YAZARLAR

Yalnızlığı bozan fasulye

Çalı diplerinden, kuytulardan ve tabiatın ortasından dünyaya bakan iki kişi: İlhan ve Edibe Berk. Her ikisi de bize yeryüzünde otlar olmadan bir yaşam biçimi belirlemenin yavanlığını gösteriyor.

Milliyet Sanat dergisi 2013 yılının Eylül sayısında bir dosya hazırlamıştı. The Paris Review’un, röportajların perde arkası çalışmasından hareketle Elif Tanrıyar, Türkiye’deki edebiyat gazetecilerine unutamadıkları yazar röportajlarını sormuştu. Dosyanın başlığı “Off the record anılar!”dı. Tatlı tanıklıkların ve heyecanların olduğu bir dosyaydı. Zeynep Miraç, Selim İleri’yle sofra başında yaptığı röportajdan bahsediyordu. Filiz Aygündüz, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Sesim dünyaya kalsın istemiyorum” diyerek ses kayıt cihazı açtırmadığını anlatıyordu. İlk röportajın aksilikleri bitmez, günahı olmaz. Gülenay Börekçi, Orhan Pamuk’u sinirlendiren sorusunu, konuşmanın ortasında pili biten ses kayıt cihazını ve her şeye rağmen sona erebilen ilk röportajını anıyordu. Çağlayan Çevik, Ferit Edgü’nün gözlerinin nemlendiği anları; Sibel Oral, Gündüz Vassaf’ın neredeyse ezbere bildiği Mostari kitabına dair yazarına tek soru soramayışını; Cem Erciyes, Enis Batur’un 40. yaş kutlamasının ertesi gününe denk gelen röportaj randevusunu anlatıyordu. Ben de İlhan Berk’le sabah beşte yaptığım telefon röportajından söz etmiştim.

Yıl 2005, Radikal gazetesi kültür sanat servisine başlayalı bir yıl olmamış. İlkgençliğimden beri okuyup, benim şairim dediğim İlhan Berk’in yeni kitabını elimde tutuyorum. Bembeyaz bir fon üzerinde bir cümle: Kuşların Doğum Gününde Olacağım. Şefin (Cem Erciyes) sesi kitapla arama giriyor. “İlhan Berk’i ara, bir röportaj yapıver.” İçimden cevap veriyorum şefe: “Yok daha neler!”

Ama kaçış yok! Şair Bodrum’da oturduğu için telefonla röportaj yapacağım. Arıyorum ve kendimi tanıtıyorum. Yeni kitap için konuşmak istediğimi iletip ne zaman aramamı istediğini soruyorum. Beklemediğim bir cevap: “Yarın sabah beşte ara.” O gece onlarca soru hazırladığımı, o soruların gölgesinde bir iki saat uyuyabildiğimi ve sabaha karşı üçte karın ağrısıyla yataktan kalktığımı hatırlıyorum. Taksiyle gazeteye geliyorum. Gazete binası ışıksız, karanlık. Ses kayıt cihazını telefona bağlıyor, numarayı çeviriyorum. İki defa çaldıktan sonra İlhan Berk telefonu açıyor. Sorularımı büyük bir incelikle yanıtlıyor. Toyluğumun elbette farkında. Ama şiirine olan sevgimin de… Telefonu kapatıyoruz, saat 05.40.

O günden sonra İlhan Berk’le telefon arkadaşlığımız devam etti. Gazetenin numarasından arardı beni. Kültür sanattaki arkadaşlarımdan birinin şu cümleyi kurduğu an büyülüydü: “Burcu telefon, İlhan Berk arıyor.” Uzaktan uzağa bir muhabbetimiz oldu “şiirimizin uç beyi”yle. Telefon arkadaşlığının kıymeti paha biçilemezdi. Bu sebeple yüz yüze tanışmak gibi bir hevesim olmadı. Hiç tanışmadık da…

Telefon röportajımızdan birkaç ay sonra Edibe Berk’in bir kitabı çıktı. Şairin eşi Edibe’yi elbette tanıyordum. İlhan Berk’in o meşhur şiiri Paul Klee’de Uyanmak’tan biliyordum onu… “Edibe bu sokağı al götür görmek istemiyorum/Edibe bu evleri Edibe bu göğü bu güneşleri Edibe” Edibe Berk’in Ege Mutfağı bir sürpriz olarak düşmüştü kucağıma. Çalı diplerinden, kuytulardan çıkan çiçekler gibi… Yolu otlardan geçen, suluboya bitki resimleriyle bir hazine... Hikâyesini en başından anlatayım.

