YAZARLAR

Eylül ve hatırlattıkları

Mozaik ve Bulutsuzluk Özlemi, 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan, o günleri şarkılarında anlatan iki şahane grup. Yanlarına Yeni Türkü, Çağdaş Türkü ve Ezginin Günlüğü’nü koyayım. Ahmet Kaya ve Zülfü Livaneli’yi de eklersek, o günleri bize anlatan isimleri büyük ölçüde tamamlamış oluyoruz. Geç dönem sahaya çıkışlarını görmezden gelerek Grup Yorum’u da bu takıma dahil edeyim ve şu iddialı cümleyi kurayım: 12 Eylül ve sonrasını anlamak, öğrenmek istiyorsanız, bu isimlerin şarkılarını dinleyin.

Alpay’ın meşhur şarkısıyla başlayayım kelama: “Tatil geldiği zaman / Ağlarım ben inan / Geçtim o yoldan dün / Arkama bakmadan // Nasıl geçer bu yaz / Ne olur bana yaz // Sen sen sen / Sen bir ömre bedel / Yok yok yok, gitme gitme / Gel, Eylül’de gel…” Sözlerini Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı bu Marc Aryan şarkısı, Alpay’ın üzerine yapışmıştır ama aslında sevmediği bir şarkıdır. “Aranjman” olduğu için istemeyerek söylemiş, bir plağın B yüzüne koymuş ama olan olmuş… Şarkıyla başlamamın sebebi bu değil ama: Eylül’den söz edeceğim. Adı “Eylül’de Gel” olmakla birlikte, bir Eylül şarkısı değildir bu. Yaz başında yazılmıştır. Eylül, “sevenleri kavuşturan ay” olarak girer şarkıya –ki yalan değil: Bütün zamanların en güzel ayı.

Yazık ki büyük acılar da hep bu ayda… Bir çırpıda aklıma gelenleri sayayım: Zeki Müren, Neşet Ertaş, Fikret Kızılok, Tarık Akan, Tuncel Kurtiz, Ruhi Su, bir Eylül günü bizi terk etti. 6 – 7 Eylül ve 12 Eylül’den söz etmeye gerek bile yok: Bu günlerde meydana gelenler, utanarak andığımız hadiseler. “Ötekileştirme”den “yok etme”ye uzanan tarihimizin kırılma noktaları. Bugün, 12 Eylül’den söz edeceğim. 8 yaşındaydım. O geceyi değil ama sonrasını yaşadım. Korkuyu, yok edilmeyi gördüm. Giden komşularımızın gelmediğini, sevdiğim [bana Yaşar Kemal’i, Aziz Nesin’i tanıtan] kitapçının yaka paça tutuklanarak götürüldüğünü, askerlerin insanlara vurduğunu gördüm. Çocuk gözlerim, bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu daha o dönem algıladı. O halimle 12 Eylül’e karşı çıktım, hiçbir zaman savunmadım. Savunmanın mümkün olmadığı bir şey darbe: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ya da 15 Temmuz, fak etmiyor. Kimisi “müsamere” tadında ama ne olursa olsun söylenecek tek bir şey var: Darbe çok fena bir şey. Konu tartışmaya kapalı.

Darbeden öte sonrası fena aslında: Sağ/sol fark etmiyor, istenmeyen herkes darbecilerce yok ediliyor. Mustafa Pehlivanoğlu’nun Necdet Adalı’yla aynı gün asılması tesadüf değil. Mezarlarının yan yana oluşu de öyle. 12 Eylül’de iktidara gelen Kenan Evren ve arkadaşları o kadar hızlı hareket etti ki, 17 yaşında bir çocuk dahil olmak üzere pek çok insanın hayatı, onlarla sonlandı. Bir kere daha söyleyeyim: Darbenin sağı/solu yok. Darbe istemediği herkesi yok ediyor.

