YAZARLAR

Suriyeli küçük Amal’ın zor yürüyüşü bizi insafa getirir mi?

İktidarı, muhalefeti, partisiyle gazetesiyle kitlesel bir linçin ortamını hazırladılar çoktandır. “Ülkemizi işgal ettikleri, ekmeğimize ortak oldukları, namusumuza el uzattıkları, ülkelerini korumak için savaşmaktansa kaçtıkları, tembel, hazcı ve gayrı medeni oldukları” ve benzer birçok gerekçeyle üretilen nefret söyleminin, yabancı düşmanlığının ve ırkçı saldırganlığın sonuçları ortada.

Perşembe sabahı gözümü açar açmaz Ankara/Altındağ’daki 6-7 Eylül provası çıktı karşıma. Provası diyorum, çünkü önlem alınmazsa yaklaşıyor maalesef benzer bir felaket. Mültecilerin sokaklarında görünür, iş ve ev sahibi oldukları yerleşimlerden arka arkaya ayak sesleri duyuluyor felaketin. Bu sabah sosyal medyada denk geldiğim, otomobilinin içinden seslenerek sakince kaldırımda yürüyen iki kişiye “Suriyeli misiniz?” diye soran ve olumlu yanıt alınca da galiz küfürlerle kovalayan “kahraman vatan evladı” kim bilir ne hava atmıştır arkadaşlarına bu video viral olunca. Son zamanlarda mülteci düşmanlığıyla anılan Bolu’dan bir başka çileden çıkartıcı haber: bir apartman yönetimi, baharatlı yemekler yapıp yedikleri ve bu yüzden de tenleri koktuğu ve hamile kadınların mideleri bulandığı için apartmana mülteci kiracı kabul etmeme yönünde ortak karar almış. Hamile kadınlara yönelik bu hassasiyeti duyunca yakın zamanda, hamile olan Suriyeli Emani’nin Sakarya’da, kocasının iş arkadaşları tarafından kaçırılıp tecavüz edildikten sonra on yaşındaki oğluyla birlikte öldürüldüğü bir ülkede yaşamıyor muyuz acaba diye düşündüm. Mülteci düşmanlığı büyük ölçüde ekmeğin paylaşımıyla ilintili ne de olsa. Emani’nin kocası da bir Sakaryalının yerine istihdam edilmiş. Bu olayda tecavüz ve cinayet kocaya/babaya verilmiş bir tür ceza, tüm mültecilere bir gözdağıydı aynı zamanda. Düşmanlığa uydurulan kılıflardan biri de, mültecilerin vatan haini olmaları. Misal, Sözcü Gazetesi Türkiye kamuoyuna hitaben yaptığı sosyal medya paylaşımında halkı isyana teşvik etmekle suçlanan Afgan gazeteci Sunatullah Saadat’tan, “anasını, bacısını Taliban’a bırakıp kaçan savaş kaçkını” diye bahsetmiş ve pembe bir oyuncak ayıyla göründüğü fotoğrafını yayınlayarak, bu rengi sevmesini ve beğendiği sosyal medya içeriklerini de gerekçe göstererek vatan hainliğinin yanında eşcinsellik göndermesiyle de onu aşağılamaya çalışmış. Erkek dediğin anasını bacısını korur, hasmının anasına bacısına da hasmını cezalandırmak için tasallutta mı bulunur? Düşmanlık ve saldırganlık için her iki gerekçenin de karşılık bulacağı, her politik çevreden geniş bir kitle olması çok tedirgin edici.

