Utanmak

Muktedirden utanma beklemek yerine onu öncelikle göz hizamıza indirmemiz gerekir. Bu ister devletin temsilcisi olarak karşımızda dursun, isterse inandığımız ideal, din ya da gelenek lideri olsun.

Google Haberlere Abone ol

Tezcan Durna*

Utanmak, benim anladığım kadarıyla kendine eş kabul edilen özneler arasında hissedilen bir duygu. Bu duyguyu deneyimleyebilmek için, kişinin karşısındakinin onu yargılama, ya da manen cezalandırma ehliyetinin olduğunun kabulü gerekiyor. Benjamin Kilborne, Utanç ve Haset başlıklı eserinin bir yerinde bu kabul konusunu “tanıma-tanınma” kavramlarıyla açıklamaya çalışır. Bu açıklamayı daha sarih hale getirebilmek için Lewis Caroll’ın dünya klasiklerinden biri haline gelmiş fantastik romanı Alice Harikalar Diyarında’nın başlangıcına referans verir. Alice kuyuya düştüğünde karşılaştığı üzerinde “beni iç” talimatı yazan şişenin içindeki sıvıyı içerek boyunu değiştirmeye çalışır. Küçüldüğünü hisseder. Bir dürbün gibi kısaldığını düşünür. Aslında sanırım burada Alice’in hissettiği bakmanın diyalektiğiyle ilgilidir. Burada ötekinin gördüğünü ya da görmediğini hayal etmek açısından dürbün imgesi çok anlamlıdır. Alice gerçek ölçüsüne dönmek için bu defa bir kek yer. Alice bu büyüme ve küçülme deneyiminden sonra roman boyunca ya çok büyük ya da çok küçük olacak-hissedecek ve etrafına uyum sağlayamayacaktır. Kilborne, Alice’in bu büyüklük ve küçüklük deneyimini “Alice onlarda kendisini, onlar da Alice’te kendilerini tanıyamazlar. Bu tanınmazlık ve kendini başkalarının gözüyle hayal edemiyor olmanın kaygısı bütün hikâyeyi yönlendirir” şeklinde yorumlar.[1]

Sahiden de İngilizce etimolojik kökenini bilemiyorum ama utanmanın Türkçe etimolojik kökeninin küçülme anlamıyla çok yakından ilgisi vardır. “Ufalma, ufalanma, ovalama” gibi günümüze kadar ulaşmış Türkçe sözcüklerin kökü “utan, ov” gibi sözcüklere kadar uzanır. Ufalamak, ovalamak, ufanmak gibi sözcüklerin hepsi de günümüz Türkçesiyle küçülmek, küçük parçalara ayrılmak ya da ayırmak anlamına gelir. Sözcüğün Arapça karşılığı “ar” ise, Türkçeye de arlanmak, hicap duymak anlamlarıyla geçmiştir. Buradaki hicap sözcüğünün kökeni de Arapçadır. Bu ar sözcüğünün de küçülmeyle bağlantılı bir anlamı vardır; “eksilmek, körelmek, kusurlu ve sakat hale gelmek” gibi ufalmayı, anlamını yitirmeyi, ya da değerini kaybetmeyi ima eder bu anlamlar da. Ancak her türlü küçülme, ya da kıymet kaybetme eyleminde olduğu gibi bu küçülmeyi ya da kıymet kaybetmeyi takdir edecek bir ötekine ihtiyaç vardır. İşte bu takdir, bize karşılıklılık ilkesini düşündürür. Bu nedenle utanma duygusu, ar ve hayâ gibi duygular duygunun sahibi olduğu varsayılan öznede kolayca saptanamaz. Çünkü bu öznenin bu duygunun ne olduğunu karşısında konumlanan başkaları tarafından kabul edilen bir yargılama gücüyle ya da yetkisiyle anlaması mümkün olabilir. “Utanmaz” diye karaladığınız, yaftaladığınız, aşağıladığınız bir kişinin öncelikle bunun ayırdında olması gerekir. Utanmak bu nedenle öyle kolayca hissedilebilen ve hissetmesi beklenen kişiden kolayca alınabilen bir duygu değildir. Zaten “utanmaz” diye hitap edilen kişiye tam da bu nedenle “utanmaz” diye hitap edilir. Bu üstesinden gelinmez totoloji, utanmazı mükemmel şekilde tarif eder.

