YAZARLAR

Suriye'de ne oldu? - Krizin dinamikleri (1)

Suriye'de yaşananları daha iyi anlayabilmek için krizin sebeplerini iç ve dış olmak üzere iki ayrı başlık altında toplayabiliriz. Bu iç ve dış sebepleri de 4 ayrı açıdan görmek gerekir: Tarihi, siyasi, dini ve bütün bunların indirgenebileceği ekonomik sebepler.

15 Mart 2011, Suriye’de olayların başlangıç tarihi olarak kabul ediliyor. Ürdün sınırındaki Dera’da duvarlara “halk rejimin düşmesini istiyor” ve “doktor sıra sana da geliyor” sloganları yazan 15 öğrencinin gözaltına alınması ile başlayan süreç, bugün “mini dünya” savaşı olarak da nitelendirilen bir savaşa dönüştü. Suriye’de yaşanan süreç bir ülkenin dış müdahale ile 15-20 gün içerisinde nasıl karıştırılabileceğine somut örnektir.

Suriye, olaylardan önce kuşkusuz cennet değildi. Ancak kendine yetebilen, gelişmekte olan, iyisi ile kötüsü ile halkın bir şekilde yaşamını diğer bölge ülkelerine göre daha rahat sürdürebildiği, huzurun hakim olduğu bir ülkeydi. Cehennemin kapılarının açılması ile birlikte yüz binlerin hayatını kaybettiği, tarihte eşi görülmemiş bir vahşetin sergilendiği, küresel güçler mücadelesinde hem hedef, hem enstrüman olarak kullanılan bir coğrafyaya dönüştü.

Daha iyi anlayabilmek için krizin sebeplerini iç ve dış olmak üzere iki ayrı başlık altında toplayabiliriz. Bu iç ve dış sebepleri de 4 ayrı açıdan görmek gerekir: Tarihi, siyasi, dini ve bütün bunların indirgenebileceği ekonomik sebepler.

Suriye krizi tarihi açıdan;

Büyük Suriye’nin geçtiğimiz yüzyılın başlarında (birinci dünya savaşı) parçalanması, Lübnan’ın ayrılması, İsrail’in kurulması (Filistin sorununun başlaması) ile sonuçlanan sürecin yarattığı krizin bugüne kadar sürmesinin;

Siyasi açıdan;

Yukarıdaki sebebe paralel şekillenen ve yerel, bölgesel ve uluslararası platformlarda savaşlar da dahil amansız bir şekilde süren mücadelenin;

Dini açıdan;

Bölge çapında Sünni – Şii mücadelesinin;

Ve ekonomik açıdan;

Küresel ve bölgesel güçlerin ürettiklerini ve tükettiklerini güvence altına alma mücadelesinin bir sonucudur.

Asıl savaşın ekonomik olduğunu belirtemeye gerek yok. Bu açıdan bakıldığında savaş; küresel güçler için de onlarla işbirliği yapan bölge müttefiklerinin de hedefi, Suriye’nin ekonomik değerlerini ya da ekonomik değerler içindeki yerini ele geçirme savaşıdır.

Yukarıda 4 başlık altında özetlemeye çalıştığımız sebeplere daha somut örnekler verelim:

Bugünü hazırlayan tarihi etkenlerin ilki Lübnan’ın Fransızlar tarafından “Büyük Suriye’den” ayrılmasıdır.

İkinci ve daha önemli etken ise 1948’de İsrail devletinin kurulması oldu. Ardından Filistin sorunu başladı.

Bağımsızlığını kazanmasından bu yana Suriye’nin dış politikasını şekillendiren en önemli ayaklardan ikisi bu gelişmelerdir.

Suriye, Lübnan ve İsrail’in kendi topraklarından ayrılmasını hiçbir zaman kabullenemedi. İsrail ile doğrudan ya da dolaylı her platformda mücadele etti, savaştı. 1967’de Golan’ın büyük bölümünü kaybetmesi ise (1973’te bir kısmını geri almasına rağmen) Suriye’de bir travmaya yol açtı.

Filistin sorununu en etkili şekilde yaşayan ülke de Suriye oldu. 1948’de başlayan göç dalgası ile birlikte yıllar içinde Suriye, Filistin halkını sahiplendi.

Lübnan’ı ise her zaman kendi toprağı olarak gördü ve 2005’te Refik Hariri’nin öldürülmesi sonrasında başlayan sürecin sonunda tamamen çıkana kadar Lübnan iç politikasında tek belirleyici oldu.

İsrail devletinin kurulması dini açıdan da Müslüman Ortadoğu coğrafyası tarafından tarihi bir yenilgi olarak görüldü. Suriye ise İsrail’in sınırdaşı olarak daima bu ülke ile Müslüman Arap dünyasının muhatabı oldu. Suriye’nin, Arap Birliği de dahil, Arap ülkeleri ile yaşadığı sorunların en büyüğü İsrail ve Filistin konularında yapılması gerekenlerin yapılmadığını savunmasından kaynaklanıyordu.

