Tarihiyle doğasıyla zengin Hazar Gölü

Yaz tatili için uzak illere gidemeyen bölge insanı soluğu Hazar Gölü’nde alıyor. Yaklaşık 25 yıldır Balıkçı Kamping’i işleten Abdurrahman Balıkçı, gölün mavi bayraklı olmasına rağmen altyapı eksikliğinin olduğunu söylüyor. Öte yandan Hazar Gölü’nde zengin bir tarih keşfedilmeyi bekliyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - “Her gölün bir hikayesi, bir efsanesi vardır. Hazar Gölü’nün efsanesi nedir?” diye sordum Abdurrahman Balıkçı’ya. Şöyle dedi: “Hamile bir kadın su istiyor ama kimse bir bardak su vermiyor ona. Kadın susuzluktan ölüyor. Ama ölmeden önce, ‘Sular altında kalasınız’ diye beddua ediyor. Kadının bedduası tutuyor ve buradaki köyler su altında kalıyor.”

Abdurrahman Balıkçı, maaşını da kampinge yatırıyor

Balıkçı, “Gölün iki yanında iki dağ var ve bu dağlar sırt üstü uzanmış hamile bir kadına benziyor” diye ekliyor. Sonra karşıdaki bir dağı gösterdi, “Bak, dağlardan biri buradan görünüyor. Diğeri öbür tarafta, görünmüyor.”

Gösterdiği dağa bakıyorum, hamile bir kadına benziyor mu, diye. Sonra defalarca baktım. Fotoğrafını çekmeye çalıştım. Eğer bir göz yanılsaması ya da zihnimin bir oyunu değilse, evet, dağ sahiden de benziyordu bir hamile kadına.

Abdurrahman Balıkçı Hazar Gölü’nün yukarısındaki köyde doğmuş ama Diyarbakır’da büyümüş. Yine de yazları ailecek hep buraya gelmişler. Bağları bahçeleri varmış da ondan. Zaten köylülerin geçim kaynağı bağ ve bahçelerde ürettikleri ile gölden tuttukları balıklarmış. Şarap severler bilirler, Elazığ’ın şarap için yetiştirilen Öküz Gözü ile Boğazkere üzümleri ünlüdür. “Üzümleri ve balıkları götürür Elazığ’da satardık” diyor Balıkçı, çok geride kalmış bir zamanı anlatır gibi.

“Hâlâ üzüm üretiyor musunuz?” diye soruyorum Balıkçı’ya. “Hayır” diyor, “Çünkü bağla ilgilenecek kimse yok. Bakımsız kaldı bağ.”

BALIKÇININ BAHÇESİ

Balıkçı TRT’den emekli. TRT’nin eski idare amirlerinden. Uzun yıllar Diyarbakır’da çalıştıktan sonra küçük oğlu Galatasaray kulübünün altyapısına seçilince İstanbul’a tayin istemiş. Balıkçı, “Gitmemiz iyi oldu, çocukların iş ortamı oldu” diyor.

İstanbul’da yaşıyor Balıkçı ama aklı kendi köyünde, emeklilik ikramiyesiyle yaptığı Balıkçı Kamping’de. Çünkü burada 25 yılın emeği var. Çadır kampı olan Balıkçı Kamping, ancak emekli olduktan sonra 4 kişinin kalabileceği evlere bırakmış yerini. Bu nedenle yılın 7 ayını burada geçiriyor. Dediğine göre kampingi güzelleştirmek, müşterilerine iyi hizmet sunabilmek için maaşını buraya yatırıyor.

Eşini çilek reçeli yaparken görmüştüm. Meğer kış için bütün hazırlıklarını burada yapıyormuş. Domates, biber kurutuyor, türlü reçeller, turşular yapıyormuş. Gülerek, “Ben organik besleniyorum” diyor Balıkçı.

Bahçede her türlü ağaca rastlamak mümkün

Kampın bahçesinde kayısı, vişne, dut, elma, erik ağaçları var. Meyveyi dalından koparıp yemek mümkün. Kumsala yakın bir yerde ise bostan ekmiş. Fidanlar boy vermiş, “Yakında ürün verir” diyor Balıkçı.

Biz de onunla gölü gören odalardan birinin tertemiz balkonunda sohbet ediyoruz. Göle giren çocukların neşeli sesleri bize kadar geliyor. Zaten göl ile kamping arasındaki mesafe 20 adım kadar. Ağaçların gölgesi serin ve vakit öğlen saatleri olmasına rağmen terlemediğimi fark ederek, Diyarbakır yanıyordur şimdi” diye geçiriyorum aklımdan.