6 Şubat 2023’te Türkiye’nin 10 kentini etkileyen, kısa süreler içinde gerçekleşen iki şiddetli depremden sonra karşımıza çıkan korkunç felaket ve bu felaketin acılarını azaltmakla yükümlü devletin yetkililerinin yaptıkları açıklamaların yarattığı utanç duygusu bir yana, ülke tarihinin son yirmi yılında utanması gerekenlerin utanma duygusunu tümüyle kaybettiğini görüyoruz. Buna benzer her felakette bu durumu yaşadık. Utanması gerekenler, utanmak bir yana, “utan” diyenlerin üstüne basmayı tercih etti. Utanması gerekenler utanmazken, uzun zamandır bunların yerine utananlar taşıyor bu duygunun ağırlığını. Uzun zamandır, pek çok insandan buna benzer açıklamalar, eylemler ya da davranışlarla ilgili “utanmaz” yorumu duyuyoruz. Açıkçası bu yorumların çoğuna ben de katılmadan duramıyorum. Uzun zamandır da “utanmaz” sıfatının anlamını sorguluyorum. Aklımda bu sıfatı çoğu zaman gelişi güzel kullandığımız düşüncesi dolaşıyor.

Depremin hemen arkasından “Cumhur İttifakı sahada” açıklaması yapan hükümet sözcüsünden, insanlar göçük altında soğuktan kırılırken alenen “AFAD duruma hâkim” açıklaması yapan afet işlerinden sorumlu yetkilinin yalanına kadar, Kızılay Başkanı’nın “ulaşılamayan bölge yok” yalanından Hazine ve Maliye Bakanı’nın “depremde göçükten değil, insanlar depremden kaçarken öldü” açıklamasına kadar bütün açıklamaların utanmazlıkla bir bağlantısı kurulabilir. Utanmanın burada kuşkusuz “ufalma” ile ilgisi vardır. Utanma duygusunu kaybetmemiş bir kişinin öncelikle ya yaptığı konuşma ya da hareketiyle ufaldığının farkına varması ya da ufaldığını kabul etmesi gerekir. Bu her ikisi de kendisini başkasının göz hizasındayken hissedilebilecek olan farkındalık duygusunun ortaya çıkabilmesi için, utanma duygusu beklenen kişinin eşiti olanlar arasında kurduğu hiyerarşiyi yıkmak gerekir öncelikle.

Utanma duygusu her şeyden önce eşitler arasında ortaya çıkan bir duygudur. Siz bir madencinin asgari ücret alabilmek için yerin kilometrelerce derinlerinde güvenlik önlemleri alınmaksızın yaşamını hiçe sayarak neden çalıştığını, beş farklı devlet kuruluşundan maaş alarak lüks otomobillerin içinde kokain çeken bir parazitten anlamasını bekleyemezsiniz. Hele ki aldığı maaşları hak etmediğini kabul etmesini asla bekleyemezsiniz. Hele hele ondan bu maaşları alıyor olmaktan dolayı utanmasını hiç mi hiç bekleyemezsiniz. Siz buna yol açan kişiden ise insanlar göçük altında hipotermiden dolayı ölürken insanlara sabır telkin etmesinden dolayı “utanmasını” hiç bekleyemezsiniz. Utanma duygusu için öncelikle utanması beklenen kişiden gücünü çekip almanız gerekir. Utanmak, çünkü ancak güçsüze özgü bir duygudur. Güçsüz ekmek çalarken yakalanırsa yüzü kızarır. Ama milyonlarca insan için toplanmış yardımları bile iç ederken yakalansa dahi güçlünün yüzünde tek bir renk değişikliğini göremezsiniz.

