Diyarbakır’da sıcakla mücadele yöntemleri!

Yaklaşık iki milyon insanın yaşadığı Diyarbakır’ın sıcak havayla mücadelesi yeni değildir. Suriçi’ndeki yapılaşma mesela, hem yaz hem de kış ayları gözetilerek yapılmış. Dicle nehri eskiden beri büyük bir şans. Ama şehir büyüdü, eskiden bağların bulunduğu yerlerde koca binalar yükseliyor. Küresel sıcaklık artıyor. Peki 40 derecenin altına düşmeyen sıcakla Diyarbakır’da insanlar nasıl mücadele ediyor?

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Gözünüzün neden yandığını anlamazsınız önce. Tuhaf bir yanmadır çünkü ne bilgisayar ya da telefona çok bakmaktandır ne kitap okumaktandır. Sonra birden anlarsınız ki terdir gözünüzü yakan. Ne kadar ovsanız, ne kadar kağıt mendille temizlemeye çalışsanız da faydası olmaz. Yüzünüzü mutlaka yıkamanız gerekiyor o yangının hafifleyip geçmesi için.

Bu mecburen öğrenilmiş bilgiyle yukarıya, güneşe doğru bakarsınız. Bir saniyeden fazla bakamadığınız güneş, gözlerinizi kamaştırır ve kısa bir süre dünya kararır. Aklınızdan Nâzım’ın coşkulu “Güneşi zapt edeceğiz” dizesi geçer. Ve dilinizden “Etme eyleme Nâzım baba, ne işimiz var bu güneşle” cümlesi dökülür. Bu cümlenin Nâzım’ın kastettiği ile alakası yoktur, bilirsiniz ama işte, güneşe karşı çaresiz kalınca birinden şikayet etmek gerekiyor.

“Diyarbakır’a gelmeyi düşünüyorum” diyen arkadaşlarıma, “Mümkünse Eylül’ün ikinci yarısında gel” diyorum. Akıl kârı değil bu sıcakta Diyarbakır’a gelmek. Bunu söylerken kendimi de düşünüyorum elbette, yalan yok. Çünkü gelen kişi gezip görmek isteyecektir Diyarbakır’ı ve ona mihmandarlık yapmak gerekecektir.

SICAK VE ASABİ ESPRİLER

Diyarbakır sıcağından şikayet eden sadece ben değilim, emin olun. Ama “Hep şikayet, hep şikayet” olmuyor elbette. Sıcak havayla ilgili, kim bilir belki bir savunma aracı olarak, espriler de gırla gidiyor ve sosyal medya bu esprileri kamuya açık hale getiriyor. Mesela duygusalogist adlı kullanıcı, Diyarbakır sıcağıyla ilgili aklına gelen soruyu paylaşmış: “Acaba yaşadığımız bu sıcaklar cehennem simülasyonu mu?”

Çocuklar serinlemek için her türlü imkanı kullanıyor

Yüksek Kahve, sıcakla imtihanı şöyle dile getirmiş: “Bugün sıcaklık 38 derece olacak diye sevinenlerin yaşadığı şehirden yazıyorum. N’olur doğru söyleyin ya. Black Mirror filminin içinde miyiz?”

Gazeteci Mahmut Bozarslan, geçtiğimiz günlerde twitter hesabından “Sıcaktan bunalan bir Diyarbakırlı tepkisi…” notuyla şöyle bir diyalog paylaştı:

“Bugün ayın kaçıdır? 23’tür?”

“Ne bileyim kaçidir… Ben bir şey anlamadım bu aylardan.”

Ama sıcakla ilgili espri de bir yere kadar. Çünkü sıcak, esas olarak asabi yapar insanı. Bu nedenle artıgerçek yazarı Nurcan Kaya’nın şöyle dediği görülmüştür mesela: “’Diyarbakır sıcağı iyidir, en azından hava kurudur, terlemiyorsun. İstanbul öyle değil, nemlidir, dayanılmıyor’ diyenlerin bundan sonra ağzına biber sürücem. (İstanbul’a indiği için mutlu:)”

SERİNLETEN ARAÇLAR

Ama iki milyona yakın insan nasıl yaşıyor, nasıl serinliyor Diyarbakır’da? Hakikaten iyi bir soru. Gözlemlerimden, deneyimlerimden yola çıkarak anlatmaya çalışayım.