Suriye hem bu sorunlar hem de Batı’nın müdahaleci politikaları (ABD ve İngiltere’nin darbe girişimleri) nedeni ile Sovyetler Birliği’ne yanaştı. Bu konuda özel olarak alınmış kararların olduğu söylenemez; Suriye’nin Sovyetler’e yanaşması “doğal süreç içinde” görülmelidir.

Batı’nın darbe girişimlerinin en önemli iki sebebi ise daha 50’lerde İsrail ile barış yapılmaya yanaşılmaması ve Suudi Arabistan petrollerinin Akdeniz’e ulaştırılması konusunda Suriye’nin çıkardığı zorluklardı.

Suriye, Sovyetlere yanaştıktan sonra daha o yıllarda “komünizm tehlikesi” altında görülmüş ve daima Batı’nın “yakın ilgisine” mazhar olmuştu.

Siyasi çekişme ve mücadeleye rağmen yine de Suriye’nin 1970’lerin sonuna kadar Arap dünyası ile ilişkilerinin devam ettiğini görürüz. Ancak İran devrimi ve Irak – İran savaşı sonrası Suriye’nin dış politikasında İran öne çıkmaya başladı.

Suriye ile İran arasındaki ittifakın dini olduğu (Şii – Alevi) iddiası doğru değildir. Asıl sebep siyasi kader birliğidir. Bugün bu açıdan Suriye’nin dış politikasını şekillendiren (İran – Suriye – Hizbullah ‘direniş ekseni’) tamamen “kader birliği” üzerine kurulu bir politikadır.

Diğer yandan Müslüman Kardeşler ile amansız bir savaş yaşayan Suriye’nin Hamas’a desteği de Filistin davasına yaklaşımının bir sonucudur.

ABD başta olmak üzere Batı çeşitli defalar Suriye’ye İran ve Hizbullah ve Hamas’tan uzaklaşması ve İsrail ile anlaşma yoluna gitmesi için istekte bulunmuşlar ancak Suriye bu istekleri reddetmişti. Bugün Suriye’de bu “inatçı” yönetimin devrilmek ve yerine “sorun çıkartmayacak bir yönetimin” getirilmek istenmesinin sebeplerinden biri de budur.

Suriye çok zengin petrol yataklarına sahip değil. Ancak son yıllarda yapılan keşifler karada ve (Ak)denizde zengin gaz yataklarının olduğunu ortaya koydu. Diğer yandan Suriye, Katar gibi gaz ihraç eden ülkeler için önemli bir geçiş güzergahı. Üstelik İsrail’in Akdeniz’de bulduğu gaz ile birlikte şekillendirilmeye çalışılan yeni Ortadoğu coğrafyasında Suriye, Kürdistan petrolleri de dahil, kavşak ülke konumunda.

Suriye küresel ekonomik sisteme girmeden ayakta kalmayı da başarabilen ve dolayısıyla borçlanma yoluna gitmediği için Batı eksenine girmeyen ülkelerden biriydi.

Bütün bunların üstüne Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte tüm dünyada istediği gibi at koşturan ABD, siyasi çöle çevirdiği Ortadoğu coğrafyasında Suriye’yi de alarak Rusya’yı elindeki tek vahadan da etmek istedi.

***

Buraya kadar kaba hatları ile sıraladıklarımız Küresel – bölgesel hesapları, mücadeleyi özetlemek içindi. Ancak bu hesapların büyük bölümünde küresel güçler ile birlikte hareket eden bölge ülkelerinin kendi hesaplarının olduğunu da unutmamak lazım. Örneğin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler (yine Batı ile birlikte) İran’ı yalnızlaştıracak, Hizbullah’ın silinme sürecini başlatacak ve kendilerine hiç sorun çıkartmayacak bir “Müslüman Kardeşler” coğrafyası hedeflemişlerdi.

Eğer Esad direnmeseydi, bu muhtemelen gerçekleşecek ve başta AKP olmak üzere, bölge yönetimleri rahat bir nefes alacaklardı. Bu isteğin dini yönü tahmin ettiğimizden daha güçlüdür. Buna bir de AKP’nin Neo – Osmanlı (ve hatta yeniden hilafet makamı) hedefini de eklemek gerekiyor.

Bütün bunlar Suriye’ye savaş açılması ya da başlayan savaşın körüklenmesi için yeterince sebep yaratıyordu ve 2011’e gelindiğinde yangın Suriye’yi değil ama Ortadoğu coğrafyasını sarmıştı.

Yaklaşık 7 yıl sonra sonuçları görülüyor ama o zamanlar “Arap Baharı” adı verilen sürecin 24 saat içinde Ortadoğu halklarına demokrasi, refah getireceği savunuluyordu.

Buraya kadar Suriye’de yaşanan savaşların dış dinamiklerini özetlemeye çalıştık. Bir sonraki bölümde iç dinamikleri ele alacağız.


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.