YAZARLAR

'Umutsuzum demenin kaç ayrı yolunu duyabilir insan?'

Taze işgücü istatistiklerinin vahim manzaralarından biri de acı bir rekora koşan genç işsizliği. Bu mevzuda “uzmanlaşmış” bir genç işsiz anlatıyor. Mezuniyetinden beri kişisel tecrübesi ayrı hikâye, bir de genç işsizliği üzerine çalıştığı tezi var. Sokak sokak gezerek 350 gençle konuşmak onu hem aydınlatan, hem “karartan” bir deneyim olmuş; kâh ağlama duvarına dönmüş çalışırken, kâh vatan hainliğiyle itham edilmiş. Çok basit bir sorusu var: Ben neden bu ülkede insanca yaşayamıyorum?

Bölüm III

İsmini yazmayabileceğimizi söyledim. Arama motorlarının inatçı hafızası, genç işsizliğinden konuşan bu genç işsizi, yaptığı sayısız iş başvurusundan birinde potansiyel işvereninin önüne düşürebilirdi. Bunun bir sorun teşkil etme ihtimali de konuşacaklarımıza dahildi aslında. “Bunlarla mücadele etmeye alışkınım” dedi, “biraz da cesur olmak gerekli”.

Bu dönem yaşadığımız işsizlik sorununu ayıran önemli noktalardan biri genç işsizliğinin Türkiye tarihinde örneği bulunmayacak denli yüksekliği. Genç kategorisi aslen 15-24 yaş aralığını içermekle birlikte, nüfus yapısının tüm dünyada değişimi nedeniyle daha gerçekçi bir yaklaşım için 34'e kadar genişletilebiliyor. TÜİK'in yeni hazırladığı üç aylık veri sistemine göre 2021'in Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında, 15-24 yaş aralığındaki gençlerde geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 45. Bu, genç kadınlarda ise yüzde 55’e dayanıyor. DİSK-AR'ın TÜİK, OECD, İŞKUR ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerinden oluşturduğu Temmuz 2021 tarihli raporuna* göre üniversite mezunu her 10 gençten 4’ü işsiz. 2020'de 1 milyon 73 bin genç iş bulma ümidini yitirerek iş aramayı bıraktı. 1,3 milyon genç kayıt dışı çalıştırılıyor. Her 10 gençten 4’ü sosyal güvenceden yoksun demek bu. Çalışan gençlerin yoksulluk oranı ise yüzde 20. Hakiki bir krizi işaret eden oranlarla karşı karşıyayız.

'GERÇEK' BİR İŞ BULMANIN PEŞİNDE

33 yaşındaki İzmirli Celal Tolgay'ın mezuniyetinden itibaren iş hayatı, son birkaç on yılda büyüyen prekaryayı tarif etmek için kuracağımız her tipik cümleyi içeriyor. Anlatacağı uzun, farklı dönemleri olan ve etkileyici bir işsizlik tecrübesi var. Tüm bunların üzerine, kendisi de işsizken yoğunlaştığı “genç işsizliği” üzerine tezi vesilesiyle, neredeyse 350 gençle yüz yüze görüşmeler yaptı. Pratikle teorinin buluşturan, yaşananı anlamlandırırken ikisinin birbirini beslediği bir tecrübe onunki.

Tolgay, mühendis babasını bir iş kazasında kaybettiği için, ekonomik olarak ortadan alt gelir grubuna düşen bir ailede büyüdü. Müzikle ve sanatla haşır neşir çevresine rağmen, tam da aynı kişiler tarafından hayatını bu alanlar üzerine kurmamaya teşvik edildi. Neden, çünkü gayet iyi niyetle geçinemeyeceğinden, iş bulamayacağından endişe ediyorlardı. Celal Bayar Üniversitesi'nde İşletme Bölümü'nde okuduğunda da akıbet farklı olmadı oysa.

Üniversite zamanında gönüllü girdiği sivil toplum dünyasında mezuniyetten sonra profesyonel olarak çalıştığı bir dönem yaşadıysa da, evlilik ihtimali belirdiğinde hayat “gerçek” bir iş bulmayı dayatmıştı. Bir yıllık bir iş arama sürecinin sonunda, ideallerinin uzağında görmesine karşın bir bankaya girdi. Piyasa gerçekleriyle, mobbing, sömürü ve ağır çalışma koşulları ile ilk görkemli karşılaşma... “Hayatımda yaşadığım en kötü iş deneyimiydi” diyor bugün. Tolgay, bir yıl sonra sözleşmesini tek taraflı feshederek o bankadan ayrıldı, çünkü ondan dünyanın hiçbir yerinde etik açıdan doğru bulunmayacak bir iş beklenmiş, itirazı üzerine hakaretlere, tehditlere varan bir tartışma yaşanmıştı. Bu şekilde ayrılırken dahi, işe girerken verilen eğitimlerin ücretinin, üstelik o günkü en yüksek kurdan ödemesini talep ettiklerini söylüyor. Tolgay, en azından bunu ödememek için davacı olmaktan vazgeçti.

Sırada yine bir uzun işsizlik dönemi vardı. “İşletme öyle bir bölüm ki, çok iyi bir okulda okumadıysanız fazla seçenek yok” diyor. Bu esnada eşiyle bir ev kurmak istiyorlardı, öğrenim kredisi ödemeleri vardı, çalışmak her zamankinden daha büyük bir mecburiyetti. Bunun ardından gelen ise, hiçbiri uzun zamana yayılmayan, çoğu güvencesiz, büyük kısmı kişisel tatmin vermekten uzak işler silsilesi... İnsan kaynaklarından idari işlere, kurumlar içi muhtelif eğitimden proje yürütmeye; spor salonu işletmeciliğinden optik sektörüne uzanan bir yelpaze... İş hayatında toplam on ayrı iş yeri gezdiyse en az yarısında sigortasız çalıştırıldı. Yapanlar da sanki hakkı olmayanı bahşeder gibi, ekseriyetle de ücretini daha düşük göstererek yaptı bunu.

350 GENÇ İŞSİZLE GÖRÜŞMEDEN GERİYE KALANLAR

Pandemi başladığında Tolgay bir yandan optik sektöründe bir firmada çalışıyor, bir yandan da yüksek lisans derslerine gidiyordu. İyiden iyiye ilgilendiği genç işsizliği konusu üzerine Dokuz Eylül Ünı̇versı̇tesı̇ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabı̇lı̇m Dalı'nda tezine başladı. Zaten pandemi öncesinde küçülmeye giden firmada bu geç öğrencilik hayatı daha da göze batmaya başlamıştı, derken mecburen yine kendini işsizler diyarında buldu. Elinde sadece tez kalmıştı. Neden bu konuya yoğunlaşmıştı?

“İş hayatında geçirdiğim inişli çıkışlı, sigortalı sigortasız ve gerçekten ağır çalışma koşullarının bir yere varmayacağını, işverenlerin vaat ettikleri hiçbir sorumluluğu yerine getirme zorunluluğu hissetmediklerini fark ettim. Geleceğimi kurtarmam gerekiyor diye düşündüm, sebat ederek geçti yıllar. Daha iyi maaşlı bir iş bulacağız, daha insani koşullarda çalışacağız... Baktım olmuyor, nasıl bir fark yaratabilirim diye düşündüm. En azından yüksek lisans yaparsam üç, beş sene sonra daha farklı bir noktaya gelebilirim, dedim.”

Bir yandan Tolgay'ın seçtiği yöntem, yani kendini geliştirerek sorunu aşacağını inanmak, birçok genç işsiz tarafından paylaşılan bir ümit. Üstelik “boş zaman” da bir nevi anlam kazanmış oluyor; mesele erteleniyor. İş arayan yüz binlerce üniversite mezunu için “fark yaratmak” artık diplomadan daha elzem belki de. Kendisi de insan kaynakları alanında tecrübeli olduğu için başvuruyu değerlendirirken bu burun farkının ne anlama geldiğini iyi biliyor.

Genç işsizliğine teorik olarak yaklaşmanın kişisel tecrübesini anlamlandırma sürecini de etkilediğini anlatıyor Tolgay. Bu hem bir aydınlanma, hem de bir “kararma” içeriyor aslında.

“Bireysel olarak bir kaosun içinde tırmalıyorsunuz. Biraz dışarıdan bir pencereden bakıp üzerine eğildiğimde daha fazla umutsuzluğa kapıldım açıkçası. Aydınlandım kesinlikle, ama bir yandan da bunun makro bir sorun olduğunu, dolayısıyla bireysel olarak aslında elinizden çok şey gelmeyeceğini görüyorsunuz. Bir şekilde nasıl var olacağınızı, bunu da değerlerinizi çok yıpratmadan nasıl yapabileceğinizi düşünmeye başlıyorsunuz.”

Gerçi uzun sohbet edince onu daha fazla etkileyenin, teoriden ziyade yüz yüze görüşmeler olduğunu anlıyorsunuz. Tez için yapılan bu tür görüşmelerin bilimsel yöntemle kaydı, sunuluşu kendi kaideleri içinde kalıyor, asıl bu tecrübenin ardından onda kalan izi anlatmasını istiyorum. Nerede konuştu bu gençlerle, nasıl ulaştı onlara? Konuşmak için bir banka mı oturdular, çimenlere mi çöktüler, baktığı gözlerden, dinlediği hikâyelerden neler kaldı geri? Bir kere bu gençlere hakikaten sokaklarda dolanarak, yanlarına gidip konuşarak ulaşmış olması inanılmaz bir emek demek. Tezi okuyunca bu yanı kendini pek hissettirmeyecek olsa da, bu araştırma aynı zamanda “normal bir bilimsel çalışmadakine” hiç benzemeyen anlar yaşamasına da yol açmış.

“Umutsuzum demenin kaç ayrı yolunu duyabilir insan” diyor Tolgay. Şöyle gençler tarif ediyor... Çok umutsuzlar, feci mutsuzlar, inanılmaz çaresizler, yılgın, yorgun ve de kızgınlar... Hak ettiklerini düşündükleri şeylere asla erişemeyeceklerini düşünüyorlar. Adalete inançları kalmamış. Evlenemeyenler, ailesinin yanına taşınanlar, aile evinde odasına kapananlar, para harcamamak için odalardan hiç çıkamayanlar... Bir akademisyen yoldan çevirip soru sorduğunda sokak köşesinde hüngür ağlamaya başlayanlar... Ve aslında bilmiyorlar ki dinleyen de aynı sokakların insanı. O yüzden de Tolgay hem yalnız olmadığını görmenin, onların fikirlerini yansıtabilmenin mutluluğunu yaşadığını ama çok da yıprandığını söylüyor süreçte.

GENÇLER İŞ BEĞENMİYOR AMA NEDEN?

Şimdiye kadar kaç yere özgeçmiş yolladıklarının sayısını bilebilen genç işsiz yok. Günün büyük kısmı telefonda ya da sosyal medyada geçiyor anlattıklarına göre. Tolgay bunun iş imkânlarına yakın olmak için bir mecburiyet olduğu kadar, “maddi bağımsızlık kuramamanın verdiği sıkışmışlığı uyuşturmaya” yaradığını söylüyor. Bir yandan cep telefonu son zamanlarda krize dair konuşmalarda tartışmalı bir nesne, bir tür yoksulluk birimi haline geliverdi. “Cep telefonun varsa fakir falan değilsin” şeklindeki akıl yürütme, ne cep telefonunu ne yeni yoksulluğu tanıyan ezber, sığ bir bakışın mahsulü daha çok. Tolgay, burada kuşaklar arası bir değer meselesi de bulunduğunu söylüyor. En son modelini edinme takıntısını dışarıda tutuyor, bugün bilhassa söz ettiğimiz kuşak için cep telefonu ve bilgisayar, ekmek kadar elzem ona göre. “Hatta işsizliği de telefonla yürütüyorsunuz” diyor. Cebinde telefonu ve belki hayatta sadece cep telefonu olan genç işsizlerin yoksulluğundan konuşuyoruz sonra. Bunu hem dinlediği insanlardan hem kendinden biliyor: Su almamak için susamamaya çalışmak, sokakta açlığını bastırmak, en fazla krakerle öğün geçiştirmeye çalışmak, toplu taşımada aktarma hesabı yapmak...

Bir de genç işsizliğini izah etmek için sığınılan “iş beğenmeme” bahsi var. Evet, Tolgay'ın araştırmasına göre görüştüğü gençlerin hakikaten yüzde 98'i önlerine çıkan işlerin koşullarını beğenmediğini söylüyor. Bu öncelikle onlar için “makul” görülen işlerin ve pozisyonların kabul edilmesi güç koşullarından ileri geliyor. Daha hazin bir veri ise şu, görüştüğü kişilerin yüzde 97'si kısa bir dönem de olsa kayıt dışı bir işte çalıştığını ifade ediyor. Bu iki oran, mezuniyet sonrası ideallerin nasıl hunharca törpüleniverdiğinin, pek hızlı bir mevzi kaybının işareti. “Kendinize zaman ayırabilmeyi, kazandığınız parayla sevdiğiniz şeyleri yapabilmeyi saçma buluyor işverenler, insan onuruna yakışan bir çalışma yaşamını kabul edemiyorlar. En modern olduğunu iddia eden iş yerleri bile ancak göstermelik olarak yapıyor bunu” diyor.

Tolgay'ın görüştüğü genç işsizlerin hemen hepsi yurt dışına gidebilme çabasında. “Aynı şey benim için de geçerli” diyor ironik biçimde. Yüksek lisans sonrası doktora programına kabul alması gerekli bunun için ve bu yönde atılacak her adımın da ayrıca maddi bir yük olduğundan bahsediyor. Elbette burada da istikameti sınıf belirliyor. Dil yeterliliği için her adım bir para. Uluslararası denklik için girilecek sınavları önce başarılı olur muyum diye değil, giriş parasıyla birlikte düşünüyor.

Bu ahval içinde genç işsiz kadınların çoğunun kendilerini tamamen ev işlerine verdiğini gözlemlemiş, bunu biraz da “kendilerinden beklenen” olduğu için yapıyorlar. Tolgay bu eğilimde eğitim seviyesinin fark etmediğini söylüyor. İşsiz genç erkeklerde ise eğitim seviyesi yükseldikçe yaşadıkları evin günlük işlerine katılımları artıyor.

GENÇ İŞSİZLİĞİYLE İLGİLENİYORSAN VATAN HAİNİSİN!

Tolgay'ın tamamen şehri gezerek rastgele yaptığı görüşmelerde edindiği başka ilginç izlenimler de var. Bunlardan biri kendisinin de geçtiği eğitim sistemine dair bir sonuç belki de, sıkça karşılaştığı “temel kavrayış gücü zayıflığı” ona göre. Örneğin “maddi bağımsızlık” ile ne kastediliğini anlatması gerekmiş defalarca. Söz ettiği, meseleyi politik olarak yahut daha geniş çerçeveden görmemenin noksanlığı değil. Çünkü iş oraya geldiğinde zaten daha da karışıyor.

Öncelikle araştırma için veri toplarken soru formunda ad, soyad, hiçbir kişisel bilgi almamasına rağmen tanık olduğu bunu defalarca teyit ettirmeye çabasının, bariz korkunun altını çiziyor. 350 kişiyle konuştuysa, kim bilir kaç genç de “Başıma bela alamam” diyerek ya da “Silivri soğuktur şimdi” şakalarıyla reddetmiş teklifini. Bunun ötesinde defalarca “birileri” için veri toplamakla suçlanmış, hatta tehdit ve de darp edilmiş. “Genç işsizliği”yle ilgilenerek “memleketi kötü göstermeye çalıştığı için” kimi mahallelerde terörist, vatan haini ilan edilmiş.

Her şeye rağmen elbette AKP'ye oy veren gençler de var görüştükleri arasında. Dertlerini döküp sayıp sonra AKP politikalarını beğendiklerini söylemelerini, bu çelişkiyi yorumlamayı, uzmanlık alanı olanlara bırakıyor. Geleceklerine dair, belki AKP tabanından olmayan gençler kadar umutsuzlar ama bunun hükümetle alâkası olmadığını düşünüyorlar. Bir yandan politik görüş sızmaksızın artık diplomanın, eğitimin, kişisel beceriler geliştirmenin değil, belli ağlara girmenin iş garantisi getirdiğini hemen her genç söylüyor zaten. Bunu belki liyakat devrinin kökten bitişi olarak adlandırmak lazım.

AKP “ağlarına” yakın olmak, bir tanıdık bulmak, çok genç için iş bulma ümidi demek. Küçük bir yüzde teşkil etse de örnek olarak ilginç, politik olarak hükümeti desteklemese de “Karnımı doyurmam lazım, böyle davranmam gerekiyorsa davranırım” diyenlere de rast gelmiş. “Böyle”den kasıt AKP'li gibi davranmak. Tolgay “Yolsuzluk ya da adam kayırma olarak kavramsallaştırmıyorlar bunu. Bir yandan liyakatsizlikten, torpilden şikâyet ediyorlar ama bir yandan AKP'li tanıdığının olmasının iş kapısı açacağını da açıkça ifade ediyorlar. Çözüm daha iyi torpil bulmaya dayanıyor” diyor.

'KASIT PATATES YEMEKSE, EVET KARNIMIZI DOYURUYORUZ'

Celal Tolgay bu ara tezini nihayetlendirmeye çalışıyor, Genç İşsizler Platformu** içinde faaliyetlerde bulunuyor. Bir yandan da “son kale” olarak gördükleri evlerini kapatmamak için o da işsiz olan eşiyle birlikte çeviri, düzelti ve “ne olursa” gibi, “sağdan soldan” işlerle ayakta kalmaya çalışıyorlar. “Kasıt patates yemekse, evet karnımızı doyuruyoruz. Et falan yemiyoruz. Bunun için çevremizdekilere de ağlayamayız. Zaten bir yaştan sonra başkasından destek almak da ağır geliyor. Bunun da ciddi psikolojik boyutları var” diyor.

Çalışıp ayrıldığı bazı işlerden sonra altı ay kendine gelemediğini anlatıyor. Gönlüne göre iş bulma ümidi ise yok gibi, ancak belki çıtayı “beklentilerinin dibine” çekerse. Görüşmelerde “Sen şimdi çok para istersin” cümlesini duymaktan yılmış. Torpilin kamuda olduğu kadar, özel sektörde de tek anahtar olmasından usanmış. İnsan kaynakları bölümünde çalıştığı şirketlerden biliyor, son aşamaya gelmiş bir eleman görüşmesinin “yukarıdan” bir dokunuşla nasıl eleniverdiğini.

Onun sözleriyle bitirelim. Bunlar Türkiye'nin yüz binlerce genç işsizinin cümleleri gibi aynı zamanda. Burada derin bir yarık, neye evrileceğini hep birlikte göreceğimiz sanki sıkışmış bir gaz var.

“Bu sistem içinde var olamıyorum, peki ne yapacağım? Nasıl istismar edildiğini görmek yaşamı çok zorlaştırıyor. Türkiye'nin, başka bir ülkeyi bir ay götürecek gündemine de bu farkındalıkla bakıyorsunuz sonra. Çözümsüz, çaresiz kaldığınızı hissediyorsunuz. Ben neden bu ülkede insanca yaşayamıyorum? Neden karnımı doyurmak için bu kadar zorlanıyorum? Üstelik başka yerde insanlar beş maaş birden alıyor. Yapabileceğimiz tek şey var, tırmalıyoruz, delirmemeye çalışıyoruz.”

*https://www.cloudsdomain.com/uploads/dosya/46648.pdf   

** https://gencissizler.org 

 **

Resmi işgücü istatistikleri gerçek hayattan gittikçe daha fazla koparken, işsizlik sorununun kaynaklarına, derinliğine, sonuçlarına ve bugünlere mahsus yanlarına biraz daha yakından bakmaya niyetlenen sekiz bölümlük bir yazı dizinden bir parça okudunuz.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.