12 Eylül, Türkiye’de yaşanmış en kötü günlerden. 04.00 itibariyle başlayan, sonrasında artarak süren zulüm, çok canlar yaktı. O günleri en güzel Ahmet Kaya anlattı aslında: “Önce dişlerimiz döküldü / Sonra saçlarımız / Ardından birer birer arkadaşlarımız / Şu canım dünyanın orta yerinde / Bir başına yapayalnız / Kırılmış kolumuz kanadımız / Tatlı canımızdan usanmışız…” Sadece bu değil, “İçerden Çıkan Adam” da 12 Eylül sonrasının bir fotoğrafını önümüze koyuyor: “Kitaplar sobada yanmış / Sazlar duvarda kalmış / Güzelim şarkılar yağmalanmıştır…” Tam da şarkının bir yerinde geçen “yüz çeviren dostlar, sinsi tavırlar” bugünü belirleyen hal. Omurgasızlık, bir darbe geleneği. Bunun içindir ki dik duranlar yanıyor, omurgasızlar palazlanıyor. Günümüzde darbeyi yargılayacağını söyleyenler, onunla besleniyor. Kendilerine karşı yapılan darbeye karşı duranlar bunlar ama en az darbe sonrası kadar hasar verdiler memlekete. Mevzu derin, tartışma üç satıra sığmaz. İyisi mi, şarkılarla devam edeyim…

Mozaik ve Bulutsuzluk Özlemi, 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan, o günleri şarkılarında anlatan iki şahane grup. Yanlarına Yeni Türkü, Çağdaş Türkü ve Ezginin Günlüğü’nü koyayım. Ahmet Kaya ve Zülfü Livaneli’yi de eklersek, o günleri bize anlatan isimleri büyük ölçüde tamamlamış oluyoruz. Geç dönem sahaya çıkışlarını görmezden gelerek Grup Yorum’u da bu takıma dahil edeyim ve şu iddialı cümleyi kurayım: 12 Eylül ve sonrasını anlamak, öğrenmek istiyorsanız, bu isimlerin şarkılarını dinleyin. Mozaik’in “Emekli Albay Hilmi Ertunç”undan Çağdaş Türkü’nün “Bekle Beni”sine, Ezginin Günlüğü’nün “1980”inden Grup Yorum’un “Sıyrılıp Gelen”ine pek çok şarkı, o günlerde yazıldı, o günleri anlattı. Kimi münferit şarkıları da buna ekleyip 12 Eylül ve sonrasını öğrenmek için kitaplara gereksinim duymamız gerekmediğini söyleyebilirim. Şarkılar her şeyi anlatıyor.

Repertuvarı büyütebilir, Eylül’den ve darbeden söz eden şarkıları art arda sıralayabilirim ama sizleri karamsarlığa sürüklemek istemem. Gerek yok. Güzel şeyler yaşanıyor, onlara odaklanalım. Yeni Kardeş Türküler albümü “Yol”u dinleyelim mesela ve hatta Ekim’de gösterime girecek Barış Bıçakçı – Pelin Esmer imzalı “İşe Yarar Bir Şey” için heyecanlanalım… Yeni Grup Yorum albümünü bekleyelim ya da… Bırakın birileri bize karşı olsun, hayatımızı karartmaya çalışsın. İlgilenmeyelim. Görmezden gelelim. Görmezsek yok olmayacaklar elbette ama etkileri azalacak. Kimilerine verilecek en büyük ceza bu: Görmezden gelmek. Birileri, ısrarla gördüğümüz için büyüyor, görmezsek deliriyor. Tam da bunun için görmezden gelelim.

Yazının başında “Eylül güzel ay” dedim. Öyle. Bence ayların en güzeli. Yaşanan onca hadiseye ve kayba rağmen bu değişmedi, değişmeyecek. Usulca sararan ve giderek yolları daha çok kaplayan yapraklar, ürperten ama üşütmeyen serinlik ve giderek kısalan geceler, güzelliğini gölgelemiyor bilakis onu pekiştiriyor. Alpay’la başladım, onunla bitirelim… “Eylül’de Gel”in sonlarına doğru şunları söyler: “Eylül’de gel, okul yoluna / Konuşmadan yürüyelim, gireyim koluna / Görenler, ‘dönmüş hem de mutlu’ diyecekler / Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi yaprak dökecekler…” Bu ara “sevinç” biraz uzağımızda olan bir duygu ama bu, her dem böyle süreceği anlamına gelmemeli. Elbet güzel günler gelecek, elbet onları göreceğiz. Nuriye ve Semih yaşarsa, Ahmet ve diğer gazeteci arkadaşlar özgürlüklerine kavuşursa, insanlar yasaklar olmadan yaşayabilir hale gelirse, Eylül ve sonraki aylar çok daha güzelleşecek. Bugüne kadar çok acılar yaşadık, bundan sonra yüzümüz gülsün. Eylül’den tek istediğim(iz) bu aslında.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.