Öğretmen M: Toplumdan da ihraç edildik

Son üç ayda on binlerce öğretmen görevden alındı. Ancak onlar birer 'sayı' değil. Hepsinin birer hikayesi var ve seslerini duyurma ihtiyacındalar. Öğretmen M. onlardan biri...

Google Haberlere Abone ol

DÜZİÇİ - 15 Temmuz darbe girişimi sonrası başlatılan soruşturmalar kapsamında Osmaniye’de 405 öğretmen açığa alındı. Bunların yaklaşık 100’ü Düziçi ilçesinde görev yapıyordu.

Düziçi'nde 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen öğretmenlerin önemli bir bölümü Bank Asya'da hesapları oldukları için görevlerinden atıldıklarını belirtiyor. Bu öğretmenler arasında OHAL kararnamesiyle kapatılan Aktif-Sen'e üye olanlar da var.

15 yıldır bu ilçede öğretmenlik yapan ve adının açıklanmasını istemeyen öğretmen M. de bu isimlerden biri. Öğretmen M. 15 Temmuz’dan bu yana yaşadıklarını Duvar'a anlattı.

Her şey nasıl başladı?

15 yıllık öğretmenim, 15 yıl bitti 16 yılın içindeyim… 'İçindeydik' diyelim daha doğrusu. Darbenin olduğunu gece internette gezinirken gördüm; gördüğüm anda bir ürperti kapladı içimi. Darbe başarılı olsun olmasın, daha kimin darbe yaptığını bilmeden Aktif-Sen’e dahil olmaktan ve Bank Asya’da da param olduğu için, başıma bir şey geleceğini o an anlamıştım. Korkmuştum. O gece sabaha kadar uyumadım. Ertesi gün diğer arkadaşlarımla beraber ciddi anlamda bir şok geçirdik. O akşam Cumhurbaşkanımız ve Başbakan ‘FETÖ’ demeye başlayınca, sendikayı ve Bank Asya’yı da orayla irtibatlandıracaklarını tahmin ettiğim için, o geceden sonra ve OHAL’e girdiğimiz süreçte biz hep tetikte bekledik; her an bir şey olacak diye…

Başa dönelim, haber nasıl geldi?

15 bin 200 kişinin açığa alındığı haberi önce çıktı. İçerisinde biz var mıyız yok muyuz derken, okuldan telefon geldi. Müdür yardımcısı beni aradı. Okula gittim, açığa alındınız belgesini imzalattılar, tebliğ tebellüğ yaptılar.

Şaşırmamışsınız sanki?

E, bekliyorduk. Beklediğimiz şeye çok şaşırdık diyemem ama insan çok üzülüyor. Sonuçta alakamız olmayan bir şey yüzünden, yıllarını verdiğin mesleğin elinden alınıyor. Ama düşünüyorum da şimdi, hiç şaşırmadım gerçekten. Çünkü yol haritalarını bu şekilde belirleyecekleri belli olduğu için, daha olay çıkar çıkmaz taşlar döşenmeye başlanınca, şaşırmadım işte.

Peki, kağıdı imzaladınız, ne vardı kafanızda o anda?

İnancımız ağır bastığı için, 'vardır bunda da bir hayır' dedim. 'Allah’ın takdiri' dedim. Benim etim ne budum ne!

Belki düzelir diye düşündünüz mü hiç?

Yok. Şu an bile ben asla düzeleceği kanaatinde değilim. Öyle bir düşünce yok bende. Süreç bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden bir şey çıkarsa olur.

'NEREYE BAŞVURACAĞIMIZI BİLMİYORUZ'

Dava açtınız mı?

Bireysel başvurumuzu yaptık; önümüzdeki hafta ya da ondan sonraki hafta İdari Mahkemesi’ne dava açılacak. Ama AYM’ye açtık. Oraya bireysel başvuru yapıldı. Şimdi İdari Mahkeme safhasında İdare Mahkemesi’ne başvurulacak. Onu bekliyoruz şu anda. (Yanındaki arkadaşı 'Görüşmeden direkt ret verilecek tabii. Hiç dosyaya bile bakmadan direkt ret veriyorlar' diyor.)

Nasıl yani?

Samsun’da doğrudan görevsizlik verilmiş diye duydum ben zaten. Artık Danıştay’a mı gönderir yoksa ne yapar bilmiyorum. Görevsizlik kavramı, 'bu davaya benim bakmaya yetkim, salahiyetim yok' demek… Bu davaya bizim mahkeme bakamaz diyorlar sana…

Peki, kime yönlendiriyorlar sizi?

