YAZARLAR

Dört mevsim yas

Feslalar, Nuriler, Tahalar, Zehralar, Medetler, Viyanlar arasında. Yazılsa ancak böyle yazılabilirdi. Böyle yazılmış.

Mehtap Ceyran’ın “Mevsim Yas” romanını TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nda alırken “biz”i uyduruk bir folklor ve boşboğaz bir tasavvufla anlatan yeni bir roman diye düşünmüştüm. Bulunsun şurada demiştim içimden, oluşmuş bu külliyatı bir gün yazarsam okurum.

Aslında kitap tanıtım yazısı yazmadım pek. Bilkent’te master-doktora yaparken, bölümün dergisi “Kanat”a bir kitabı okuyup yazma zorunluluğu vardı. Onun dışında öğrenciyken “Akşam-lık” adlı eke üç beş lira kazanmak için iki kitap tanıtımı yazısı yazmıştım. Edebiyat için yetişirken “birbirinin kitabı hakkında yazma”yı yadırgamışım demek. Tanıtımcı ile kitabın yazarı arasındaki mesafeyi dert etmişim.

Bir kitabı tanıtan yazarın kendini kitabın üzerine çıkarması sıkça rastlanan bir durum. Yerlere göklere de çıkarsa suret-i haktan görünmek için illa bir kusur bulur. Oysa “Mevsim Yas” kusuru aranıp bulunabilecek bir kitap değil. Klasik bir kitap tanıtım yazarı gibi ne kadar geride durursam durayım kullanacağım bir cümle, bu kitabı incitebilir.

İncinmiş bir şehrin içinde zulüm ve yoksulluk altında inleyen kahramanlar. Bir anlatıcı, bir mektup ve bir günlükle iç içe geçen bir büyük hikâye. İçinde geçen “Tarih yaşandıkça yazılmıyor, yazıldıktan sonra yaşanıyor” cümlesiyle özetlenebilecek bir anlatı.

Batman. Batman’da bir ara yaşanmış bir çeyrek yüzyıl. Herkesin unutmayı seçtiği ya da yaşamak için unutmak zorunda kaldığı çeyrek yüzyıl. İşte yazıldı. Dolayısıyla asıl şimdi yaşanacak!

Sözünü ettiğim külliyatın içinde değil. Mesela ilginç bir kahramanı cehenneme çevrilmiş şehrin içinde dolaştırıp incinen hayatları, o muazzam direnişi dekor olarak kullanmıyor. “İçeriden haber vermeden” içeriyi anlatıyor.

İnsana acı veren sözcüklerle örülü bir roman bu. Romandaki olağanüstü edebî örgü ve anlatım, acıyı daha da çoğaltıyor. Okura “katharsis” imkanı tanımayan, onu yaşananların yaşandığı yerde tanık kılan bir roman bu.

Kitabı TÜYAP’ta duvar diplerine çökerek, dışarıdaki beton sekilere oturarak okudum. Elimden bırakamadım. Alt üst oldum. Karşılaştığım arkadaşların sözcüklerine kulak veremedim. Dalgın bir tebessümle yeniden duvar diplerine döneceğim anı bekledim.

Romandaki göndermelerden bazılarını fark ettim, anlatılanlar gibi örtülenleri de bir ölçüde gördüm. Ama “uzman işi” bir cümle yazamam. Olmaz. Peki roman hakkında birkaç fikir, birkaç ayrıntı? Olmaz. Kitap tanıtım yazarının tepeden bakan veya kendine pay çıkaran ifadelerini kullanmak tehlikesi var.

Hadi “son dönemde okuduğum en iyi roman” desem, daha önce çok daha iyi romanlar okuduğumu, “Mevsim Yas”ın ise başka bir klasmanda olduğunu söylemiş olmaz mıyım? Buna benzer pek çok örnek var da “okur” olarak okuma ve anlatma konforum var: Çok etkilendim. Ne eskiden ne de son dönemde ruhumu sayfaların arasına akıtan böyle bir kitap okumadım.

Suret-i haktan görünme adına değil, ama bir belirleme olarak söylemeliyim: Bu kitap Kürtçe (Kurmancca-Zazaca) yazılmış olsaydı, edebiyat tarihinin en çarpıcı romanlarından biri olurdu. Hemen belli başlı dillere çevrilir, kalın gözlüklerle okunurdu. Romanın Türkçesinde bir sorun olduğu için değil, son derece iyi bir dili var. Ama Türkçenin okuru bir tür vakanüvis metni olarak bakacak kitaba, edebiyat olarak değil. Çünkü Türkçe Kürdün gerçekliğini örter. Kitabın arka kapak yazısının ilk dört sözcüğü gibi: “Doksanlarda bir coğrafyada yaşananlar…” Peki neresi o coğrafya? Okumayan da kitabı alegorik bir metin sanacak. Değil.

Yazıldıktan sonra yeniden yaşanan bir çeyrek yüzyıl. “Bir coğrafyada”, savaşın çürüttüğü bir atmosferde dünyaya tutunmaya çalışan bir şehirde Feslalar, Nuriler, Tahalar, Zehralar, Medetler, Viyanlar arasında. Yazılsa ancak böyle yazılabilirdi. Böyle yazılmış.

BİR GÜN

Brüksel havaalanında, işinden pek de memnun görünmeyen, yağlı yüzü kıpkırmızı görevli, öğrenilmiş hareketlerle pasaportumu karıştırıp durdu. Bir şeyler söyledi. Sesi göz temasını değil, ama ses temasını engelleyen cama çarpıp ona döndü. Ne dediğini bilen adam, ona çarpan sesi duyup ne dediğini pekiştirince cevap bekledi. Hiçbir şey anlamadığım için “In English please” (İngilizce lütfen) dedim. Adam yüzündeki yağları arttıran bir şiveyle “E hıv alredy spokın in Enlis men!” (Ben zaten İngilizce konuşuyorum hacı) dedi!

Batman'da yas: '37 kişiydik 36'sı yüzüme tükürdü'Batman'da yas: '37 kişiydik 36'sı yüzüme tükürdü'


Selim Temo Kimdir?

27 Nisan 1972’de Batman’ın Mêrîna köyünde doğdu.2000 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Etnoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998’de Halkevleri Roman Ödülü’ne değer görüldü. Yüksek lisansını (“Cemal Süreya Şiirinde Bedenin Yazınsallaşması”) ve doktorasını (“Türk Şiirinde Taşra: 1859-1959”) Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 2009’da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 2011’de, Exeter Üniversitesi’ndeki (İngiltere) Centre for Kurdish Studies’de konuk hocalık yaptı. Hrant Dink Vakfı tarafından “dünyada, geleceğe dair umudu çoğaltan kişiler”den biri sayılarak “2011’in Işıkları” arasında gösterildi. Radikal gazetesinde başladığı köşe yazarlığına (Kasım 2013-Kasım 2014), Ocak 2017’den beridir Gazete Duvar’da devam ediyor. Dört Türkçe iki Kürtçe şiir kitabı, bir romanı, iki antolojisi, 12 çocuk kitabı, yedi roman-öykü çevirisi, iki şiir kitabı çevirisi, bir çevrimyazısı, bir gazete yazıları ve iki edebiyat kuramı kitabı yayımlandı. 6 Ocak 2017’deki 679 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Amed’de yaşıyor.