MAVİ BAYRAKLI GÖLDE ALTYAPI EKSİKLİĞİ

Efsaneleri bir yana bırakacak olursak, Hazar Gölü, Türkiye’deki en derin göllerden biri. Uzunluğu 22, genişliği ise 6 kilometreye kadar ulaşıyor. Gölde iki tür balık yaşıyor. Bunlardan birine hamsi diyorlar, boyunun küçüklüğünden dolayı. Ama göl kıyısında yaşayan herkes, bu balığın hamsiden daha lezzetli olduğunu ileri sürüyor. Diğeri siyah ve büyük bir balık.

“Eskiden akvaryum gibiydi göl” diyor Balıkçı, “Balıklarla birlikte yüzerdik. Sonra HES kurdular, balıklar o tribünlerde ölmeye başladılar. HES nedeniyle suyu azaldı gölün, eylem yaptık. HES’in göle zarar verdiğini kabul edip kapattılar. Göl yeni yeni kendine gelmeye başladı.

Yaz aylarında uzak tatil yerlerine gidemeyen bölge insanı Hazar Gölü’nde serinlemeye çalışıyor. En çok Diyarbakırlılar rağbet ediyor Hazar Gölü’ne ancak Mardin, Batman, Urfa, Bingöl ve Malatya’dan da gelenler azımsanmayacak kadar çok. Talep artınca son yıllarda otel ve özellikle kamp yerlerinde de artış oldu.

Dinlenmek için göle günübirlik gelenlerden şikayetçi Balıkçı. Çünkü dediğine göre arabalarıyla kumsala kadar iniyor, orada mangal yapıyor ve çöplerini bırakarak gidiyorlarmış. Girişimleri sonunda önemli oranda bunun önüne geçebilmişler. Bir araç park yeri yapılmış ve sahili temizliği görevliler tarafından daha düzenli yapılmaya başlanmış.

Hazar Gölü’nün mavi bayraklı olduğunu hatırlatan Abdurrahman Balıkçı, altyapının yetersizliğinden yakınıyor. “Kültür ve Turizm Bakanlığı yatırım yapsa, kamp yerlerine destek verse her şey daha güzel olacak. Gelen müşterinin memnuniyeti de artacak. Özellikle altyapıya ihtiyacı var kamp yerlerinin” diyor.

Kriz kampingi de vurdu

Balıkçı, geçen yıla göre müşteri sayısında yüzde 20 oranında bir azalma olduğunu belirterek, bunu da ekonomik krize bağlıyor.

GÖLDEKİ GİZEMLİ KENT

Hazar Gölü’nde saklı bir kent olduğu biliniyor. Abdurrahman Balıkçı, “Gölde bir kilise var” diyor, “Geçen yıl görmek mümkündü kiliseyi ama bu yıl çok yağmur yağdı, su yükseldi ve kilise görünmez oldu yine.”

Batık kent ya da saklı kent diyor Hazar Gölü civarında yaşayanlar. Suyun altında nasıl bir tarih hazinesinin olduğu kesin olarak bilinmiyor. Çünkü bugüne kadar suyun altında yatan zengin tarihi araştırmak için hiçbir hükümet istekli davranmamış. Bu nedenle göldeki kent için gizemini koruyor demek mümkün.

Ancak Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait bazı emareler mevcut. Bir de seyyahların seyahatnameleri, şimdi sular altında kalan kentin Hristiyanlar için önemli bir merkez olduğunu vurguluyor.

Akşam bir grup yazlıkçıyla bir araya geleceğim ve “Buralar hep Ermenilerindi. Köylerin adları hep ‘yan’la biter” diyecekler. Ermenilerle ilgili dedelerinden duydukları bazı trajik hikayeler anlatacaklar, iç geçirecekler ve duruma alışmış olmanın sıkıntısıyla susacaklar. Biri, “Babama dedim ki hepiniz öldürdüğünüz insanların topraklarını yiyorsunuz. O da bana, ‘Benim ne suçum var, olaylar olduğunda ben daha doğmamıştım’ dedi” diyecek ve gülümsemek ile kederlenmek arasında sıkışacaktı herkes.

Beyaz, uzun taneli Pernevi üzümü de onlarla gitmiş sanki. Yaz aylarında gölden tutulan küçük balıkları tuzlayıp ipe dizerek kurutmak, kış aylarında pilavla pişirmek geleneği de öyle. “Bunlar Ermenilerden öğrendiğimiz şeylerdi, şimdi bu gelenek de unutuldu” diyor Balıkçı.

Sonra eski köy isimleri de Ermenilerle birlikte göçmüş elbette. Hafızası silinmek istenmiş Hazar Gölü’nün. Ama sular çekildikçe bir zamanlar buradaki toprağı işleyen, burada bir kültür yaratan insanları ısrarla hatırlatan bir kilise görünüyor.