YAZARLAR

Uçum uçum uçuşuyor!

Uçum’un parlamenter sistem önerisinin içeriğine ve fiili rejimin savunusuna ilişkin tezlerinden biri, parlamenter sistemin halkın elinden hükümeti seçme gücünü alıyor olduğu iddiası. Seçilmiş başkan ile halk; mevcut durumda parti başkanlığını da düşündüğümüzde, nasyonel sosyalizmden hatırladığımız lider-halk ve parti arasındaki özdeşliği savunan Uçum, liderin elindeki gücü dengeleyecek anayasal kurumların tümünün ortadan kaldırılmasının ideolojik savunuculuğunu üstleniyor.

Türkiye’nin yeni rejimi, tek bir kişi için iki helikopter rejimidir. Ankara’da her çarşamba tek bir kişi Meclis’te konuşacağı için iki helikopter uçar. Türkiye’nin yeni rejimi, tek bir kişi için yargının kırbaçlaştırılması rejimidir. Yalnızca bir kişi için hakaret suçu hapis cezası ile cezalandırılır. Binlerce kişi tek bir kişi hakkında tivit attığı için hapis cezası ile yargılanır. Türkiye’nin yeni rejimi tek bir kişi için itibar rejimidir. Tek bir kişi kendine saray yaptırır, memleketin dört köşesinde yaptırır; sit alanı, koruma alanı dinlemeden, istediği yere, istediği sayıda, isterse yazlık, isterse kışlık olarak yaptırır. Tek bir kişinin sürdüğü saltanatta abartı aranmaz; evine ekmek götüremeyen esnaftır abartan. Türkiye’nin yeni rejimi tek bir kişinin açtığı muslukla dolan, gevşettiği vana ile boşalan bir havuz problemi rejimidir. Havuzun hangi bölümünün yüzde kaç dolacağına tek kişi karar verir. O tek kişinin ise bizzat kendisinin kırbaç olmaktan başka şansı yoktur; paranın dinini, mezhebini, milletini sormaz. Fakat varlığını sürdürebilmek için muarızına dinini, mezhebini, milletini sorar; onun milleti ülkedeki herkesi kapsamaz; başını tuttuğu musluğun gücünün eriştiği kadardır. Tek partisine kayıt yaptırmayan, işçi olarak iş bulamaz, tek partisine güven vermeyen, memur olamaz; havuzuna su taşımayan ihale alamaz. Her şey tektir, sürekli saydığı dört de aslında tektir; boş kalan başparmaktır rabia ve hep kendi avucunu kuşatır. Fakat ittifaklar en az iki olmak zorundadır. Türkiye’nin yeni rejimi, gelmiş geçmiş en istikrarsız -örtük- koalisyon rejimidir. Hem ne istendiğinin ve ne verildiğinin bilinmediği, hem de bilinmezliğin boyutu çatışmaya dönüştüğünde, başparmak avucu kuşatmakta zorlandığında devlet içi savaşların çıktığı rejimdir. Türkiye’nin yeni rejiminde siyasal yetki kullanan kimse hesap vermez, fakat yurttaştan sürekli hesap sorulur. Türkiye’nin yeni rejiminde demokratik ilke tersine çevrilmiştir; deprem vergilerini çarçur edene değil, “deprem vergileri nerede” diye soran yurttaşa soruşturma açılır. Yolsuzluk yapan değil, yolsuzluğun hesabını soran cezalandırılır.

Muhalefet, geniş bir mutabakat sağlayarak bu rejimi sona erdireceği iddiasıyla siyaset yapıyor. Önerdikleri parlamenter sisteme geri dönmek; ama eskisinin kopyasına değil, güçlendirilmiş parlamenter sisteme. İçi şu ana kadar az dolduruldu. Ama bir yerden başlamak gerek. Ben en başa yazdığımdan başlayayım. Türkiye’de, tek bir kişi sarayından çıktığı anda tepesinde iki helikopterin uçurulmadığı bir sitem tasarlanmalıdır.

MEHMET UÇUM GERÇEKTE NE DİYOR?

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili, bütün AKP’liler gibi uzun bir unvana sahip eski TKP’li avukat Mehmet Uçum, güçlendirilmiş parlamentarizm tartışmasına girmiş. Yeni rejimi savunmak için yazdığı propaganda kitabına ilişkin kaleme aldığım yazının sonunda söylediğimi, şimdi baştan söyleyeyim: “Böylesine tutkulu bir apoloji ancak bir dönek tarafından yapılabilir.” (1) Rejimin baş hukukçusunun, Sabah’ta yayımlanan yazısında (2) dile getirdiği fikirlerin temelinde de bu kitap var. Kitabın temel tezi, 15 Temmuz’un milli-demokratik halk devrimi, Erdoğan’ın da yirmi birinci yüzyılın en büyük devrimcisi olduğu; 16 Nisan referandumunun da halk-teşkilat ve lider özdeşliğine dayanan tek irade-tek teşkilatın zemini olan sistemi kurduğu. Bu kadar basit: sol jargonun faşist özdeşlik teorisi için kullanılması ve Erdoğanizmin meşrulaştırılması için sınırsız-süresiz uçuş…

Sabah’taki yazının güçlendirilmiş parlamenter sistem ve mevcut rejime ilişkin tezlerini de gözden geçirelim:

- Uçum, literatürde güçlendirilmiş parlamentarizm adında bir hükümet sistemi olmadığını, sistemin adının parlamenter sistem olduğunu ve güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunanların parlamenter sistemin zayıflığını kabul ettiği tezini savunuyor. Bilgisizce yapılmış bir söz oyunundan başka bir anlamı olmayan bu tez bakımından şu kadarını söylemek yeterli: Geniş bir literatür taraması yapmasına gerek yok; AKP döneminde TBMM yayınlarından çıkan Parlamenter Sistem başlıklı kitaba bakarsa dünyanın çeşitli yerlerde, farklı adlarla anılan, farklı özellikler gösteren bir sistem olduğunu görebilecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla uydurulmuş bir sistemin savunusunu yapan birinin güçlendirilmiş parlamenter sistemin literatürdeki yeriyle uçuşuna başlaması ayrıca tuhaf.

- Uçum’un parlamenter sistem önerisinin içeriğine ve fiili rejimin savunusuna ilişkin tezlerinden biri, parlamenter sistemin halkın elinden hükümeti seçme gücünü alıyor olduğu iddiası. Seçilmiş başkan ile halk; mevcut durumda parti başkanlığını da düşündüğümüzde, nasyonel sosyalizmden hatırladığımız lider-halk ve parti arasındaki özdeşliği savunan Uçum, liderin elindeki gücü dengeleyecek anayasal kurumların tümünün ortadan kaldırılmasının ideolojik savunuculuğunu üstleniyor. Yani halk cumhurbaşkanını seçtikten sonra demokrasinin ölçüsü olarak Cumhurbaşkanı’nın istediği her şeyi yapabilmesi, anayasal ve kurumsal engellerle karşılaşmaması savunuluyor. HSK’yi hakim ve savcıların oluşturması değil Cumhurbaşkanı’nın oluşturması, rektörleri üniversite çalışanlarının değil, Cumhurbaşkanı'nın seçmesi, belediye başkanlarını yerel halkın seçmesi değil, Cumhurbaşkanı'nın ataması (kayyımlar), televizyona kimin çıkacağına Cumhurbaşkanı'nın karar vermesi, kimin gazeteci olup kimin terörist olduğuna Cumhurbaşkanı'nın karar vermesi… Uzatılabilir liste. Uçumun demokrasi uçuşu… Halk hükümeti seçiyormuş; parlamenter sistem elitistmiş… Parlamenter sistemin seçimin ve temsili rejimlerin doğasına içkin bir elit yaratma kapasitesi vardır doğru; fakat hiçbir parlamenter sistemde tepesinde çift helikopter gezdirmeyi kendine hak sayan; istediği her yere saray konduran; kendini herkesten üstün ve itibarlı, yurttaşın ekmek talebini abartma gören; alabildiği her yönetim kurulundan huzur hakları sağlayan; tezini danışmanına yazdırıp danışmanını borsanın başına, aile fertlerinin her birini bulunduğu kurumda istihdam eden, salgında yurttaşlara yapılması gereken testleri ilk kendilerine yaptıran, aşıları ilk kendi vurulan bir “elit” yaratmamıştır.

