Trump dönemi göç-2: Sınır güvenliği

Her türlü göçmen ve vize grubu ile meselesi olan Trump'ın en keskin şekilde hedef aldığı grup düzensiz, yani yasadışı yollarla Amerika’ya göç etmeye çalışan Orta ve Guney Amerikalı göçmenler oldu

Google Haberlere Abone ol

Seçil Paçacı Elitok*

Yazı dizimizin geçen haftaki bölümünde Donald Trump'ın başkanlık dönemine damgasını vuran göç ve sınır güvenliği alanında özellikle düzensiz göç alt başlığına yoğunlaşmış, Meksika-Amerika sınırına duvar, ailelerin sınırda çocuklarından ayrılması, baskınlar ve gözaltı merkezlerine değinerek “güvenlik” kavramını odağına alan korumacı, ulusalcı, içe kapanan ve dışlayıcı eğilimden söz etmiştik. Bu yazıda yine düzensiz göçmenleri hedef alan temel konuları analiz edip kalifiye göç ve seçici göç konularını bir sonraki haftada inceleyeceğiz.

KARAVANLAR

Göçmen karavanlarını, göçmenlerin bireysel olarak göç etmek yerine büyük gruplar halinde yola çıkmaları ve özellikle de Orta ve Güney Amerika ülkelerinden Meksika'yı transit ülke olarak kullanarak ABD’ye hareket etmesi olarak tanımlayabiliriz. Trump başkan seçilmeden önce de var olan karavanlar, 2017 yılında ve özellikle de 2018’den sonra hem miktar olarak artış gösterdi, hem de kamuoyunun dikkatini çekti. Bu dikkatin bir sebebi de 2017-2018 yıllarının en göçmen karşıtı dönemlerden biri olması, Trump'ın çok açıktan “sıfır tolerans” politikası izlemesi ve sınıra duvar örmeye başlamasıydı. En kitlesel karavanlardan biri 2018 yılının ekim ayında Honduras’tan yola çıkan karavandı. Bu karavan sosyal medya üzerinden organize oldu ve göç yolu üzerinde El Salvador ve Guatemala'dan da katılımların olması ile büyüyerek ABD-Meksika sınırına on binlerce göçmen ile ulaştı. 

Göçmenleri karavanlar halinde göç etmeye iten faktörler ülkeden ülkeye ve göçmenden göçmene farklılık göstermekle beraber, farklı ulustan, etnik kökenden, ırktan ve cinsiyetten göçmen gruplarının ortak paydasına dair genelleme yapmak mümkün. Öncelikle karavanların başlangıç noktası olan söz konusu ülkelerin, on yıllardır iç savaşlarla boğuşan ülkeler olduğunu söyleyebiliriz. İç savaşın ardından gelen yeniden yapılanma döneminde ise ekonomik yoksulluk ve mafya şiddetinin gölgesinde bir yaşam mücadelesinden söz edilebilir. Hatta son yıllarda yapılan akademik araştırmalar, göçe iten faktörler içinde; insanların uyuşturucu kartellerinin şiddeti altında fiziksel güvenliklerinin olmayışının, yoksulluk faktörünün bile önüne geçtiğini, güvenli bir yasam için adeta göçe mecbur kaldıklarını gösteriyor. Birçok göç araştırmacısı da, iç savaş sonrası dönemdeki fakirlik ve organize suçun üstüne, iklim değişikliği faktörünün eklendiğini yazdı. Honduras, El Salvador ve Guatemala'nın oluşturduğu kuzey üçgeni ülkelerinden gelen karavan göçmenlerinin büyük çoğunluğunun tarım, hayvancılık ve balıkçılık ile geçindiğini belirten bu araştırmalarda, küresel ısınmanın sebep olduğu kuraklık ve karavan göçü arasında bir nedensellik kuruldu.

