Türkiye'nin Faroe Adaları mağlubiyeti: Bitmek bilmeyen çöküşün şimdilik son durağı

Türkiye’de futbolun dibe vurmasının nedenleriyle dürüst bir şekilde yüzleşilmediği ve ülkenin tüm futbol örgütlenmesi yerle bir edilip yeniden yapılmadığı müddetçe bu çöküş sürecek.

Google Haberlere Abone ol

Onur Özgen

Küçücük bir ülke, koskocaman bir ülkeyi bir spor müsabakasında mağlup ettiğinde ne olur? Elbette hemen nüfus ve yüzölçümü karşılaştırmaları yapılır. Dün gece de öyle oldu. Türkiye'nin tarihinde ilk kez kaybettiği Faroe Adaları'ndan nüfus bakımından 1726 kat, yüzölçümü bakımından ise 562 kat büyük olduğunun altı çizildi.

Fakat insanların değer görmediği, toprakların ise nadasa bırakıldığı bir ülkeyseniz, kalabalık bir insan nüfusuna ya da geniş topraklara sahip olmak bir şey ifade etmez. Ve Türkiye ne yazık ki tam olarak böyle bir ülke.

Elbette bu, Faroe Adaları’na yenilmenin bir nedeni ya da mazereti değil. Türkiye’nin her şartta Faroe Adaları’nı mağlup edebilmesi gerek ve dün gece aldığı sonuç kendisi adına utanç verici. Ama daha utanç verici olan şey, Türkiye’nin Faroe Adaları, Lüksemburg ve Litvanya’nın yer aldığı bir grubun seviyesine düşmüş olması. Ve bunun, şu an eleştirilerin odağında olan Stefan Kuntz ile hiçbir ilgisi yok.

Evet, Kuntz’un harika bir teknik direktör olmadığı bariz. Ama Türkiye’nin Faroe Adaları’nı yenebilmesi için harika bir teknik direktöre ihtiyacı yok. Harika futbolculara da ihtiyacı yok. 

Ancak Türkiye’nin bu seviyelere düşmemesi için daha iyi futbolcular yetiştirmeye, daha iyi futbolcular yetiştirebilmesi için de daha iyi bir örgütlenmeye ihtiyacı var. Belki o zaman daha iyi teknik direktörlere de sahip olabilir. 

Dün geceki maçın ardından Kuntz’un söyledikleri, hoşumuza gitsin ya da gitmesin, bu açıdan doğruydu:

“Teknik direktör değişikliğinden söz etmek kolay. Gerçeklerle yüzleşmek lâzım. Türkiye Millî Takımı’nın şu andaki gerçek durumu bu. Hoca değiştirerek şu anki gerçekliğin değişmesini beklemek gerçekçi değil.”

Geçen yıl bu zamanlarda Hollanda’dan altı gol yenirken sorun Şenol Güneş’in çağ dışılığıydı. İhtiyacımızın modern futbolu bilen, bilimsel yöntemlerle çalışan, yeniliklere açık, yabancı bir teknik direktör olduğu söyleniyordu. Neticede de göreve Stefan Kuntz getirildi. Bugün ise medyada çarenin Sergen Yalçın olduğu söyleniyor. 

Oysa yapının tamamı sorunluyken, her seferinde çareyi üst yapıdaki değişikliklerde aramak sorunu çözmediği gibi daha da derinleştiriyor. 

Meselenin adını koyarak konuşmak lâzım. Her ne kadar çoğunluk kabul etmek istemese de, Türkiye futbolu 2010’lardan itibaren bir çöküşün içinde. Faroe Adaları mağlubiyeti ise bu sürecin son durağı. Şimdilik… 

Türkiye’de futbolun dibe vurmasının nedenleriyle dürüst bir şekilde yüzleşilmediği ve ülkenin tüm futbol örgütlenmesi yerle bir edilip yeniden yapılmadığı müddetçe bu çöküş sürecek. Bundan kötüsü olmaz denildikçe daha kötüsü olacak.

Süper Lig, Avrupa’nın en yaşlı ligi olduğu müddetçe, Avrupa’nın en yaşlı yirmi takımından altısı Süper Lig’den olduğu müddetçe, özkaynak oyuncularına süre verilmesi konusunda Avrupa’da sondan ikinci olunduğu müddetçe, Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile birlikte Avrupa’nın en az yerli oyuncu oynatan üç liginden birine sahip olunduğu müddetçe çöküş katlanarak sürecek (bu son veriye bakınca, Yunanistan’ın da Euro 2016 elemelerinde Faroe Adaları’na iki maçta birden kaybedip grubunu sonuncu bitirmesi tesadüf olmasa gerek).

Bu dün gecenin meselesi olmamakla birlikte, Kuntz’un maçın ardından oyuncu havuzunun darlığından şikâyet etmesi anlamsız değil. Aynı şikâyetleri Şenol Güneş de ediyordu. Çünkü millî takımın, kendisini layıkıyla besleyen bir yerel ligi bulunmuyor. Bu sorunu da bir önceki teknik direktör Mircea Lucescu sık sık dile getiriyordu. Oyuncuların birçoğunun Avrupa’nın farklı takımlarından geldiğini ve bunun millî takıma avantaj sağlamadığını söylese de bu uyarıları futbol kamuoyu tarafından hiç ciddiye alınmamıştı.

Oysa Türkiye’nin futbol tarihinin en başarılı iki turnuvası olan 2002 Dünya Kupası ve Euro 2008’de 23 kişilik kadronun 18’i Türkiye’den yetişmişti. Bu sayı dün geceki maçın 23 kişilik kadrosunda ise 13’tü. Üstelik düşüş keşke sadece nicelik olarak olsa. Mevcut oyuncular, 2002 ve 2008’deki yerli oyuncuların niteliğinden de çok uzağında. Her ne kadar kısa süre öncesine dek bu millî takımın tarihin en iyi millî takımı olduğu ya da bu jenerasyonun altın jenerasyon olduğu söylense de…

Şurası kesin ki, Süper Lig’de nitelikli yerli oyuncular oynamadığı müddetçe, ne kulüp takımlarının ne de millî takımın başarılı olma şansı var. Euro 2000’deki çeyrek final ve 2002 Dünya Kupası’ndaki üçüncülük derecelerini o dönemde Galatasaray’da toplanan çekirdek kadrodan ve o kadronun kazandığı Avrupa başarılarından ayırmak mümkün mü? Euro 2008’deki yarı finali, aynı sezon Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale yükselmesinden bağımsız değerlendirmek mümkün mü? Elbette değil.

Tıpkı Euro 2020 grubunda Türkiye’nin sıfır çekmesiyle, turnuvadan hemen sonra Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi grubunu puan alamadan bitirmesini ayırmanın mümkün olmaması gibi. 

Nitekim, yirmi yedi yıl sonra Şampiyonlar Ligi’ne Türkiye’den bir takımın giremediği, Konyaspor’un kendi sahasında bir Lihtenştayn takımından dört gol yediği sezonda Türkiye Millî Takımı da tarihinde ilk kez Faroe Adaları’na kaybetti. 

Evet, Stefan Kuntz harika bir teknik direktör olmayabilir. Ama bu söylediklerinin yanlış olduğunu göstermez. Gerçeğimiz tam olarak bu.