Klima: Klimanın çevreye verdiği zararlar hakkında konuşabiliriz ama bu konuşma ancak kış aylarında verimli olabilir. Çünkü bu konuşma muhtemelen klimalı bir ortamda gerçekleşecek ve hiç sahici olmayacaktır.

Güneş tepeye çıktığında serinlemek için her türlü aracı kullanmak kaçınılmaz

Bu tespitten sonra diyebilirim ki ev ve işyerlerindeki klimalar can kurtarıyor, bu kesin. O vakit herkes klima kullansın derseniz, bu o kadar kolay değil. Bir defa klimalar çok pahalı. Hadi taksitle aldınız klimayı ama elektrik faturasını nasıl ödeyeceksiniz?

Vantilatör: Malum, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun eski şarkıcı, yeni televizyon yorumcusu Seray Sever, “Fasulye pahalıysa yemeyin kardeşim” diyerek ekonomik krize çözüm bulmuştu. Siz de “Klima pahalıysa vantilatör alarak mutlu olmak mümkün” diyebilirsiniz. Diyarbakır sıcağı karşısında kendine bile hayrı olmayan, boşuna gürültü ve elektrik israfı yapan vantilatörlerin en ucuzu 200 tl. Haznesine doldurulan suyu buharlaştırarak püskürten büyük vantilatörlerin fiyatlarıysa bin liraya yakın. Her türden eşyayı ucuza satan dükkanın çalışanı, “Bunlar kafeler için” diyor.

Fıskiye: Hemen her kafede var bu büyük vantilatörlerden. Kafelerde bir de suyu buharlaştıran fıskiye var. Melih Gökçek’in süs fıskiyesine benzemiyor bunlar. Kafenin gölgeliğini çepeçevre dolanan ince bir boruda açılan deliklerden su buharlaşarak aşağı doğru iniyor. Bunlardan birinin altında oturuyorsanız ne âlâ, biraz uzaktaysanız hiç faydası olmuyor size.

SERİN VE PARALI MEKANLAR

Dicle civarı: Şehirden uzaklaşmak gibi bir imkanınız varsa gidebileceğiniz en iyi yer elbette Dicle nehrinin civarıdır. Öğlen saatlerinde ağaçların gölgesinde ve suya yakın olmak, sıcaklıkla mücadelede pek fayda etmiyor. Ama suya, Hevsel Bahçeleri’ne yakın olmak psikolojik bir rahatlamaya neden oluyor yine de. Akşam saatleri ise serindir bu civar. Hatta vakit geceye doğru ilerlerken hafiften üşümeye başladığınızı hissedersiniz. İşte o zaman, “Keşke bu tahtta uyusam” dersiniz, deliksiz bir uyku hayali kurarak.

On Gözlü Köprü civarındaki kafelerden birindeyseniz bir müzik gürültüsüne maruz kalacağınız ise kesindir. Bütün kafeler, çaldıkları müzikleri sadece müşterilerine değil, o civardaki herkese dinletmekle yükümlüymüşler gibi bir davranış sergilerler. “Hele şu müziği biraz kıs, kimse kimseyi duyamıyor” diye garsona seslenirsiniz. Onun sizi anlaması için cümleyi birkaç kez tekrarlamanız gerekiyor. Anlasa da bir şey değişmiyor, o ayrı. Hem diyelim kıstı, ne olacak ki? Köprüdeki davul sesi, karşı yakadaki canlı müzik, yan taraftaki arabesk şarkı peşinizi bırakmaz, kulaklarınıza rahat vermez ve müzik beğeninizi altüst eder.

