YAZARLAR

12 dev, 11 küçük adam

Basketbol A Milli Takımı neden bu kadar seviliyor, Futbol A Milli Takımı neden bu kadar sevilmiyor? Yabancı kuralı neye yarar? Yabancı sınırı isteyen sporcu ne demek ister?

Ülke sporunda iki farklı ana dalda hem altyapıda hem de üstyapıda ne olduğunu görebilmek, tartışabilmek, kimin ne düşündüğünü bilebilmek açısından belirleyici bir haftaydı. Hangisi daha sempatik takım? Yabancı sınırı gelsin mi kalsın mı? Sınır koymak ya da koymamak neye, ne kadar etki ediyor? Futbolcusundan taraftarına, başkanından teknik direktörüne, spor yazarından sokaktan geçen adama kadar herkesin ne düşündüğünü artık neredeyse biliyoruz bu konuda.

GERÇEKÇİ HEDEFLEME, DOĞRU İLETİŞİM

Basketbol A Milli Takımı Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda yaptıklarıyla, Futbol A Milli Takımı'ndan daha çok sevilmeye başlandı. Üstelik düşününce ortada çok da başarılı bir takım olduğunu söylemek zor. Buna karşın takım her türlü desteği hem tribünden hem de medyadan alıyor. Basketbolla alakası olmayan kişiler de takıma sempati beslemeye başladı artık. Basketbol takımı neden daha çok seviliyor ve tribününden destek görüyor? Neden mi? Gerekçenin sadece sahadaki mücadele olduğunu söylemek yetmez. Bir kere bu ülkenin gördüğü en başarılı jenerasyonlarından birinin parçası olan ve çalıştırıcılık kariyerinde de hızlı ve emin adımlar atan Ufuk Sarıca tarafından yönetiliyor. Sarıca ise elindeki oyunculardan ne alabileceğini ve bu oyuncularla neleri hedefleyebileceğini biliyor. Bu gerçekçi hedefleri de basınla çekinmeden paylaşıyor. Böylece takımın üzerindeki baskıyı alırken medyanın da, taraftarın da eleştirirken koyulan hedeflere göre eleştiri geliştirmesini sağlıyor. Turnuvaya "Biz şampiyon olacağız, gruptan birinci çıkarız" gibi bir hedefle başlamayıp "Mücadele eden ve elinden geleni yapan bir takım oluşturacağız. Genciz hedefimiz ileriki senelerin takımını kurmak" diye yola çıkınca ve bunu sahaya da yansıtınca herkesin sevgisini ve saygısını kazanan bir takım ortaya çıkıyor. Basketbol medyasının futbol medyasına göre daha ufak oluşu ve birbirleriyle daha sık iletişimde olup takımı oyunun gerçeklerine göre eleştirmesi ve takıma sahip çıkması da bu takıma olan saygıyı arttırıyor. "2010'da Dünya ikincisi olduk biz tabii ki hedefimiz şampiyonluk" diye yola çıkılsaydı sizce bu kadar sempatik olur muydu bu takım? Takımdaki oyuncuların da bireysel olarak ne taraftarla ne de medyayla kavgaya tutuşmaması, kendini olduğundan büyük görmemesi, medya aracılığıyla verdikleri mesajlar, kişilikleri de onlara sempatiyle yaklaşmamızın bir başka nedeni. (Basketbol Milli Takımı'nın da antipatik olduğu bir dönem yaşanmadı değil. O zamanki problem de futbol milli takımının içinde bulunduğu problemle aynıydı, grupçuluk ve yüksek egolardı.)

KÜÇÜK DAĞLARI BEN YARATTIM

Futbol takımı neden bu kadar antipatik peki? Karşısına kim çıksa, "Biz Türkiye'yiz, bizde herkesi yenecek yetenek var, Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın hedefi her zaman şampiyonluktur" sözleriyle basına mesajlar veren ve her seferinde de hüsranla evine dönen bir milli takım çünkü. Alınan tek galibiyeti ya da tek puanı dünyayı değiştiren bir şey yapmış gibi lanse etmenin yanında futbol medyasının da futbolcuları pohpohlaması ve futbolcuların da kendilerini dev aynasında görmeye çok müsait olmasıyla birlikte gerçekten kendilerini dünyanın en yetenekli futbolcuları gibi görmeleri, küçük dağları ben yarattım tavırları onları antipatik kılıyor. Bu tavırların sonuçlarından biri olarak da bireysel olarak taraftarlarla, medyayla sürekli kavga halinde olmaları, ki bu eskiden sözlü kavgada kalıyordu artık gazeteci dövmeye de varıyor, futbol milli takımını antipatik kılıyor. İnsanın sevesi gelmiyor açıkçası takımı. Ben uzun süredir sevemiyorum bu yüzden. Giydiği forma, temsil ettiği ülke gibi ortaklıklar olmasa futbol milli takımının maçını izleyesi gelmiyor artık bir çok insanın. Serdar Ali Çelikler, "Bu takım benim milli takımım değil, beni temsil etmiyor" diyor ya inatla, Mehmet Ayan da "O bayrağın olduğu formayı giyen takım benim takımımdır" diye cevaplıyor her seferinde. İkisini kesişime alayım ben de. Üzerinde Türkiye bayrağının olduğu milli takım beni temsil ediyor ama ben beni o futbolcuların temsil etmesini istemiyorum, ben o futbolcular tarafından temsil edilmek istemiyorum. Her sorununu kavgayla çözmeye çalışan saygıdan yoksun insanlar tarafından temsil edilmek kim ister ki?