Benim hukukçu bir akrabam var, ona sordum; ‘görevsizlik çıkan kararı veren makam sizin gideceğiniz mahkemeyi size göstermek zorunda’ diyor. Mesela, bu davaya ben bakamam, sen buraya ya da şuraya gideceksin diye yol göstermesi gerekiyor. Biz de Danıştay’a gideceğiz herhalde…

Ne bekliyorsunuz bu süreçten?

Ülke içindeki hukuki süreci bitirmek bizim temel maksadımız, niyetimiz. Hukuki süreç bitmeden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden geri döneceği için mecburen içerideki süreci bitirmek zorunda olduğumuzdan bu yolları takip ediyoruz. Prosedürü takip ediyoruz yani. Bir beklentimiz yok. Danıştığımız tüm avukatların ve hukukçuların da söylediği bu.

'BİZİ GÖREVDEN ALANLARIN BİLE BUNU YAŞAMASINI İSTEMEM'

Hayatınızda şu an neler değişti, ondan biraz bahsedelim.

Hayatımda her şey değişti diyebilirim. Daha düne kadar sizinle canciğer olan insanlar, sizinle her gün belki 2-3 defa konuşan insanlar selam vermekten çekinir oldular. Evimize sadece birinci derece akrabalarınız ya da gerçekten mağdur olduğunuza inanan cesur arkadaşlarınız geliyor.

Toplumun dışına itildiniz yani!

'Dışladılar' demek isterdim ama biliyorum ki insanlar korkuyor. Yani bizimle temasa geçerse kendisine de zarar geleceğinden korkuyor.

İhraç edilen herkes aynı durumda mı?

Benim bildiğim ve tanıdığım herkes aynı durumda.

Nasıl hissediyorsunuz peki?

Bu anlatılamaz ki yaşanması lazım! Düne kadar her an görüştüğünüz insanların bir anda çevrenizden uzaklaştığını düşünün. 'Artık şu telefon çalmasın' dediğim günler vardı; 25-30 insanla konuşurdum her gün… Ama şu anda bir tek eşim, çocuklarım, cesur arkadaşlarım haricinde kimse aramıyor artık. 3-4 günde bir telefonum çalıyor, bazen çalmıyor bile. O halden bu hale geldik yani…

Anlıyor musunuz sizden uzaklaşanları?

Yani, anlıyorum tabii. Beni görünce üzüntüden yüzleri düşüyor ama konuşamıyorlar. Sonuçta kendilerinin de başına bir şey geleceğinden korkuyorlar, anlamamak mümkün mü? Onların da ailesi, çocukları var ve sorundan uzak durmaya çalışıyorlar. Bu yüzden şikayet edemem. Kimsenin yaşamasını da istemem. Bizi görevden almış insanların bile bunu yaşamasını istemem, çünkü çocukları vardır. Bakacak insanları vardır, borçları, dertleri vardır.

Aynı durum başkasına olsaydı, siz nasıl davranırdınız?

Ya zamanında ben de böyle hatalar yaptım. Solcu bir arkadaşın başına çok farklı bir şey gelmişti ve ben kendisini aramadım. Kendisinden uzak durmaya bile çalıştım ama bana bir şey olduğunda, kendisi direkt yanıma geldi ve ben kendimi çok mahçup hissettim. Şimdi şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, benim yanıma gelmeyen arkadaşlarımın başına şimdi bir musibet, bir bela gelse, duyduğum anda ilk gidenlerden olacağım. Nasreddin Hoca ‘damdan düşeni getirin’ demiş ya hani, o hesap! Düştük bir kere ve neden düştüğümüzü dahi bilmiyoruz!

'MANAV OLARAK ÖĞRENCİME HİZMET EDİYORUM'

Ne yapıyorsunuz şimdi?

Öğretmenlik yapamadığım için, başka kapılar çaldım. Aileme bakmak zorundayım. Akrabaların yardımıyla önce otogarda çaycılık yaptım. O maceram maalesef 10 gün sürdü. Daha sonra -sağ olsun- biri çağırdı ‘gel yanımda çalış’ diye, şimdi bir manavda çalışıyorum. Asgari ücretle…

Ne yapıyorsunuz manavda?