Temelde itici faktörler bunlarken, yöntem olarak göçmenlerin karavanları seçmesinin sebebi ise kalabalık bir grup olunması halinde, bireysel göçe gore daha korunaklı ve güvende olacaklarını düşünmüş olmalarıydı. Grupla beraber hareket etmenin göç serüvenini daha risksiz kılacağı beklentisi, göç yolları boyunca devletten veya sivil toplum örgütlerinden daha çok yardım alabilecekleri varsayımı ile birleşti. Karavanların aynı zamanda insan kaçakçılarına fahiş miktarda ödeme yapmaktan daha az maliyetli bir yöntem olduğu düşünülmüştü. Binlerce insanın benzer saiklerle kitlesel olarak Amerika sınırına doğru karavanlar halinde göç yoluna çıkmış olması çok ses getirdi ve medyanın odağına oturdu. Aynı dönemde Avrupa’da bazı insani yardım örgütleri Akdeniz’in sularından Suriyeli göçmenleri kurtarmış ve insan kaçakçılığı yapmakla suçlanmıştı. Benzer sahneler ve suçlamalar, karavanlar örneğinde de yaşandı. Karavanlara maddi, teknik ve moral desteği veren sivil toplum örgüt liderleri ve gönüllüleri tutuklandı. Karavanlar maalesef planlandığı şekilde sınırı aşıp ABD’ye giremedi, hatta çoğu göçmen yollarda hayatını kaybetti ve bu göç yolculuğunu hedef ülkeye varamadan bitirmek zorunda kaldı. Bu zorlu yolculuktan hayatta kalabilenlerin de bir kısmı insan kaçakçıları tarafından kaçırılma, öldürülme, fiziksel ve cinsel taciz ve saldırılara maruz kaldılar. Uyuşturucu ticareti yapan organize suç örgütlerinin aynı zamanda insan kaçakçılığı da yaptığı bu bölgede, özellikle sınır geçişlerinin göçmenler için en tehlikeli ve ölümcül yerler olduğu biliniyor. Örneğin, Teksas eyaletinin güney sınırını Meksika’ya bağlayan Rio Grande Vadisi’nde 1994’ten bu yana 10 binden çok göçmenin sınırı geçemeden Güneş çarpması, susuzluk ve hipotermi nedeniyle hayatını kaybettiği biliniyor. Bunların yanı sıra yine sınırda, uyuşturucu tacirlerince yapıldığı düşünülen onlarca toplu göçmen mezarı bulundu.

Karavanların ABD’nin en korumacı dönemi ile çakışması ve sınır güvenliğinin en sıkı tutulduğu yıllara denk gelmesi, bize kaynak ülkelerdeki şiddetin ve açlığın seviyesi hakkında fikir verebilir. Karavanların genişleyerek sınıra doğru hareketine tepki olarak Trump, Amerikan ordusundan destek alarak Amerika-Meksika sınırına binlerce asker yönlendirdi. Sınırı geçmeye çalışırken tutuklanan göçmenlerin kimisine Meksika insanî vize vermek durumunda kalsa da, büyük çoğunluğu geri gönderildi. Sınırdışı edilenlerden bir grubu da gönüllü olarak menşei ülkelerine geri döndü. Karavanların amacı Meksika'yı bir geçiş bölgesi olarak kullanmak iken, bir önceki yazımızda değindiğimiz gibi Meksika tampon ülke rolü oynadı. Benzer tampon ülke rolünü Suriyeli göçmenler örneğinde, Türkiye-Avrupa koridorunda Türkiye ayağında gözlemlemiştik.

YAKALA-BIRAK POLİTİKASI

Biz göç araştırmacılarının eleştirdiği ve kullanmaktan imtina ettiği bir kavram olsa da, maalesef bir göç politikasına adını vermiş bir kavram olan “yakala-bırak”, aslında Trump dönemine has değil. Bu göç uygulaması, mahkeme süreci devam eden veya sığınma başvurusu sürecine girecek olan göçmenlerin yasal süreci beklerken gözaltı merkezlerinde tutulmaları yerine, eğer kaçma riskleri yok ise ve güvenlik problemi teşkil etmiyorlar ise, salıverilmelerini öngören bir uygulama idi, bu uygulamaya ihtiyaç duyulmasının birkaç sebebi vardı. İlki, göçmenleri gözaltında tutmanın devlete çok daha maliyetli olması ve yasal sürecin uzadığı durumlarda bu maliyetin devlete bir yük haline gelmeseydi. İkinci sebep ise çoğu göçmenin “zincirleme göç" dediğimiz, önceden var olan bir sosyal ağın içine geldikleri, ailelerinin ya da akrabalarının zaten Amerika’da ikamet ediyor olmasıydı. Dolayısıyla, “yakala-bırak” uygulaması mahkeme sonuçlanana kadar göçmenlerin yakınları ile kalabilmesine izin vermekteydi. Tabii ki gözaltında tutulmasına gerek olmadığına karar verilen göçmenler izlenmeye ve denetlenmeye devam edildi. Bu denetleme göçmenlerin belli aralıklarla rapor vermesi, imza atması olabileceği gibi, bazı durumlarda ayak bileğine takılan elektronik bir cihazla göçmenlerin takibi yapıldı. Göçmenler akrabalarının yanında sürecin sonuçlanmasını beklerken göç mahkemelerinde davaları devam etti. Trump yönetimi “Yakala ve Bırak” politikasını sonlandırdı. Daha doğrusu sonlandırmaktan ziyade, sıfır tolerans çerçevesinde “Yakala-Bırak”, “Yakala-Geri Gönder”e dönüştü. Göçmen Koruma Protokolü (Migrant Protection Protocol) çerçevesinde göçmenlerin yasal sürecin neticesini kaynak ülkesinde beklemeleri istendi. Kaynak ülkenin çoğunlukla Meksika olması nedeniyle bu protokolün ismi “Meksika’da Kal” (Remain in Mexico) olarak biliniyor. Bunun sebebi protokolün göçmenleri korumak bir yana, on binlerce sığınmacıyı Meksika'daki şiddetin ve yoksulluğun içine geri itmesi oldu. Mültecilik başvurusu sürenlerin yasal süreç sonlanana kadar kendi anavatanında beklemesi yaklaşık 60 bin Meksikalı sığınmacının 2019’dan Ocak 2021’e kadar geri gönderilmesi ile sonuçlandı. Binlercesinin işkence gördüğü, kaçırıldığı ya da tecavüze uğradığı raporlandı. Sınır güvenliğini merkezine koyan sıfır tolerans yaklaşımının bir sonucu olarak göçmenlerin henüz Amerika sınırından içeri dahi girip sığınma talep edemeden sınırdışı edildikleri, hali hazırda başvurusu olanların ise geri gönderildikleri bir durum oluştu. Trump, mahkeme sürecinin yıllarca sürmesi ve bu süre zarfında akrabalarının yanında, ABD'de kalma olanağının (Amerika’da var olan Latin topluluğunun hacmi nedeniyle) göçmenleri aile birleşimi yöntemine özendirdiğini öne sürdü. 

SIĞINMACI KOTALARI

Trump “Meksika’da Kal” politikası ile on binlerce sığınmacının yasal mültecilik başvurusu sürecini Meksika’da beklemesini istemekle kalmadı, daha sonra bu uygulamayı genişleterek sığınma başvurularının Amerika’da değil, ilk giriş yapılan ülkeden yapılması gerektiğini belirtti (örneğin Guatemalalı bir göçmenin mültecilik başvurusu transit ülkesi Meksika’da yapması). Buna ek olarak geçici koruma statüsü politikalarında da değişikliğe giderek Honduras, Nepal, Sudan, Nikaragua, El Salvador ve Haiti gibi birçok milli felaket, doğal afet gibi olağanüstü acil durumlar yasayan ülke vatandaşlarının geçici koruma statüsünü de iptal etti. Trump'ın başkanlığı devraldığı 2016 yılında yıllık 90 bin civarı olan mülteci kabul sayısı, 4 yıllık görev süresinin bitimine yakın yıllık 18 bine düşerek ABD’de tarihinde 1980’den beri en düşük değerine ulaştı.

Sıfır tolerans yaklaşımı sadece göçmenleri bir tehdit olarak göstermekle kalmadı, aynı zamanda “Amerika'yı yeniden büyük ve zengin yapmak” (MAGA-Make America Great Again) sloganı etrafında göçmenlerin ekonomiye yük oldukları her seferinde vurgulandı. İşsizlik ve düşük ücretlerin sebebi olarak göçmen işçiler gösterildi. Bu bağlamda, Avrupa alanına dair göç tartışmalarından alışkın olduğumuz “göçmenler sosyal devleti kötüye mi kullanıyor?” tartışması Amerika’da da gündeme geldi. Trump'ın göç rejiminin bir parçası olarak, ücretsiz sağlık sigortası (Medicaid), kira yardımı, yemek fişi, işsizlik yardımı gibi sosyal hizmet ve yardımlardan faydalanan kayıtlı göçmenler eğer 3 yıllık dönem içinde bunu 1 yıldan çok aldılarsa, “kamusal yük” olarak sınıflandırılmaları gündeme geldi. “Kamuya yük olmak” ise kalıcı oturma izni başvurusu için uygun niteliklere sahip olmamak anlamına gelecekti. Bu tartışmayı daha da öteye taşıyarak, Trump yönetimi kayıtsız göçmen çocuklarının devlet okullarına gitmelerini engellemeyi gündeme getirdi. Dahası göçmen statüsüne başvuranların, Amerika’da sağlık sigortasını alabileceklerini belgelemeleri veya işverenin onlara sağlık sigortasını alacağını veya kendileri sağlık faturalarını ödeyebileceklerini gösteren gelire sahip olduklarını ispatlamaları gerektiğini önerildi. Bütün bu tartışmalar, göçmenlerin vergi ödemeden sosyal devletin nimetlerinden faydalandıkları şeklinde bir bilgi kirliliğine yol açsa da, uygulamada bu tasarılar yine federal mahkemelerden döndü, çünkü söz konusu öneri Amerikan göç yasasının temel ilkeleri ile çelişiyordu. Trump göç yasalarında istediği değişiklikleri yapamadığı, ya da yapsa dahi uygulamaya geçiremediği durumlarda gümrük tarifesi kartını kullandı. Örneğin 2019 yılında Meksika'yı Orta Amerika ülkeleri ile “pasif işbirliği” içinde olmakla suçlayarak Meksika yasadışı göçü durdurmazsa, Meksika’dan ithal ürünlere yüzde 5 ile başlayan gümrük tarifesi uygulayacağını açıkladı.