ARMUT PİŞ AĞZIMA DÜŞ DEVRİ BİTTİ

Yabancı sınırı konusunda geçtiğimiz bir hafta içinde fazlasıyla şey konuşuldu. Futboldaki tartışma geçtiğimiz şubat-mart ayında gerçekleştirilen 2'nci Futbol Zirvesi'nde Tayyip Erdoğan'ın sözleriyle başlamıştı. Basketbolda ise Fenerbahçe'nin ilk beşinde yabancı olmadan Euroleague şampiyonu olmasıyla tartışılmaya başlandı. Milli takımların maçlarını izledikçe düşünüyorum yabancı sınırının olması olmaması ne değiştiriyor diye. Melih Mahmutoğlu'na bakıyorum. Çok yüksek bir seviyede basketbol oynuyor bu turnuvada. Yabancı sınırı olmaması sayesinde belki de Bogdan Bogdanovic'le antrenman yaparak kendine bir şeyler katmış olamaz mı diye düşünüyorum, ki kuvvetli bir ihtimal bu da. Daha fazla süre alsa belki daha iyi olamaz mıydı, olabilirdi fakat oyuna girer girmez attığı üçlüklerle Türkiye'ye adeta tokat atan Bogdan'dan çok şey öğrenmiş olduğu, bunun da yabancı sınırının olmaması sayesinde olduğu apaçık ortada. Bir de Burak Yılmaz'a bakıyorum. Söylediklerini okuyorum. 14 yabancı kuralından dolayı futbolu bırakan arkadaşlarından bahsediyor fakat, son 1-2 senede ben böyle bir açıklama duymadım. Yabancı oyuncu sınırlaması konulması yerli futbolculara antrenmanda kendini zorlamadan ilk 11'de yer garantisi veren bir kuraldır. Bu da yerlinin tembelleşmesine neden oluyor. Özetle çalışmayı sevmeyen, kendini zorlamayan futbolcu profili bu kuralı savunabilir ancak. Armut piş ağzıma düş devri bitti artık yerli futbolcular için. Zaten çok yetenekli ve çalışkan olan, Çin'e değil de, Barcelona'ya, Villareal'e, Roma'ya gidiyor. Basketbol'da da Banvit'ten NBA'ye giden Furkan Korkmaz'ı unutmayalım.

Tüm bu yabancı sınırlaması tartışmalarına en güzel cevabı da Kardemir Karabükspor Kulübü Başkanı Hikmet Ferudun Tankut vermişti. "Federasyonun, hiç kimseye ’14 yabancı alacaksın’ diye bir dayatması ve zorlaması yok. İsteyen 24 Türk futbolcusuyla oynayabilir." Ama işte nerede o kadar çalışkan ve kendini geliştiren yerli oyuncu!


Volkan Ağır Kimdir?

1987 İstanbul doğumlu. 2006 yılından bu yana blog yazıyor. 2008 yılında Cumhuriyet gazetesi Spor Servisi'nde muhabirliğe başladı. O günden bu yana yoğunlukla spor muhabirliği yapıyor. Serbest muhabir olarak 2014 yılında Dünya Kupası'nı Brezilya'da, 2015 yılında Copa America'yı Şili'de takip etti. 2011 yılından bu yana Açık Radyo'da her pazartesi günü 19.30'da Efektifpas isimli spor programını sunuyor. Gazete Duvar'da haftalık, zaman zaman da çeşitli yayınlara özel konularda haberler hazırlıyor. Zaman zaman da kendisine dokunan sosyal ve toplumsal olaylar hakkında da yazıları ve haberleri çeşitli medyalarda yayınlanıyor. 2016 Ekim ayından bu yana Almanya'da Köln'de yaşıyor.