Bir manavda ne yapılıyorsa onu yapıyorum; hamallığından tutun da satış elemanlığına, eve teslimata kadar her şeyi yapıyorum. Kasiyerlik de yapıyorum; öğrencime de hizmet ediyorum, bir zamanlar samimi olduğum arkadaşlarıma da...

Kaç arkadaşınız sizinle birlikte ihraç edildi?

Benim bildiğim 100’ün üzerinde… Türkiye genelinde, ortalamada en çok ihraç edilen insan sayısı Düziçi’nde.

Peki o arkadaşlarınız ne durumda?

Ben yine şanslıyım, işim var ama diğerleri iş bulamadı daha. Şu anda iş bulamıyorlar. İnsanlar iş vermekten de çekiniyorlar. İnşaat sektörüne işçi olmak için bile başvurdular. Ben de inşaata başvurmayı düşünüyorum, çünkü oranın parası biraz daha iyice… Gerçi başvurunuz kabul edilse bile, iş sigorta noktasına gelince –ki sigortasız çalıştıramazlar- sizi sigorta yapmaktan çekiniyor insanlar.

Durumunuzu bildikleri için mi?

Tabii. Kendisine de zarar gelebilme ihtimali olduğu için. Bu yüzden arkadaşlar orada da iş bulamıyorlar ama bulsalar gidecekler, emin olun.

Nasıl geçiniyorlar peki?

Geçinemiyorlar ki! Aileleri, arkadaşları bir şekilde yardım ediyor, ya da bugüne kadar ne biriktirebildilerse onu kullanıyorlar. Öyle idare ediyorlar şimdilik, ama nereye kadar idare edebilirler ki? Çocukları var çoğunun…

Sizin çocuklar ne durumda?

Mesela benim çocuklarımdan biri TEOG sınavına girecek ve bu psikolojiyle girecek sınava; annesi babası işten atılmış, iki maaş girerken evimize tek asgari ücrete kaldık, ihtiyacı olanı söylemeye bile çekiniyor. Meslekten atılmış olmamdan dolayı ona yardımcı olamıyorum. Eşimin ailesi yardımcı olmaya çalışıyor. Sağ olsunlar çocuğumu dershaneye gönderiyor, servis parasını veriyor vs.

'ÇOCUKLAR BİR ANDA YETİŞKİNLİĞE GEÇTİ'

Durumu anlayabiliyorlar mı? Ya da siz anlatabildiniz mi?

Çocuklara bir şey açıklayamadık, izah etmedik, onlar olayın bir anda ortasında buldular kendilerini… Görüyorlar yani. Bir anda çocukluktan yetişkinliğe geçtiler sanki… Mecburlar bir yandan… Olayı daha net anlatabilmek adına size bir örnek vereyim; benim ufak oğlan bir yerden düştü, kolunu kırdı, bana ‘baba abimle biz hastaneye gidelim’ dedi. Yani ben onunla gitmeyeyim ki, birisi görürse şikayet etmesin diye. Çocuk bunu düşünmek zorunda yani…

Kaç yaşında?

11. Abisi de 14.

Şikayet derken, jurnalcilikten mi bahsediyorsunuz?

Aynen. İnsanların bir de ihbar olayı var şimdi, herkes birbirini korkudan sağa sola şikayet ediyor. İnsanlar birileri yanlış anlar diye sokağa çıkmaktan, markete gelmekten bile çekiniyorlar.

Öğrencileriniz ne düşünüyor bu konuda; sizinle temasa geçenler oldu mu?

Üzülüyorlar tabii. Ben zamanında müdürlük de yaptım, öğretmenliğe dair tüm kariyer basamaklarını gezdim. Ben onlara, onlar bana çok düşkündü. Daha küçük oldukları için benimle konuşuyorlar ama aileleri uzak duruyor. İstemediğimiz şekilde meslekten atılmış olduk, istemediğimiz şekilde toplumdan da ihraç edildik. Eşim de öğretmendi, o da ihraç edildi.

Eşiniz neden ihraç edildi?

Sadece sendika üyesi olduğu için… Onun bankada parası bile yoktu!

Sizin var mıydı?