İktidarı, muhalefeti, partisiyle gazetesiyle kitlesel bir linçin ortamını hazırladılar çoktandır. “Ülkemizi işgal ettikleri, ekmeğimize ortak oldukları, namusumuza el uzattıkları, ülkelerini korumak için savaşmaktansa kaçtıkları, tembel, hazcı ve gayrı medeni oldukları” ve benzer birçok gerekçeyle üretilen nefret söyleminin, yabancı düşmanlığının ve ırkçı saldırganlığın sonuçları ortada. Misafirlikleri yerleşikliğe dönüşmeye başladıkça, medyada suça karışmış mülteci imgesi köpürtüldükçe bu sözlü ve fiziksel saldırganlığın dozu artıyor, giderek daha çok taraftar buluyor. Hükümetin mülteci politikasının yarattığı sorunlara eskisi kadar gönderme yapılmadığı için olsa gerek, Cumhur İttifakı cenahından bu saldırganlığa yönelik bir kınama da duyamıyoruz. Seçmeni küstürmemek gerek tabii. Sivil toplum kuruluşları, mültecilerle dayanışmak amacıyla kurulmuş uluslararası örgütler ve bireysel olarak hak savunucuları, aktivistler, sanatçılar, gazeteciler bu husumeti ortadan kaldırmak, empati hissini güçlendirmek için girişimlerde bulunuyorlar. Bunlardan biri, Hakim’in Yolculuğu adlı grafik roman. Fabien Toulmé'nin gerçek kişilerden ve yaşanmış olaylardan ilhamla yarattığı ve üç cilt halinde yayımladığı Hakim'in Yolculuğu, Hakim adlı Suriyeli bir mültecinin küçük oğluyla birlikte, eşinin yanına, Fransa’ya ulaşmak için farklı coğrafyalarda kilometrelerce yol kat etmesini ve o coğrafyaların yerlileriyle yaşadıklarını anlatıyor. Hakim’in Yolculuğu, göçmenlere yardım eli uzatanlara ve dünyanın daha insanî bir yer olmasına katkıda bulunanlara ithaf edilmiş bir eser.

Benim bahsedeceğim etkinlik ise “The Walk” (Yürüyüş) projesi ve bu projenin kahramanı 3 metrelik dev bir kukla olan Suriyeli küçük bir kız çocuğu: Amal. Amal’ın fotoğrafını bu hafta yaşanan saldırıda başından yaralanan küçük kızınkiyle kapaktaki gibi yan yana koyup herkesin tarafını seçmesini istemek geliyor insanın içinden. İlk olarak Londra’daki Good Chance Tiyatrosu’nun ödüllü oyunu The Jungle’da (Orman) izleyicilerle tanışan Suriyeli Amal, Fransa’daki Calais Kampı’nda yaşayan ailelerinden ayrı düşmüş, refakatçisiz yüzlerce çocuk mülteciyi temsil ediyor. Birçok kader ortağı gibi, geçtiğimiz ayın sonunda Gaziantep’ten Türkiye’ye giren Amal, süreç içinde 8 ülkede 65 şehir gezip Birleşik Krallık sınırları içindeki annesine ulaşmaya çalışıyor. Hakim ile Amal, genç erkek bedeninde simgeleşen ve asalak olarak görülen mülteci imgesini silikleştirmeleri ve mülteciliğin bir keyfiyet olmadığını göstermeleri bakımından işlevsel olabilseler keşke. Son haftalardaki olaylara bakarak bu konuda artık çok ümitli değilim. Yine de mülteci çocukların kıyılara vuran cansız bedenlerinin yarattığı infiale bel bağlamak yerine, gittiği yerde birbirinden farklı insanları etrafına toplayan, kültürlerarası karşılaşmalara vesile olan, kayıplarına rağmen yaşam enerjisi ve umutla dolu Amal’a yol arkadaşlığı yapmak yeğdir.

Sanat direktörlüğünü Amir Nizar Zuabi’nin yaptığı Yürüyüş projesinin Türkiye ayağını organize eden İstanbul Kültür Sanat Vakfı’ndan (İKSV) Yeşim Gürer Oymak ile Recep Tuna’ya Amal’in yolculuğu hakkında konuştuk.

Yetişkin erkek, kadın ve LGBTİ mültecilerin ortak ve farklı travmaları var. Peki ya çocuklar? Belirsiz gelecekleri hakkında kararları büyükler veriyor. Aileleri bile değil, uluslararası ilişkilerin seyri belirliyor kaderlerini. Bu yürüyüş için bir kız çocuk seçilmesinin sebepleri neler?

Amal veya Arapçada okunduğu üzere Emel, ‘umut’ anlamına gelen bir kız ismi. Ama Küçük Amal, hem kız hem de erkek bütün mülteci çocukları temsil ediyor; ismiyle birlikte gittiği her ülkeye, kente ve kasabaya umut ve yaşam sevinci taşıyor ve yaşam umudunun peşinde yollara düşenleri hafızalarımızda canlı tutuyor.

Küçük Amal, bizim de umudumuz. Biz; din, dil, ırk, cinsiyet fark etmeksizin dünyadaki tüm çocukların en doğal hakları olan, sağlıklı şartlarda, huzur ve neşe ile yaşayabilecekleri bir dünyaya kavuşmasını diliyoruz ve bunun için çalışıyoruz.

