Yarım kalanların hikayesi; bir Zeigarnik ülkesi, Türkiye

Bu ülkede sadece aşklar yarım kalmadı. Hayatların, hayallerin, umutların, hedeflerin ve demokrasinin yarım kaldığı, kırılmış bir ülkenin hikâyesi bu.  Bir Zeigarnik ülkesi, Türkiye...

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

“...Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar.
Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin:
Çiçek durumu aşklar
Yaprak düzeni siyasalar..."

(Cemal Süreya - Açılmamış Kapılar)

Rus psikolog ve psikiyatrist Bluma Wulfovna Zeigarnik tarafından bulunan bu fenomene göre; tamamlanmamış, bölünmüş, ya da yarım kalmış görevler veya yaşananlar, tamamlananlara göre daha kolay şekilde hatırlanıyor. Yani yarım kalmış aşkların neden unutulmadığını açıklayan bilimsel tanımlama da diyebiliriz.

Zeigarnik, yaptığı deneylerde katılımcıların, yarıda kesilen görevleri, tamamladıkları görevlere göre yaklaşık yüzde 90 daha fazla hatırladığı sonucuna ulaştı. Bunu da bir göreve başlayan kişinin, onu tamamlama ihtiyacı hissetmesiyle açıkladı. Eğer tamamlanması engellenirse, zihin gergin bir durumda kalıyor ve bu durum, stres yaratarak tamamlanmamış görevin bellekte yer tutmasına neden oluyordu.

İşte bu, sadece yarım kalan aşkların unutulmayışını değil; bitirilememiş tüm olayları da kısmen açıklıyordu. Yarım kalmış bir ödev, bitirilmemiş bir iş, hesaplaşılmamış bir olay ve zihinde tamamlanmayan ne varsa; tamamlananlara göre çok daha büyük bir yer kaplıyor. O yüzden kavuştuğumuz sevgilimizi değil de yarım kalan aşkımızı hatırlıyor, başardığımız işleri değil bitiremediğimiz projeleri aklımıza takıyor ve hesaplaşmadığımız ne varsa zihnimizde her gün başka bir senaryoyla döndürüyoruz. Başrolünde kendimizin olduğu aynı filmi, aklımızda her gün başka diyaloglarla izleyerek...

Wulfovna Zeigarnik yaşasaydı ve Türkiye’yi gözlemleyebilseydi neler düşünürdü ve yazardı? Muhtemelen kiminle konuşsa çoğunlukla hep bir yarım kalmışlık hikâyesi dinleyecekti. Yarım kalmış bir çocukluk, yarım kalmış bir kadınlık, yarım kalmış hayaller, umutlar ve yaşamlara tanık olurdu.

Darbelerle, baskılarla, OHAL’lerle hep yarım kalmış bir demokrasiyi, zamanaşımına uğramış ve yarım kalan insan hakları davalarını ve adaletin tecelli etmediği, herkesi kimsesiz bırakan bir sistemi gözleyecekti.

Bitmemiş işlerle kendimizi tanıyamadan, tamamlayamadan, anlatamadan daha, bu ülkede milyonlarca insan her gün yüzü asık şekilde otobüslerle işe gidiyor, metaya dönüştürülmüş benlikleriyle de metrolarla evlerine geri dönüyor. Kendini gerçekleştirememenin öfkesiyle önce kendisiyle sonra baş edemeyince bulduğu başka bir yarım kalmış insanla kavga ediyor ve tamamlayamadığı ne varsa kendinde, bir başkasının yarım kalmışlığına bakarak unutmaya çalışıyor. Her kuşak, yeni gelene kendi tamamlanmamış hikâyesini devrediyor.

Ebeveynler kendi amaç ve hayallerini gerçekleştirememenin kızgın yorgunluğu ile çocuklarının o hayalleri tamamlamasını istiyor; kuşaklar da yarım kalan hikâyelerini yeni gelen gençlere yükleyerek tamamlayamadıkları hayallerini bir parça da olsa unutmaya çalışıyor. Çünkü yarım kalan hiçbir hikâyede mutlu son yoktur...

12 Eylül darbesiyle gençleri idam edip demokrasiyi rafa kaldıranlar aslında sadece ölenleri değil; bu toplumu yarım bıraktı. Sivas Katliamında şairleri yakanlar sadece ozanları değil; milyonlarca insanın daha okuyabileceği şiirleri yarım bıraktı. Başbağlar’da masumları katledenler sadece insanları değil, insanlığı yarım bıraktı. Aladağ’da adaletsizlikle sadece yok edilen çocuklar değil, vicdanlar yarıda bırakıldı. Soma’da gelmeyen adalet sadece emekçileri diri diri gömmedi; adaleti de yarım bıraktı. Çorlu’da tren gittiği durağa varamadı, anne ve babalar eksik bırakıldı. Silopi’de panzerin yıktığı evde ölen iki çocuk hâlâ annelerinin rüyalarında. Büyük depremde sadece enkaz altında hayatını ihmal nedeniyle kaybedenler değil, aynı zamanda aileler de yarıda kaldı.

Hakkı olduğu halde atanamayan öğretmenler, KPSS’de kazanan ama mülakatta elenen gençler, nezaketi zafiyet olarak algılananlar, zararına olduğu halde doğruyu seçen insanlar, yaşamak için değil artık hayatta kalmak için çalışmaya mahkûm işçiler, bir avuç kişi alkışlı lüks içinde yaşasın diye normalleşmiş yoksulluk içinde yaşaması istenen aileler, şiddet mağduru kadınlar, taciz edilen çocuklar, gerçeği söylediği ve konuştuğu için kovulan gazeteciler, haklının hakkını savunduğu için hapsedilenler ve kurallara uyduğu için durmadan kazık yiyenler yarım kaldı, tamamlanamadı. Hepsinin bu ülkeden koca bir alacağı var.

Yaşananları hatırlamak yerine onların acısını, acı sahibine devreden bir toplum olduğumuzdan hesap sormuyoruz. Yarım kalmayı, hatırlamaya tercih ediyoruz. Bu ülkede görmezden geldiğimiz tamamlanmayan ve yarım kalan her hikâye aslında hepimizi ‘tamamlanmaktan’ biraz daha uzaklaştırıyor.

Oysa bir yandan hepimiz hatırlıyoruz yaşadıklarımızı ve yaşayamadıklarımızı. Yaşamadıysak da okuduklarımızla. Okumadıysak da yaşayanların kırılmış ruhları ve bedenleriyle. Kolektif bir hafıza bizimkisi, tamamlanamadık ve tamamlayamadık. Ortak bir harici belleğe bağlıyız bu acılarla. Çok yorgunuz, kırgınız ve yarım kaldık. Biz böyle bir toplumuz ama belki de son seçimler biraz da yarım bıraktırılan insanların tepkisidir. Tamamlanmak isteyen ve onları yarım bırakan iktidarı eksik bırakarak bir araya gelmelerinin seçimidir. Tencere yarım ama ruhlarımız bir o kadar daha eksik...

Bir gün demokrasinin, adaletin ve insan onurunun geçerliliğinin ‘gerçekten’ olup olmadığını; sadece aşkı yarıda kalanların tamamlanamamasına bakarak anlayacağız. Biz, birbirimizi çok yarım bıraktık; işin ironik yanı da birbirimizi tamamlamak da tek toplu tedavi. Zeigarnik etkisini ‘yarım kalmış aşklar’ dışında başka bir hikâyeyle anlatmaya ihtiyaç duymadığımızda belki de gerçekten bir halk olacağız.