Benim vardı ama bizim Bank Asya’ya para yatırmamızın tek sebebi, bankanın faizsiz olacağını düşündüğümüz içindi. FETÖ örgütü ile bir alakam, bir bağlantım yok yani! Allah bin türlü belasını versin onun ve darbeyi yapanların… İnançlı bir insan olarak söylüyorum bunu. Tek suçum bankaya para yatırmak ve Aktif-Sen’e üye olmak. Gerçi neden ihraç edildiğimi bile bilmiyorum, bankada param olduğu için mi, sendikadan dolayı mı yoksa başka bir şeyden mi? Tek bildiğimiz KHK 672 –sanırım sayı buydu- sebebiyle ihraç edildiğim…

'SAVUNMAM DAHİ ALINMADI'

Hadi bankayı anladım, o sendikayı neden seçtiniz peki?

Şuna güveniyorsunuz; sonuçta bu devletin aleyhine işleyen bir kurumsa eğer, nasıl olsa devlet bunu engeller, kapatır. Biz de buna inandık. Diyorsunuz ki ‘devlet buna el koyar, halkını gitmeyin diye uyarır’, üstelik bunu da yasal yollarla yapar ama 15 Temmuz’a kadar hiç kimse hiçbir kurum hakkında bir uyarı yapmadı ki! Biz de yasal olduğunu varsaydık. Devlet hukuki olarak bizi uyarır da ben hâlâ inat edip gitmeye devam edersem, o zaman suçluyum, atsınlar beni içeri!

Bu sendikadan nasıl haberiniz oldu?

Devletin kendisinden… Devlet bu kurumu kapatmadığı gibi, bu sendikanın kurulduğuna dair okula yazı göndermişti; biz de üye olduk. Üstelik sendika aidatını da ben yatırmadım ki! Aidat benim maaşımdan kesiliyor, yani devlet bunu alıyor, kendi eliyle ödeme yapıyor oraya. Ama burada devletin suçu yok, benim var. Yazıyı bana gönderen kendisi, aidatı kesen kendisi, ödemeyi yapan kendisi ama suçlu benim. Biz devletin bir hukuk devleti olarak kanun ve yasalarla bizleri koruyacağına inanmıştık. Bir de şöyle bir gerçek var ki, Abdullah Öcalan bile devletin nezdinde mahkemeyle yargılanmış ve suçlanmış; bunun için savunması alındı ve bu insan savunma yapabildi, ki yapması da gerekiyor zaten çünkü savunma hukukun en kutsal, en değerli tarafı... Bizlerden savunma dahi alınmadı.

Yani savunma bile yapamadan hüküm verildi diyorsunuz.

Evet. Önce idamımıza hükmedildi, ondan sonra bize ‘gidin valiliğe itiraz edin’ denildi. Biz de bir avukatla görüşerek durumumuzu izah ettik ve ona göre bir itiraz dilekçesi oluşturabildik. Bazılarımız internetten bulduklarını kendilerine uyarladı çünkü bizler her zaman görevden atılmıyoruz ki! (Acı acı gülüyor) Daha evvel böyle bir şey başımıza gelmiş olsa ona göre bir dilekçe yazacağız ama ilk defa başımıza böyle bir şey geliyor. Doğal olarak da herkes birbirine ‘sen ne yaptın, sen yaptın’ diye soruyor, çünkü tutunacak bir dal arıyoruz şu anda.

'BEN KİMİM Kİ KANDIRILMAYAYIM?'

Merak ediyorum; 17/25 Aralık operasyonları sonrasında, 'FETÖ’ diye bir örgütün varlığına dair haberler çıkmıştı; neden hâlâ aynı sendikada kaldınız ya da neden bankadan paranızı çekmediniz? 'Bunun ucu bize de dokunur' demediniz mi?

Yani bu MGK kararı ile ortaya çıktı ama bir insanın ya da bir kuruluşun terör örgütü olarak ilan edilebilmesi için Yargıtay süreci ve kararı gerekir. Hukuk bunu söylüyor. Yargıtay da onayladığı zaman bunun terör örgütü olduğu kesindir. 28 Şubat da bir MGK kararıdır. 2004’te de bu hükümetin imzasıyla birileri terör örgütü ilan edildi ama baktığınız zaman, hükümetin içerisindeki yetkililerle görüşebildiler. Bu kişi için de Cumhurbaşkanı ‘dön artık’ dedi yani. Şimdi MGK kararları hükümet tarafından bile hukukun üstünde görülmezken, ben ne yapayım? Ben gerçekten de önemli bir şey olmadığını, bir yanlışlık olduğunu ve bunun yakın zamanda ortaya çıkacağını düşündüm. 17 / 25 Aralık’ı neden baz almadınız diye soruyorsunuz bana ama sadece ben değil muhalefet partileri bile bunu baz almadı ki! Seçim zamanı alanlarda muhalefet partileri bu olayın o kadar üstüne gitti ki ama onlar bile bir şey yapamadığına göre, demek ki bir şey yok dedik. Adama hâlâ emekli maaşı ödemesi yapıyordu bu devlet… Biz de buna güvendik, buna aldandık.