Anladığım kadarıyla Amal, Türkiye'de kaldığı sürede, bir kültürel mozaik, kozmopolit bir coğrafya, aynı zamanda bir medeniyetler beşiği olarak Türkiye'ye dikkat çekmiş olacak. Bu konuda ne dersiniz?

Türkiye rotası boyunca bütün STK’lar, sanatçı toplulukları ve yerel proje ortakları, Amal’ı kendi kültüründen bir parça ile bulunduğu şehrin önemli noktalarında ağırladılar. Küçük Amal, 27 Temmuz’da yürüyüşe Gaziantep’in sokaklarında ellerinde ışıklarla kendisine yolu gösteren aileler ve çocukların arasından ilerleyerek başladı, Ali M. Demirel ve Balkan Karışman’ın Gaziantep Kalesi’nin duvarlarına yansıtılan ışık ve projeksiyon yerleştirmesiyle karşılaştı. Adana’da Taş Köprü’de yürüdü; Tarsus St. Paul Kilisesi ile Ulu Camii’yi ziyaret etti; Mersin Şehir Mezarlığı’nda Özgecan Aslan’ın mezarına çiçek bıraktı. Amal sonra Mersin’in Musalı köyüne gitti, köy meydanında köyün ahalisi ve çocuklar ile tanıştı, eskiden göçen yörüklerden olan yaşlılardan yolculuğu için tavsiyeler aldı; Karaman’daki 1001 Kilise’ye uğradı ve yılkı atları ile karşılaştı. Ardından Antalya’da açık hava film gösterimine katıldı; Pamukkale travertenlerinde yürüyüş yaptı; Denizli Kaleiçi Çarşısı’nda düzenlenen fotoğraf sergisine katıldı; Selçuk kent merkezinde çocuklarla buluştu; Efes Antik Kentini ziyaret etti ve İzmir Konak Meydanı’nda zeybek dansı öğrendi.

Amal rotasında ziyaret ettiği her şehirde, köyde ve kasabada, bölgenin yöresel değerleriyle tanıştı. Böylelikle kendi hikayesini duyururken geçtiği bölgeleri de tanıttı aslında ve böylelikle yeni bir uluslararası iletişim ağı kurulmasına da yardımcı olacak, öncülük edecek. Bu denli büyük ve anlamlı projede Türkiye’nin de yer alması, etkinliklerle geleneklerimizin hayal ettiğimizin ötesinde bir şekilde duyulması bizi de çok mutlu ediyor tabii ki.

Bir mültecinin farklı giriş noktaları da olabiliyor. Neden Gaziantep seçildi bu etkinlikte?

Türkiye, 3 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor. Dünyanın en kalabalık mülteci grubuna ev sahipliği yapıyor. Suriye sınırındaki Gaziantep, destek bekleyen bu insanların en çok bulunduğu şehirlerden birisi. Tam da Türkiye’nin mülteci krizinde üstlendiği büyük rol nedeniyle Küçük Amal’ın hikâyesinin burada başlamasının çok önemli ve doğru olduğunu hissettik.

Rota neden başka bir ülke değil de Birleşik Krallık ile sona eriyor?

Amal’ın Gaziantep’ten başlayan rotası, mültecilerin en sık kullandığı göç yollarından oluşuyor, Manchester da bu duraklardan bir tanesi. Birleşik Krallık'ta Londra dışında en fazla dağılmış sığınmacı yoğunluğuna sahip olan Manchester, İngiltere'de mültecileri karşılamak için aksiyon alan birçok kasaba ve şehirden biri. Küçük Amal’ın rotası burada sonlanıyor fakat macerası aslında burada bitmiyor, aksine yeni hayatına burada başlıyor. Uluslararası Manchester Festivali’nin ev sahipliği yaptığı, yerel okullar ve mülteci komiteleri ile birlikte çocukluk üzerine hazırlanan özel sergiyi keşfettikçe Amal, yepyeni ve daha uzun soluklu bir yolculuğa çıkmaya hazır olduğunu anlayacak: “Yeni evinde kendisine yeni bir hayat yaratmak.” Yol boyunca farklı kültürlerden, bölgelerden, şehirlerden edindiği aileleri olarak bizler de, yeni hayatında onun yanında olacağız.

Proje yerel yönetimler, STK'lar ve diğer kurumlardan nasıl bir destek gördü? Devlet kurumlarına da destek için başvuruldu mu? Başvurulduysa nasıl bir karşılık alındı?

İKSV’nin katkılarıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı dahil olmak üzere projenin geçeceği şehirlerin belediyeleri ve kamu kurumları ile gerekli iletişim sağlandı. Halka açık performans ve çekim izinlerinin alınması konularında da her türlü desteği sağladılar, yani bize yanımızda olduklarını hissettirdiler diyebiliriz. Her adımı detaylıca düşünülmüş bu projenin amacını, Amal’a kucak açmak ve hayatının bir parçası olmak, gerçekleştirebilmek için hep birlikte ve içtenlikle çalıştık, çalışmaya devam ediyoruz.

Bu vesileyle buradan da bu yolculukta bize katılan ve destek veren tüm kamu kuruluşlarına, yerel yönetimlere, sivil toplum örgütlerine, sanatçı topluluklarına ve bizimle yürüyen tüm dostlarımıza çok teşekkür ederiz. Küçük Amal’ı daha adımını atmadan önce bile hiç yalnız bırakmadılar ve kavuşma anında onu çok sıcak karşılamak için canı gönülden hazırlandılar ve destek oldular.

Annesini arayan çocuk profili popüler kültürde çok yaygın. Bizim çocukluğumuzda Marko adında bir çizgi film hatırlıyorum bu temayı işleyen. Ailenin dağılmasına dikkat çekmek amaçlı mı bu temanın seçilmesi?

UNHCR’ın (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) verilerine göre dünya çapındaki mültecilerin sayısı 280 milyon civarına ulaşmış vaziyette, bunun yüzde 42’sini ise çocuklar oluşturuyor. Çocuklar bu göçmenlik durumundan en çok etkilenen, en hassas durumda bulunan grup; çok zor koşullarda, insanüstü şartlarda ailesinden koparılarak, eğitiminden, arkadaşlarından uzak kalmış milyonlarca mülteci çocuk var.

Küçük Amal’la da aslında ilk olarak Good Chance Tiyatrosu’nun ödüllü oyunu; Calais kampında ailelerinden ayrı düşmüş, refakatsiz yüzlerce çocuk mültecinin temsili olan bir karakter olarak The Jungle’da (Orman) tanıştık. Küresel bir diyaloğa ve ortak insanlık değerlerimize değinen The Jungle’ın (Orman) başarısının ardından Good Chance, Küçük Amal’in söyleyecek daha çok sözü olduğunu fark etti ve hem bu çocukların sesini duyurmak hem de onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek için bu destansı yolculuğun adımlarını attı. Amal da The Walk - Yürüyüş projesi rotası boyunca bu çocuklar adına “Bizi Unutmayın!” acil mesajını uluslararası toplumun gündemine taşıyacak.

Bu tür bir etkinliğin, bir çocuğun annesinden ayrı düşmesinin, kamuoyunda mültecilerin yaşadıklarına ve zorunlu göçün travmalara karşı bir empati yaratabileceğini düşünüyor musunuz? Yabancı düşmanlığının ortadan kaldırılmasına hizmet etme potansiyeli var mı?

Küçük Amal’ın aslında bir kukla olmasının altında yatan sebeplerinden bir tanesi empati. Çünkü onunla bir ilişki kurmanız için empati ve inanca sahip olmanız gerekir. Ayrıca kuklanın kim olduğunu, ne hissettiğini ve ne düşündüğünü anlamak için ortaya koyduğumuz çaba; tanımadığımız ve toplumumuzun dışından olan birini anlamaya çalışmamız için ilk adımdır. Biz aynısının insanlar için de yapılabileceğine teşvik edebileceğimize inanıyoruz ve kamuoyunda ortak bir empati duygusunu sanatın gücüyle oluşturmayı amaçlıyoruz.

Küçük Amal ve onun gibi mülteci çocuklar bir düşmanlık sonucunda evlerinden ayrılmak durumunda kalıyor genellikle. Amal’ınsa rotası boyunca yaptığı şey tam tersi, farklı kültürlerden birçok kesimi bir araya getirmek. Amacı böyle bir hizmet değil fakat bir vesile kesinlike olacaktır.

Amal’ın yürüyüş rotasını görmek için: https://www.walkwithamal.org/tr/ 


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.