- Uçum uçuşunda ikinci durak tanıdık: Küreselcilere karşı milli yürütme için tek bir kişinin önderliği. O tek kişinin çılgın projeleriyle tüm bir halkı borçlandırdığı küresel sermayenin “dini, mezhebi milleti”nin önemi yok. Cumhuriyetin varlıklarının satıldığı Katar da bir torunlarımızın dahi borçlandırıldığı konsorsiyumlar da…

- Uçum, bürokratik-kurumsal vesayet teranesini, seçilmiş cumhurbaşkanının tek karar alıcı olduğunun zemini olarak yeniden kurguluyor; lider-halk-partiye dayanan; 16 Nisan kitabında ayrıntılandırdığı tek irade-tek teşkilat anlayışına kılıf olarak bu kullanılıyor. Böylece sadece anayasal kurumların tasfiyesinin ideolojik zemini değil; on binlerce yurttaşın kamudan tasfiye edilmesinin ve kamu hizmetine girme hakkının engellenmesinin ideolojik kurgusunu sağlıyor. Lidere sadakat duymayan, onu selamlamayan, partisine üye olmayan için hayatta kalmak, medeni hayattan tasfiye edilerek, yaşama terkedilerek mümkün.

GÜÇLENDİRİLECEK OLAN DEMOKRASİDİR

Çok uzatmadan söyleyeyim. Uçum’u takdir ettiğim bir şey de var. İçeriği en dürüstçe söyleyen kişi, rejimin kronjurist’i. Tezlerinin hiçbir yerinde demokratik hükümet sistemlerinin temel unsuru olan kuvvetler ayrılığından bahis yok. Tutarlı biçimde lider-halk-hareket özdeşliği çerçevesinde tek irade-tek teşkilat fikrini, nasyonal sosyalizmin temel hiyerarşilerini savunuyor.

Son bir hatırlatma: Güçlendirilmiş parlamenter sistem tartışmasını başlatan görüşler; Almanya’da uygulanan –Uçum’un da “eleştiri”sine malzeme ettiği rasyonelleştirilmiş parlamentarizmin kurumları aracılığıyla yürütmeyi güçlendirmeye dönük tartışılmamalı. Aksine öznesi halk olan güçlerin taleplerini siyasallaştırabilecekleri demokratik zeminler aracılığıyla parlamenter sistemin yeniden yapılandırılmasını tartışmalıyız. Türkiye’nin gerçek anayasal sorunu ve ihtiyacı budur: Yürütmeyi güçlendirmek değil, onu dengelemek; kurumları ihya etmek değil onları demokratikleştirmek. Birçok açıdan Erdoğan rejimine tepki olarak ortaya çıkması muhtemel anayasa tartışmasında demokrasi güçlerinin asıl sorumluluğu halkın öznesi olduğu demokratik çatışmaların siyasallaştırılabileceği zeminlerin inşasının mücadelesi içinde olmaktır.

(1) https://ayrintidergi.com.tr/erdoganizmin-hukukculari-fiili-rejimin-failleri/

(2) https://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/mehmet-ucum/2020/12/05/guclendirilmis-parlamenter-sistem-ne-anlama-geliyor


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.