Sınırsız bir güçle, kendini kadiri mutlak zanneden birisi ya da birilerinden ne utanma, ne vicdan, ne merhamet göremezsiniz. Böyle birisine “senin utanman yok mu, senin Allah’ın yok mu, senin vicdanın yok mu?” gibi sorularla hesap sormak beyhude bir çabadır. Bütün bu saydığımız sorularla yoksul ve güçsüz sınanabilir ancak. Siz güçlünün gücünü elinden almadıkça o asla vicdanı, utanmayı ve Allah’ı aklına getirmez.

Güçlünün gücünü elinden almanın bin türlü yolu vardır. Bunların başında onun gücünü tanımamak gelir, yani pasif direniş. Bu yolla dünya tarihinde radikal değişimlerin yaratıldığı pek çok örnek vardır. Bir başka yol ise aktif direniştir. Bunun en bilinen yollarından birisi isyandır. İsyan kültürü olmasaydı, insanların doğarken sahip olduğu ve asla ellerinden alınmasının düşünülemeyeceği haklarının olduğu kabul edilmezdi. Size her türlü hukuksuzluğu elinde tuttuğu sınırsız güçle reva gören-görenlerin gücünü yerle bir edecek yollardan birisi de onun-onların karizmasını yerle bir edecek davranışlar olabilir. Irak’ın işgalindeki baş sorumlu Eski ABD Başkanlarından George W. Bush’a “Bu sana Irak halkının veda öpücüğüdür” diyerek ayakkabı fırlatan gazeteciyi hatırlarsınız. Bu eylem, muktedirin gücünü devşirdiği saygınlığını ve sorgulanamazlığını dağıtan bir eylemdir. Muktediri utandırmak için illa onun yüzüne tükürmek, ona ayakkabı fırlatmak gerekmez tabi ki. Bunun yerine geçebilecek yollar bulmak gerekir. Bu yolları şimdi saymanın anlamı yok elbette. Bu yollar, bir kuru canından başka kaybedecek bir şeyi kalmayan, en yakınlarının elini göçük altında tutarken ölümünü seyretmek zorunda kalarak kaybeden insanlar açısından bulunması zor olmayan yollardır. İnsanın yaratıcılığını en çok harekete geçiren çaresizliktir.

Benim burada asıl olarak anlatmak istediğim, muktedirden utanma beklemenin beyhude olduğudur. Utanmak için birincisi insan kalmak, ikincisi insan kardeşlerini eşitin olarak görmek gerekir. Her ikisi de hikmetinden sual olunmaz muktedirlerde asla bulunan şeyler değildir. Muktedirden utanma beklemek yerine onu öncelikle göz hizamıza indirmemiz gerekir. Bu ister devletin temsilcisi olarak karşımızda dursun, isterse inandığımız ideal, din ya da gelenek lideri olsun. İster dini ister seküler olsun, hiçbir liderin hiçbir önderin asla bizden daha yüce olmadığını kabul etmemiz gerekir öncelikle. Unutmamak gerekir ki bizi aşan, bizden yüce, bizden daha kıymetli olduğunu kabul ettiğimiz hiçbir canlı varlık mutlak şekilde adaletli ve masum kalamaz. Ona masumiyeti ve adaletli olmayı ancak utanma duygusundan uzak tutmayarak sağlayabiliriz. Utandırmak-utanmak ise eşitler arasında ortaya çıkabilen bir duygudur.

*um:ag Genel Yayın Yönetmeni, serbest akademisyen.

[1] Benjamin Kilborne (2014), Utanç ve Haset: Görünüm Kaygısı ve Kem Göz, (Çev. Türkay Demir), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 93.