İlhan Berk Zonguldak’ta oturdukları dağ evinde çalışırken eşi Edibe Hanım bir leğenin içinde fasulyelerle şairin yanına gelir ve fasulyeleri ayıklamaya başlar. Yalnızlığının bozulduğunu fark eden İlhan Berk, eşine kızar ve bilinen lafını söyler: “Evvela benim şiirim var, sonra sen, sonra da oğlum.” Edibe Hanım’ın bu sözleri işitmesine fasulye sebep olmuş diyebiliriz. Ama ne zaman İlhan Berk ve Edibe Hanım Ege'ye yerleşir, işler o zaman değişir. Çift otlarla ve bitkilerle farklı bir açıdan ilgilenmeye başlar. Bodrum’a yerleştiklerinde doğa İlhan ve Edibe Berk’i tam anlamıyla vurur. Çift Bodrum’un dağını taşını dolaşmaya başlar. Edibe Hanım bu gezilerden, baştan beri tutkuyla bağlı olduğu otları toplayarak döner. İlhan Berk ise sadece bölgeyi tanımak için dolaşır.

Şifalı Otlar Kitabı, İlhan Berk, 130 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2017

Berk'in bölgeyi tanımasında Halikarnas Balıkçısı’nın yapıtlarının büyük bir önemi olur. Bölgenin bitki dünyasının bolluklarını bu kitaplardan öğrenir. Bu gezintiler üç-dört yıl devam eder. Ve İlhan Berk bu etkilenmeyle Şifalı Otlar Kitabı'nı yazmaya koyulur. Edibe Hanım’ın büyük katkısı olur şaire. İlhan Berk şöyle bahseder: “O, Bodrum’un doğasını, özellikle otları çok daha iyi biliyordu. Onun yaşama biçimiydi bu. Doğayla, bir taşla, bir ağaçla beraber olmak, bir dalı koparıp gelmek, onu kitaplardan araştırmak…”

İlhan Berk, bilmediği her otu kitaplardan ve Edibe’den öğrenir. Ama bu da yetmez, çift otlarla ilgili kitaplar getirtmeye başlar. Fransızca, İngilizce kitaplarla doldururlar bir odayı. Şair kendi deyimiyle “bu zengin coğrafyanın elinden tutmaya başlar.” Edibe Berk de bir taraftan otlardan nasıl yemek yapılacağını öğrenmeye koyulur. Bodrum pazarlarına gider. Bodrum’un eski halkıyla vakit geçirerek, yemeklerin, salataların, kızartmaların nasıl yapıldığını öğrenir ve yazmaya başlar. Ege Mutfağı böyle doğar. İlhan Berk Şifalı Otlar Kitabı’nı (ilk baskı 1982) bitirdiğinde Edibe Hanım da Ege Mutfağı’na noktayı koymak üzeredir. Edibe Berk, çalışmasını hemen yayımlatmak uğraşına girmez ve İlhan Berk'in kitabı yayınevlerine göndermesini de istemez. Her şeyiyle kendi ilgilenecektir. Çok uzun yıllar bir köşede bekler kitap. Edibe Berk 2001’de yaşamını yitirdiğinde Ege Mutfağı yakın arkadaşı Gülnar Önay'a miras kalır.

Ege Mutfağı, Edibe Berk, 112 sayfa, Troya Yayıncılık, 2005

Senelerin emeği ve tabiatın ruhuyla hazırlanan kitap 2005 yılında Gülnar Önay'ın editörlüğünde yayımlanmıştı. Ege Mutfağı bir yemek kitabı olmanın ötesinde doğanın, otların ve sebzelerin dile geldiği bir eser. Kitapta yer alan sebze ve ot resimleri ise Nura Önay Major'un fırçasından.

İlhan Berk'in tavsiyesiyle bitireyim yazıyı. Şair diyor ki: “Akılları olanlara zeytinyağı kullanmalarını ve otları yemelerini öneririm.”


Burcu Aktaş Kimdir?

Burcu Aktaş, 1980’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Antropoloji eğitimi aldı. Uzun yıllar Radikal gazetesinde çalıştı. Radikal Kitap’ın editörlüğünü yaptı. Selim İleri’nin iç dünyasını anlattığı Düşüşten Sonra adında bir anlatı kitabı ve Çarpık Ev, Durmayalım Düşeriz, İstasyonda Vals, Vahşi Şeyler isimli dört çocuk romanı var.