YAZARLAR

Yabancı olmak, yabancı kalmak...

"Exil", isminin asıl çevirisine bakarsak, kendi hayatında ‘sürgünde’ olan bir insanın dramını anlatıyor. Başka bir deyişle yabancı olmayı kabul eden bir adamın ‘yabancı kalmasının’ hikayesini etkileyici bir şekilde beyazperdeye yansıtıyor.

İstanbul Film Festivali kapsamında (çevrimiçi olarak da) sunulan "Yabancı" filmi, hem işlediği konunun güncelliğiyle hem de bu konuyu ele alış şeklindeki farklı sinematografik dil ile dikkatleri çekiyor. Uzun süredir Almanya’da yaşayan Kosovalı yönetmen Visar Morina’nın ikinci uzun metrajlı filmi "Exil", aslında Morina’nın ilk filminde (Father/2015) de parmak bastığı ‘mülteciler’ konusu gibi şu anda başta Avrupa olmak üzere bütün dünyanın konuştuğu, tartıştığı etnik köken, millet veya ‘inanç’ açısından farklı olana (yabancılara) karşı oluşan önyargıyı, haksızlığı hatta ‘gizli’ ırkçılığı ele alan bir yapım…

Filmin değişik sinematografik yapısı ve özelliklerine değinmeden önce kuşkusuz "Exil"de ele alınan konunun, özellikle bu dönemde Fransa’da, Paris yakınlarında bir tarih öğretmenin katledilmesiyle iyice alevlenen ‘İslamofobi’ ve etkileriyle bağlantılı olması güncelliğini daha da arttırıyor.

FRANSA’DA YAŞANAN TRAJEDİ…

Hatırlanacağı üzere 2015 yılında Fransa’daki ünlü mizah dergisi ‘Charlie Hebdo’, ‘Hz Muhammed’i aşağılayan karikatürler yayınladığı bahanesiyle cihatçı bir grup tarafından basılmış ve aralarında birçok önemli çizerin de hayatını kaybettiği ciddi bir katliam gerçekleşmişti. İslami cemaatlerin de lanetlediği bu saldırı sonrasında oluşan ‘birlik’ havası, bu saldırının Müslüman halka mal edilemeyeceğini ve fanatik bir grubun dengesiz ve münferit bir tepkisi olduğunu doğrular bir biçimdeydi. Bu olay sonrasında yaşanan tartışmalar ve konuşmalar da daha demokratik ve Cumhuriyetçi bir çerçevede ilerliyordu.

Ne yazık ki bu olayın sadece beş sene sonrasında bir Fransız öğretmenin bahsettiğimiz karikatürleri dersinde göstermesi ve sonrasında başı kesilerek(!) çok vahşi şekilde öldürülmesi bu sefer daha sert, daha taraflı ve çok daha ‘İslam’ dinini hedef alır bir tepkiye sebep oldu. Hatta Fransa Cumhurbaşkanı Macron bile bu olayı ‘İslami terör’ olarak adlandırarak bu sefer bu yeni saldırı karşısında daha ‘kapalı’, daha ‘tavizsiz’ hatta belki daha da ‘damgalayıcı’ olacağını gösterdi. Macron’un bu tavrı, olayın vahşeti ve yarattığı duygusal travma düşünüldüğünde belki anlaşılabilir durabilir ancak bunun aynı zamanda Fransa’nın aşırı sağ partisinin (Front National) ve bu partinin genel başkanı Marine LePen’in de Müslüman karşıtı, yabancı düşmanı ve ırkçı söylemleriyle uyumlu olduğunu da hatırlatalım.

"Exil" filmi ise, mekanını başka bir Avrupa ülkesi yani Almanya üzerine kuruyor ve burada yabancı kökenli bir kişiye işyerinde uygulanan (gizli gizli olsa da) bir ‘dışlamayı’, ‘ötekileştirmeyi’ veya günümüzde sıkça kullanılan şekliyle bir ‘ırkçı mobbing’i anlatıyor. Ancak bunu yaparken asla kolayca yargılama veya başkarakteri aciz, bir ‘mağdur’ olarak gösterme gibi tuzaklara düşmeden, olaya daha dengeli, daha ölçülü ve iki taraflı bakmaya çalışıyor. Bunun en belirgin işareti olarak belki de başkarakter Xhafer’in (Cafer) de bu rahatsız edici genel tepki karşısında zaman zaman kendisinin de ölçüsüz davranmasını gösterebiliriz.

Xhafer, uzun zamandır Almanya’da yaşayan ve bir ilaç şirketinde mühendis olarak çalışan, evli ve üç çocuklu, Kosova doğumlu bir Arnavut’tur. Eşi ise doktorasını vermeye çalışan, aynı zamanda da çocuklarıyla ilgilenen bir kadındır. Xhafer’e iş yerinde başlayan ‘haber vermemeler’, ‘umursamamalar’ ve benzeri ters davranışlar giderek onun daha rahatsız olmasına ve ‘paranoyak’ bir ruh haline girmesine yol açar.

XHAFER VE OBSESYONLARI…

Aslında filmin ilk anlarından itibaren başkarakterimizin iç dünyasında bir huzursuzluk olduğunu hissediyoruz: Çoğu zaman labirentvari koridorlarda gezinmek zorunda kalan Xhafer, işi dışında neredeyse kimseyle konuşmuyor. İş yerindeki bir kişi dışında kimse onunla arkadaşlık etmiyor. Evinde ise çoğunlukla çocuklarıyla mutlu olsa da, biraz ‘yorgun’ eşiyle kopuk ve donuk bir ilişkisi var.

Bu noktaya kadar ‘tahammül edilebilir’ düzeyde bir sıradanlıkta ve soğuklukta ilerleyen Xhafer’in hayatındaki ‘tekdüzeliğin’ üzerine bir de ‘sırt çevirmeler’ eklenince doğal olarak işler tamamen raydan çıkıyor. Önemli iş toplantılarına çağrılmaması, meslektaşları tarafından önce basit ‘unutmalar’ veya ‘dalgınlıklar’ gibi sunulurken, sonrasında bir türlü ulaşmayan e-mailler ve Xhafer’in bu aksaklıklar konusunda kimseden net bir cevap alamaması onu giderek daha kötüleşen, girdap gibi dibe çeken bir ruh haline sokuyor. Özellikle Xhafer’in bir şekilde fobi olarak gördüğü ölü (deney) farelerden birisinin evinin kapısına asılması belki bu düşmanca tavrın zirvesini oluşturuyor.

BAŞKA BİR TÜRE KAYMAK…

Film bu esnada, kendisinden hiç beklenmedik bir şekilde, bir tür ‘thriller’ haline dönüşüyor. İşyerindeki şikayetleri konusunda eşinden de aradığı desteği bulamayan Xhafer, giderek kaynayan bir kazan haline dönen hayatında bir çıkış yolu arıyor. İşyerinde çalışan neredeyse herkesle arası soğuk olan Xhafer’in paranoyası giderek büyümeye başlıyor; sorduğu sorulara ya cevaplar gelmiyor ya da kaçamak cevaplar veriliyor, hatta bazen adeta kapılar yüzüne kapatılıyor.

Evinin kapısının önüne bırakılmış yanan bebek arabasıyla ikinci büyük şoku yaşayan Xhafer giderek saldırganlaşıyor. Gerek işyerinde onunla aynı pozisyonda olanlar, gerekse de hiyerarşik olarak astları ya da üstleri, onu ciddiye almayan polisler, hatta karısı bile bir şekilde çok sert cevaplar alıyorlar. Xhafer, adeta bir özel dedektif gibi kendisinin kuyusunu kazan(lar)ın izini sürmeye ve başta duymazlıktan geldiği ters sözlere ve hareketlere aynı sertlikte cevap vermeye başlıyor. Bir noktadan sonra başkarakterin bir kahraman değil de bir anti-kahramana dönüştüğünü bile söyleyebiliriz…

Görüntü yönetmeni Mateo Cocco’nun sarımsı ve yeşilimsi görüntü paleti sanki Xhafer’in çalıştığı iş yerinde ‘çürümüş’ veya ‘son kullanma tarihi geçmiş’ bir şeyler olduğu hissiyatını yaratıyor. Bazen neredeyse tamamen boş olan odalar ve koridorlar mekanın yarattığı ‘rahatsızlığın’ ve iticiliğin altını çizer şekilde önümüze getiriliyor. Kamera asla Xhafer’i gözden kaybetmiyor, birçok sekansta onun arkasında, sonu gelmeyecek gibi görünen uzun koridorlarda yürüyoruz, birçok eylemi onun bakış açısından görüyoruz.

"Exil", isminin asıl çevirisine (sürgün) bakarsak, kendi hayatında ‘sürgünde’ olan bir insanın dramını anlatıyor. Başka bir deyişle yabancı olmayı kabul eden bir adamın ‘yabancı kalmasının’ hikayesini etkileyici bir şekilde beyazperdeye yansıtıyor. Bizce izlenmesi gereken önemli bir film…


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .