Uğur böceği mezarlığı

Gün batımında uğur böceği ve diğer bütün minikler yorgun ve bitkin düştü. Kan, kudret güç kalmadı hiçbirinde. Avlunun kapısı kapandı, sonra bir gök gürültüsü, bir yağmur, bir fırtına...

Google Haberlere Abone ol

Sedat Yılmaz *

Annesini mi kaybetmiş, yolunu mu şaşırmış, familyasından dışlanmış işlediği bir günahtan kaynaklı mahalleden mi kovulmuş yoksa kasırgayı andıran şiddetli rüzgarın amansızlığına mı denk geldi bilinmez ama avlumuza bir uğur böceği düştü. Atik, hızlı ve parlaklığı genç olduğunu gösteriyordu. Koyu kırmızı kanatlarında yedi siyah benek ve altı beyaz noktası vardı. Aslında avlumuz küçük, cılız, çelimsiz, bakımsız işçi kılıklı çok sayıda faklı türden bir hayvanat bahçesini andırıyor. Böcekleri, sinekleri, karıncaları, kelebekler, sürüngenler ve adını bilmediğim sayısız minik minik hayvanlar. Ortalık bir koşuşturmaca, bir hareketlilik sormayın. Hepsinin acelesi var ancak hiçbiri "yerli ve milli” mimariyle inşa edilmiş yüksek duvarları aşamıyor.

Dikkatimi çekti, hiçbiri yemek peşinde değil. Bıraktığım ekmek kırıntılarına dönüp bakan olmadı. Sürekli bir çıkış, bir özgürlük arayışındalar. Belki de "Burası neresi, biz buraya nasıl düştük, kim-niye attı bizi buraya?" gibi sorular soruyorlardır. Ama hiçbiri "Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” demiyor. Bu basit cümle bu kurtuluş felsefesi bir türlü bu küçük hayvanların gündemine gelmiyor. Tek tek izliyorum, aralarında hiçbir irtibat yok. Sanki birer düşman gibi göz göze gelmemek için yollarını değiştiriyorlar. Hepsi gün boyu o avlunun içinde dolanıyor ta ki şiddetli bir yağmur gelene kadar. Dolandıkları ve aşamadıkları yerin metrelerce yükseklikte insanın insanı cezalandırmak için yaptığı bir zindan olduğunu nereden bilecekler.

Üstelik bu miniklere öncülük edecek bir domuz da yok. Yalnız, güçsüz, topraksız ve korumasız bu miniklerin sonunu düşünmek, acı verici. Düştükleri yerde ne bir yuva ne bir sığınaklı ayak ne de bir avuç toprak var. Bir yandan çıkış bir yandan fil insanların ayakları altında ezilmemek için beyhude arayışa yenik düşüyor bazıları. Neyse Uğur böceğine döneyim. Çocukluğumda annemin bu hayvana dair öğüdü geldi aklıma. Sakın öldürme dedi. Çünkü uğur böceği şans getirirdi. Eline aldığında uçtuğu zaman şansın açık derdi. Bu testi bilmem kaç bin kez yapmışımdır ve hepsi uçup gitmişti. Bu inanış uğur böceğine tehlikesiz bir yaşama şansını getiriyordu. Kutsal görüldüğü için adeta hayat boyu dokunulmazlık kazanmıştı. İnsan onu kutsamış ve dokunulmaz kılmıştı ancak ne var ki aynı insan ördüğü yüksek duvarlara bu kez onu hapsetmişti.

Özgürleştirmek ve uçurmak için elime aldım. Bir düşmanın eline düşmüş gibi kasıldı, gerildi ve korkudan dışkı bıraktı. Ödü kopmuştu ve ön ayaklarını yalayıp yalayıp yol aradı kurtuluş için. Olabildiğince yükseğe fırlattım, kanatlandı birkaç metre ama aşamadı yüksek duvarları. Çaresizce kendini boşluğa bıraktı, indiği yer bir vadiyi andırıyor. Logara uzayan su birikintisi uzun bir dereyi, etrafındaki yeşilimsi küf ise ormanlık bir vadiyi resmediyor. Uçmaya mecali kalmayan uğur böceği, dereyi boydan boya yürüyerek aştı. Kayalıklarda soluklana soluklana vadiyi aştı. Ne yazık ki çıkış bulamadı yeniden havalandı bir - iki metre sonra duvardan karşı duvara çarpa çarpa yere yığıldı. Yaşlı, bitkin soluksuz bir dev gibi yığıldı yere. Bir kaç dakika sonra bir deneme daha bir deneme daha yaptı. Boşunaydı tüm çabası, insanların yaptığı yüksek duvarları aşamadı.

Gün batımında uğur böceği ve diğer bütün minikler yorgun ve bitkin düştü. Kan, kudret güç kalmadı hiçbirinde. Avlunun kapısı kapandı, sonra bir gök gürültüsü, bir yağmur, bir fırtına. Tüm minikler tabutsuz birer ölü olarak suyun yüzeyinde logara, bilinmezliğe yol aldı. Şafak söktü, kapı açıldı, güneş vurdu tertemiz avluya. Beton ayna gibi parıldıyor. Sonra bir uğur böceği düştü, ardından diğer böcekler, sinekler, sürüngenler...

Savaşlar, depremler, göçükler, felaketler izledim. Büyük olayları takip ettim. İlk kez önemsiz görülen ve dikkati çekmeyen bu miniklerin dramına, çırpınışına, logardan gidişlerine tanık oldum. Ve bu cehennem, bu kısır döngü her gün kendini tekrar ediyor. Kendini bir cinayet mahalinde bildiriyor gibi görüyorum. Minikler buranın bir hapishane olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecekler.

* Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi