçerek unutmaya karışıyor. Zaten hatırlamak denen şey, kişinin eski kendisiyle karşılaşmasıdır.
Bellekteki kedicikler
TV ile aslında müşterilere vitrine çıkarılmış “mallar” sunuluyordu. Bu pazarlama tekniği, dinin örttüğünü aşırı vurgulama üzerinden gerçekleşiyordu.
Fuat Sezgin ve uzun yüzyıl
O, Kürtlüğünü derine gömdükçe onlar en derindeki izleri yüzeye çıkarıp Kürtlüğüne yordular. O da hep korktu, hatta sadece korktu.
İki kültür-II: Otoasimilasyon
Üç vakte kadar siyaset toplumsal alan gibi kültürel alana da dönecek. Ama siyasete borçlu olan kültürel alan şimdi siyasetten alacaklı.
İki kültür I: Yeni yandaşlar
Herkes bir yere yetişecekmiş gibi paso konuşur. Uyuz bir tasavvufî müzik duyulur ama dinleyen yoktur.
Kürtlerin son seçimi
Entegrasyonun “ince” bir hesabı da varsa, Kürtlerin eline ne geçecek? Elbette mümkün olan en büyük kazanımda ayak diremeli.
Haram kemik, Bağdat ve güvercin
Gömülmeyen, gömüldükten sonra necismiş gibi dışarıdaki huzursuzluğa fırlatılan her ölü, yaşayan herkese bu pisboğaz saldırganlığın eski bir merhametten türemiş olabileceğini söyler.
O bakış
Yeniden korkacağı günler yaklaşıyor o bakışın. O gözlerin bir daha kimseye öyle bakmaması gerektiğini öğrenmesi için sandıklar yaprak açmalı.
Gençliğin uzak şehrinde
Kadınlar ağır ve yorgun bir rüzgâr gibi gittiler işte. Seçtiler kalın duvarların yankısını. Oysa perdesiz hastane pencerelerinde beklemeli ölümü.
Burjuva Engels!
“Zenginin parası fakirin çenesini yorar” derler ya, biz de bu yazıda biraz çenemizi yoracağız. Parası çenemizi yoracak olan zengin sıradan bir zengin değil; Marksizm’in iki kurucusundan biri olan Friedrich Engels. Tristram Hunt’ın verdiği bilgilerden yola çıkarak Engels’in ‘parasal’ durumunu inceleyeceğiz.
Günlerin bugün getirdiği
Dipte biriken bir dalga bu. Mayıs sonuna doğru öyle bir coşacak ki, direngen bir halkın onuru ile oynanmayacağını herkese gösterecek.
Nevzat’ın kısa tarihi
Ne Yüksel gibi sinik, ne Işık gibi dönek. Onun özelliği, hiçbir özelliğinin olmaması.
Gökyüzü eliyle Şükriye Erden’e
Sen kuşları merak etmeye devam et yine de. Onlar göğün meyveleridir. Her baharda yeniden kanat alıştırırlar.
Ayçiçeklerinin eliyle Dêran’ın annesine
Yedi renkli çiçekler bir serinliğe açılıyor yaylalarda. Istıraplı dağlarımız yağmuru dansa kaldırmış. Gamlı rüzgâr, bulutları sürüklüyor senin Silvan’ına doğru.
Bi destê gulberojan bo dayîka Dêranê
Kulîlkên heft reng xwe hênik dikin li zozanan. Çiyayên me yên sotî baran rakirine dansê. Bayê xemgîn ewran diqelêbe ber bi Silîvana te ve.
Kerem’in sesi
Sanki hiç yaşamadı bizimle. Bizim bu saçma tasavvufumuza hiç kapılmadı, bizimkiyle farklı bir yüzyılda yaşadı.
ErKan
Filtresiz sigaralarımızdan kalan tütün, fuayedeki yüksek ayaklı küllüklerde biriken gösterişli izmaritler içinde içli içli parıldıyor.
El-netice
Söz konusu divanda birkaç Arapça ve altı da Kürtçe manzume bulunuyor. Geri kalan manzumeler Türkçedir.
Bir casusun poetikasına giriş
Türklüğe terfi etmiş tek bir kişi Kürtçe şiir yazıyor, o da casus. Hümanist Türk şiirinin külahı eline alıp düşünmesini umalım da umut olarak kalacağı kesin.
Çıkan kısmın özeti
Bu sefer işler karışır, zira deşifre olmuştur. Halep’te tanıdığı bir Suriye jandarmasını öldürür! Sadece bu mu? Şeyh görevini tamamlayan müritlerini de vurmaya başlar.
Casus şeyhin maceraları
Soğukoğlu Afrin’e özerklik talep eder ancak Fransızlarla diyalog kurma çabası karşılıksız kalır. O özerk bölgede ne yapacaktı peki? Bugün yapılmak isteneni tabii: Kürdün arsası üzerinde bir şeriat üssü!
Artvin’den Afrin’e
Kürtlerin boynuna siyasî manevra yapabilmelerini engelleyecek şekilde erdem yükünü asanlar ile bir daha dirilmeyecek şekilde idam hükmünü asanlar arasında fazla bir fark yoktur.
Rojava’da Türkçü bir şeyh
Bir şeyh, bir seyit denen Soğukoğlu, ne şeyh ne de seyittir. Vazife imanı ile doludur ve vazifeyi ifa ettikten sonra amirleriyle karşı karşıya gelir.
Casus mu, şeyh mi, şair mi?
Çiyayê Kurmênc (Afrin) yöresinde büyük bir nüfuza sahip olan Soğukoğlu’na hem Suriye milliyetçileri hem de Kemalist Türkiye destek veriyor.
Yeni anonim
Eğer kişi başkası da olabilecekse o zaman kendi de anonimleşebilecek. Rica etsem şu felsefenin de üstüne bir çarpı atar mısınız?
Peki nereye?
Gök mavidir mesela, gencölmek iyi bir şey değildir, kimsenin toprağına el koyma, ölüye dokunma, diriyi koru…
Yeni ‘Yeni efendiler’
İslâmcı eskileri efendilerinden Kürtlerle savaşmanın zafer garantili olmadığını öğrenmeliydiler. Çünkü Kürtlerin bir tarihi vardır, İslâmcıların ise saptırılmış bir öfkesi.
Fırat’ın batısı ve 30 km
Yıl olmuş 2018, ama yönetici akıl aynı. Oysa 1930’larda maruz kalan Kürtler, şimdi müdahil oluyorlar. Munzur, Afrin’e akıyor.
Kürdün maliyetinin Kürde maliyeti
Barış sözcüğünü kullanabilen aydınlar ve partiler hep bu maliyetten söz ettiler. Devlete bu sorunu birkaç hak kırıntısı ile çözersen daha da büyürsün dediler.
Gön: Ahmed Arif
Ne adını söyledi, ne yoldaşlarının yerini. Yargılanmasına karar verildi. Bilindiği gibi sömürgeciler hukuka çok önem verirler!
Ara toplam – II
Yıkılmak ve sinmek, lükstür. Şu zaferi bir görelim, ondan sonra varoluşçu da oluruz, nihilist de!
Ara toplam - I
Gazete Duvar bizden. Sahip ve editörlerinin büro çalışanları ve yazarlarına çay yapıp getirdikleri bir gazete.
Sol açık
Sırrı Süreyya Önder, “mahallemizi eleştiriyor, koşun” diyor. Ona kalsa Güney’de Kürt sağı yenilmişti. Bense Güney’de Kürt solu yenildi diyorum.
Buğday’daki irfan
Film siyah beyaz ama çok sarışın. Devlet zoruyla mücahit yaptığınız gençlere sunduğunuz ütopya, hatta distopya bu mu?
Güney’de yenilen kimdi?
Güney’de iki minik Kürdistan kurma denemesi, çok daha büyük bir yıkım ve bölünmeye yol açacak bir “birakujî” girişimiydi.
Ölme ha!
Çocukluğu “kalbinde en derine” gömen bu adamlar için özgürlük, “dost olanın gülüşüdür.”
Bilimsel tezlerim – II
İnsanlık tarihinin en önemli icadı “mandal”dır. Bir kere şekil olarak mükemmeldir ve diğer bütün icatların aksine doğada mandalı esinleyecek herhangi bir nesne yoktur.
Bilimsel tezlerim - I
Bir zamanlar İzettin Doğan ve “Le Cemaat”in hizmet erlerinin temelini attıkları cami-cemevi projesinin tutmamasının nedeni, projede markete yer verilmemesidir.
5 Haziran’daki çocuk
Gençler delirmiş gibi. Durdurmaya çalışıyorum. Omzuma dokunan biri, “kopan ayak gördüm abi” diyor, “psikolojim çok bozuk!”
Derin dondurucu
Çaylar soğuk gelsin, namlular bize dönük olsun, kimse bizi insan yerine koymasın, önemi yok. Göğsümüzde bir ayaklanma var.