Kandırıldık mı diyorsunuz yani?

Hükümetimiz bile kandırıldığını kabul ediyor, ben kimim ki kandırılmayayım? Ben hükümetten daha akıllı değilim ki! 15 Temmuz’dan sonra ‘ben yanlış yapmışım, hepimiz kandırılmışız’ diyorsam, burada benim suçum ne? Hükümetimizin kandırılma hakkı varsa, bize de bu hakkın verilmesinin iyi olacağı kanaatindeyim. Ya, Düziçi’ndeki bir öğretmenin darbeyle ne alakası olabilir? Komik gelmiyor mu size bu? Yani her tarafım darbeci olsa ben Düziçi’nde ne yapabilirim? Allah bütün darbecilerin bin türlü belasını versin! FETÖ’nün de… Hadi beni geçtim, benim engelli bir öğretmen arkadaşım da ihraç edildi; iki eli yok, onun her yanı darbeci olsa ne yapabilir?

Geçenlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği engelli öğretmen mi?

Evet. Taha Akyol’la yaptığı programda bahsetmişti. Çocukluğundan beri tanırım kendisini. Abisi okutmuştu onu, ailesinin durumu yoktu. 11 yaşındayken elektrik çarpması sonucu elleri kesilen çocuk, kendi azmiyle öğretmen oldu. Ailesi havalara uçmuştu, öğretmen oldu diye… 13 yıldır buralarda birlikte öğretmenlik yaptık. Bizim gibi çok zor şartlarda okuyan çocuklara yardımcı olmak amacıyla bir dernek bile kurduk. Onlara yardımcı olmak için kendi cebimizden para da verdik, ama şimdi görüyorum ki sonuçta tüm bu yaptıklarımız bazı yerlerde çok da makbule geçmemiş.

Peki, engelli haliyle ne yapacak arkadaşınız? Ailesi de vardı sanırım…

Tabii ki bir şey yapamayacak. Abisi iki aileye birden bakacak şimdi. O kadar anlayamıyorum ki! Kendisi sekiz ay evvel ayrılmış sendikadan. Bank Asya’da da cüzi bir miktar, yani 2000 lira kadar parası varmış, onu da çekmiş ama kendisini de ihraç ettiler işte. Bir şekilde ona yardımcı olmaya çalışıyoruz ama ben ne kadar kazanıyorum ki onun ailesine yardım edeyim? Gerçi şu anda o insanın tüm ihtiyacını giderseniz dahi, her şeyini karşılasanız bile, kendisini eksik hissetmesine engel olamazsınız ki! Sonuçta engelli birinin işe yaradığını hissetmesi o kadar önemli ki! Öğrencileri tarafından da çok sevilen bir öğretmen, onlara ders vererek hayattaki varlığının sayıldığını hissediyor. Ne yapacak şimdi? İnşaata giremez, markette, manavda çalışamaz…

Sendikadan neden ayrılmış, haberiniz var mı?

Bir arkadaşıyla konuşmuş; bu sendikayı bu şekilde irtibatlandırırlar, senin de başın ağrır diye… O da ayrılma ihtiyacı hissetmiş. FETÖ bağlantısı olsa kalırdı orada zaten. Kaldı ki engelli biri olarak ne yapabilir ki?

Neden öğretmen olmuştunuz?

O kadar zor okuduk ki biz! Benim babam hamaldı, kazandığı her kuruşu, her yevmiyesini çocuklarına verirdi. Ailenin büyüğü olduğum için önce beni okuttu ki ben de diğerlerini okutayım. Kendisi okumadığı için, onlara yol gösterecek biri olsun diye. Sonra ben mesleğe başlayınca, kardeşlerimi de ben okuttum.

Gelecek hakkında ne düşünüyorsunuz, önünüzü görebiliyor musunuz? 

Bundan dört ay evvel bana ‘başınıza bunlar gelecek’ deseler… Bence bu kimsenin aklına, hayaline bile gelebilecek bir durum değil. Ben 15 Temmuz günü gittim, maaşımı çektim, borcumu ödedim, o günün gecesinde bu olay oldu ve elimdeki her şey uçtu gitti.