Hazar Gölü: Geçtiğimiz haftalarda bir günlüğüne gittiğim Hazar Gölü’nde o kadar çok Diyarbakırlı gördüm ki şaşırmıştım. Bakkal ve kahvehane işleten adam Diyarbakırlıydı mesela. Hafta sonu için Hazar Gölü’ne gelenlerin çoğu da Diyarbakırlıydı. Çok sayıda Diyarbakırlının burada yazlıkları olduğu da biliniyor. Hazar Gölü, Elazığ’ın Maden ilçesi sınırları içinde olsa da durum buydu. Hazar yakın ve batıdaki tatil yerlerine göre oldukça ucuz. Eh, gündüz bunaltmayan bir sıcak, gece oldukça serin bir yer olunca, serinlemek için ideal bir yer.

AVM’ler: Büyük alışveriş merkezleri var Diyarbakır’da. Espriyle de olsa, “AVM’ye gidip serinleyelim” diyenler oluyor. Hakikaten serinlemek için AVM’lere gidenler vardır mutlaka. Ama AVM bu, mesela ben nefes alamıyorum buralarda.

Havuzlar: Diyarbakır’da, benim hiç gitmediğim, havuzlar da serinleme mekanlarıdır elbette. Çok sayıda havuz olduğunu duyuyorum. Bu havuzlara yaz kış giden Diyarbakırlılar var. Soru gelmeden, bu havuzlara kadınların da gidebildiğini belirteyim. Ama elbette havuzlar paralı ve hiç gitmediğim için fiyatları hakkında bilgim yok.

Diyarbakır sıcağına laf ettirmeyen Şêxmûs Abê (Şeyhmus Diken) daha iyi bilir ama galiba İçkale’de Küpeli ve Dingilhava Diyarbakır’ın en bilinen eski havuzları. Çünkü sık sık dile getiriliyor bu havuzlar. O zamanlar kadınlar havuza gidebiliyor muydu, bunu bilmiyorum.

BELEŞ SERİNLEME MEKANLARI

Parklar gözde serinleme noktaları arasında

Parklar: Parklar, beleşe serinleme yerleridir. Seray Sever olsam, “Parklara gidin serinleyin kardeşim” derdim ya, neyse. Benim favorim Koşuyolu Parkı ama Diyarbakır’da sahiden güzel parklar var. Bu parkların içindeki kafelerde vakit geçirmek mümkün. Şehir içine göre daha serindir parklar. Parkta, ağaçların gölgesinde, çimlere uzanabilirsiniz. Hatta çimlerin serinliği ve gece uyuyamadığınız uyku nedeniyle kendinizden geçip uykuya da dalabilirsiniz. Kimse yadırgamaz çünkü herkes sizin yerinizde olmak ister.

Anzele suyu: Anzele suyu da beleştir. Ama şehrin içindeki bu kaynak suda, belki etrafı açık olduğu için, sadece çocuklar yüzüyor. Suya balıklama atlayan çocuklara bakıp iç geçirmek düşüyor büyüklere.

‘ÜZÜM SICAĞI’

Haziran bitti. Ama tuhaf bir şekilde Haziran oldukça serin geçti Diyarbakır’da. Bu nedenle şikayet etmek haksızlık olur Haziran’a. Temmuz da şöyle böyle derken bitti. Sırada Ağustos var. Ağustos sıcağı Temmuz sıcağından geri kalmayacaktır.

Diyarbakırlıların “Üzüm sıcağı” dediği en sıcak günler ise Ağustos’un sonu ile Eylül’ün ilk haftasına denk geliyor. Bu nedenle “Hava çok sıcak” dediğiniz de Diyarbakırlılar, “Bu sıcak nedir, hele üzüm sıcağı gelsin” diye karşılık veriyorlar.

Bütün bu sıcak muhabbetinden sonra gözünüz korktu ve Diyarbakır’a gelmekten vaz mı geçtiniz? Bence vazgeçmeyin. Diyarbakır’da her mevsim görülmeye değer koca bir tarih ve doğal güzellikler var.