'Seher'in dış görünüşü
Demirtaş’la kıyaslamak ayıp kaçacak ama Ahmet Davutoğlu yazsa Livaneli bu sıfatları kullanır mıydı? Efendi kafası bu.
İsmet Behramoğlu
Bu dergi, “Halkın Dostları” dergisidir. Dergi için seçilen bu “yanlış” isim, İsmet Behramoğlu tarihinin özeti gibidir.
Büyük erkekler
Bu dergilerde yazanların çoğu büyük erkekler. Çok afili duruyorlar. Delikanlı ve kostaklar. Bir bakışta hayatın anlamını filan anlıyorlar.
Bir Cemal’in bir Ahmed yorumu
Cemal, Ahmed’in şiirini anlatırken art arda gelen iki cümlede şu sözcükleri kullanır: Cesaret, yiğitlik, pınar, yer altı suyu, tipi.
Bir devrimci olarak Melih Gökçek
Elitlerin Ankara’sına karşı köylülerin, taşralıların, yeni zalimlerin Ankara’sını kurdu. Hani eskiden Ulus’a giden köylüleri tutup Haymana yoluna atıyorlardı ya, işte o köylüler şimdi Ankara’nın başına geçmişti.
Bir Cemal, bir Ahmed, Dördüncü Ordu
Ahmed daha keskin, Cemal daha korkmuş. Cemal altı yaşındayken Dersim’den sürgün edilmiş, Ahmed zemheride.
Bir Cemal, bir Ahmed
İnsan kendi gibi birini görünce kendinin nasıl biri olduğunu fark eder. Ahmed ile Cemal’in macerası öyle bir şey.
Başkasının taşrası
Eskiden merkezden korkardı. Şimdi fethetti. Merkezde ezikliği nedeniyle ihtiyatlı, ama taşrada biat etmeyene karşı vahşi.
25 Eylül: Mahmûdiyet referandumu
Konu, ne yaşadığımızı efendiye anlatmamız değil, efendinin bize ne yaşattığını itiraf edip ayaklarımıza kapanmasıdır.
Evimizin hayvanları
Hayat diye bir şey var, kalanlar için devam eden bir şey. Salça yapılacak.
Yirmi maddede burjuva dizileri
Teoriyi yanlış öğrenmişiz. Millî ve yerli bir burjuvazi bu: Eşraflık üstü az somon havyar.
Ka’be’den kampüse
Tavandaki kanunsuzluk tabana “kendi kanunsuzluğunu kendin yap” şeklinde yansıyor. Bir tür kendin pişir kendin ye.
Yardımcı doçent, doçent yarısıdır yavrum!
Profesörlük süresi kadar doçentlik ve yardımcı doçentlik kadrosu bekleyen hocalar var.
Alkışını paylaşmak
Dünya sahnelerini dolaşır ama onu Dersim’de bir ağacın gölgesinde bulursun, Munzur gözelerinde uykuya dalmışken, Hilvan’a giden bir dolmuşta, Lice’deki asmalı bir kahvede.
Hakkâri’de her mevsim
Romanın Kürtleri anlatan diğer romanlardan farklı yanları da vardır. Mesela öğretmen “onların dilini öğrendim” der. Romanda bu dilden tek bir sözcük görürüz: Na (hayır).
Yeni iç tüzüğe katkı
Bundan kelli Kürdistan demek yasak olacakmış. Ama meclisimiz neyi yasakladığını biliyor mu? Kürdistan bir değil iki değil ki. Hangisi yasaklanacak?
Hakkâri ve İstanbul aşkı
Köprü maketine bakıyorsun. Baba, kız ve haberi yazan gazeteci; hepsi birden yalan söylüyorlar.
Faşizmin maliyeti
Haklı çıkmamıştım. Kimse haklı çıkmaz. Zulüm sonsuz değildir. Zalim bile bilir.
Xanî’nin eli
Xanî’nin o eli, bizi yüksek bir edebiyatın dehlizlerine çağırır. Zamanın tamamına seslenir. Bir dağa anlamış gözlerle bakar.
Nuriye, Semih, Veli…
Haklıyız da haklı olmak neye yarar? Her şey açık işte: Her yerde insanlar, canlılar, dağlar taşlar ölüyor, öldürülüyor.
Çomar II
Ne olduğumuzu Cemal Süreya söylemiş zaten, biz de tekrar edelim: “Celaliyim / Celalisin / Celali!”
Çomar I
Siz siz olun kimseye Çomar demeyin. Çünkü o, kahraman bir isyancı aslında.
Halepçe antolojisi
Sanmam başka bir dilde bir şair bir Halepçe şiiri yazmış olsun!
En sakallımız
Adana’nın dip sokaklarında Arabî, Türkî, Kürdî bir koro gibi dağılıyoruz. Sakallı adamlarız, Haso en sakallımız.
İmhadan ihyaya
Yoksullar, TOKİ'nin devlet bursuyla okumuş mühendislerinin öngöremeyecekleri şekilde dönecek ve gasp edilen hayatı yeniden kuracaklar.
Gelecek seçimde Kürt oyları
CHP seçim yapmadan kendini seçilmiş sayardı, AKP ise oy kullandırıyor, ama kendisine verilmeyen oyları da kendinin sayıyor. İleri demokrasi böyle bir şey.
Sıradan faşizmin şarkıları
Her zaman haklı bir ton; herkes aptal, herkes pis, bir ben güzelim.
Dört mevsim yas
Feslalar, Nuriler, Tahalar, Zehralar, Medetler, Viyanlar arasında. Yazılsa ancak böyle yazılabilirdi. Böyle yazılmış.
'Herkezin yağmurla bir anısı vardır'
Dünyaya diyecek bir sözü var Şaban Altay’ın. Dünya onun gibi zarif, gururlu, mütevazı insanların hatırına dönüyordu sonuçta.
Horasan yollarında – IV
Gündüzler kuzey dağlarından, geceler hemen ötedeki devasa çöllerden belirdi. Dönüş vakti geldi çattı.
Horasan yollarında – III
Göç yolu üzerindeki pek çok yerde bakiyelerle karşılaşma, aşiretlerin tamamının Horasan’a ulaşamadığını ya da ulaşanlardan bir bölümünün döndüğünü gösteriyor.
Horasan yollarında – II
Şîrvan’a dönerken, geç bir gece, bir dünyanın ıssız bir göğü altında beni buraya kadar getiren edebiyatın nasıl güçlü bir şey olduğunu düşünüyordum. Köklerini bulmuş bir ağaç gibi mutluydum.
Horasan yollarında – I
Oradan Horasan’a bir kapı açılacağı aklıma bile gelmemişti. Gelmeliydi aslında, çünkü benim hayatım hep böyle!
Birakujî nedir?
Birakujî ne midir? Birakujî, hiçbir Kürdün duymaya tahammülü olmayan bir sözcüktür. Bütün Kürtlerin bir olup beraber işledikleri bir cinayettir.
Ve bir de çek defteri
Bunlar bir şey saklıyorlar. Ortalık kendini kurtarmak için başkasını harcayan ibişlerle dolu.
Akademide bir koltuk
Kendini kalantor idarecilerin katıldığı her toplantıda Adnan Oktar’ın kediciği gibi hissedersin!
Afganistan’da bir Kürt devleti – III
Kurd Gelîler, Moğol tehdidi altında iken Herat, Gor ve Kandahar şehirleri ile İndus taşrasını ele geçirmeyi başarırlar.
Afganistan’da bir Kürt devleti - II
Horasan Kürtleriyle akraba oldukları belirtilen Giller, Kuzey Afganistan’da yaşamışlardır.
Afganistan’da bir Kürt devleti
Libidolarını iktidarla besleyen “devletin yetimi” kalemlerin şiirsiz mevzuat diliyle değil, kalanların imrenen, gidenlerin özleyen diliyle anlatayım size.
Sinema görgüm
Ne yaparsak yapalım, efendinin o pek kıymetli sevgisi ve şefkati lirizm içinden gelmeyecek.
Dört portre
Yalnız öyle günler ki bu günler, alçaklar fazlasıyla gururlu ve alıngan. Erdemden imal edilmiş gibi en ufak eleştiriye bile tahammül edemiyorlar.
Her ölüye bir mezar
Biliyorum, yeni bir vahşet çağı bu. Kimsenin itidal sözcüklerini duyacak hali yok. Kimseye artık öldürme diyemiyoruz bile.
İki şey
İnsanın, insanlığın bittiğini gördüm. Olmayan sen, tanık ol buna! Havada yüzen sözcükler bu yüzden anlamsız.
Tımarhane
Bin dokuz yüz doksan altının on altı Aralık günü, avcumda olmayan ellerinin soğuyan iziyle bindiğim Yüzüncüyıl dolmuşu Balgat’ın içinden geçerken “uğultu”lu bir şiiri düşünmeye başladım.