SONUÇ: KOLONYALİZM VE NEOLİBERALİZMİN SONUCU OLARAK GÖÇ

Müslümanlardan kalifiye göçmenlere, adeta her türlü göçmen ve vize grubu ile meselesi olan Trump'ın en keskin şekilde hedef aldığı grup düzensiz, yani yasadışı yollarla Amerika’ya göç etmeye çalışan Orta ve Guney Amerikalı göçmenler oldu. Tarihsel bütünlüğü içinde bu iki bölgenin birbirleri ile olan koloniyel bağlarına, merkez ülke-periferi ülke ilişkisine, yüzyıllar boyunca ABD’nin bu bölgenin insan kaynağını ve doğal kaynaklarını sömüren ülke konumuna bakacak olursak, göç potansiyelini ve akışını anlamamız kolaylaşır. Siyasi tarih okumalarımız da ABD’nin Latin Amerika ülkelerinde on yıllardır süren ve yüz binlerce kişinin hayatına mal olan iç savaşlarda, konjonktüre ve ABD çıkarlarına göre kimi zaman diktatörlerin kimi zaman ayrılıkçı grupların, kimi zaman da ordunun desteklenmesi ile darbeler yaptırdığını gösteriyor. Bu siyasi istikrarsızlık ekonomik geri bırakılmışlık ile birleştiğinde ülkeden göç etmenin tek çare olması son derece normal. Son olarak iklim krizinin sebep olduğu yerinden edilmeler konusunda da Çin'den sonra gezegene en çok karbon salınımını yapan ülkenin ABD olduğunu hatırlayalım. Bir anlamda ABD bastırdığı halk ayaklanmalarının, CIA desteğiyle getirdiği cunta yönetimlerinin, ticaret anlaşmaları ile borç batağına sürüklediği yoksul halkların, yeniden yapılandırma programları ile fütursuzca dünya pazarlarına açtığı Latin piyasalarının, yıllarca sömürdüğü ucuz emeğin sonuçları ile yüzleşmektedir. Bu bağlamda ABD’nin Latin Amerika ülkelerinin göç veren ve göç üreten ülke konumuna gelmesinde büyük rolü vardır. Dahası göçün köken nedenlerinin oluşmasına ve yeniden üretilerek devam etmesine ön ayak olan ülkelerin başında da yine ABD gelmektedir. Öte yandan, uyuşturucu kartellerinin şiddetinden kaçıp kurtulmaya çalışan binlerce göçmeni sınırda yakalayıp geri gönderen Amerika'nın da uyuşturucu pazarının en büyük müşterisi olduğunu da unutmayalım. Sıfır tolerans politikasının işlevsizliğinin sebebi, makro resimdeki bu ilişkiler ağının eşitsizlik üretmeye devam edecek oluşudur. Bu akışı hiçbir duvar, kota ya da yasak durduramayacak. Hele ki sosyal medyanın ve günümüz dijital medya araçlarının tüm dünyaya ve özellikle göçmenlere her gün “Amerikan Rüyası"nı tekrar tekrar pazarlamaya devam ettiği 21. yüzyılda.

*Dr.

Bir sonraki yazı: Trump dönemi göç-3: Müslüman yasağı, kalifiye göç ve öğrenci göçü