YAZARLAR

‘Sosyalist Almanya’nın tarihi galiplerce yazıldı’

Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin (DAC) tarihi galiplerce, yani kapitalist Batı tarafından yazıldı. DAC’a muhalif kesimler içerisinden bir avuç ses buldular, sonra da ‘Doğu’da herkes baskı altında eziliyordu’ anlatımını sunabilmek adına bu sesleri güçlendirdiler.

21. yüzyıla ait sosyalizm, deneyimle farklı biçimlerde ele alınıyor. Ne yazık ki bunların büyük bir kısmı ana-akım medyanın anti-komünizm süzgecinden geçirilmiş halde önümüze konuluyor. Adının Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) olduğunu bile unuttuğumuz ‘Doğu Almanya’ örneğin. Hani şu Berlin Duvarı, istihbarat servisi, casus filmlerinden hatırladığımız ülke. Ne de olsa komşusu Batı Almanya’nın nasıl eski Nazi yetkililerini devletin önemli kadrolarına yerleştirdiği ve casus ağı kurduğu pek kimsenin bildiği ya da önemsediği şeyler değil.

İnsan bu bilgi kirliliğinin yarattığı bataklıkta yol bulmaya çalışırken gerçeğe giden bir yol ve bu yolda tutunacağı bir dal arıyor. Uluslararası Araştırma Merkezi DAC (IF DDR) da benzeri bir ihtiyacı hissederek Almanya’nın sosyalizm deneyimine eğiliyor. IF DDR ile biz de bu deneyimi, yansımaları, doğu bilinen yanlışları konuştuk. Geçmiş bir sosyalist deneyimi bilimsel olarak incelemenin ne anlam ifade ettiğini tartıştık.

‘KAZANIMLARI MÜMKÜN KILAN MÜLKİYET İLİŞKİLERİYDİ’

Söz konusu DAC olduğu zaman, ağır anti-propaganda nedeniyle insanların aklına gelen ilk düşünce ‘Doğu Almanya İstihbarat Servisi Stasi’den ibaret oluyor. Bu yüzden belki sizin DAC deneyimini nasıl tanımladığınızla söze başlamak aydınlatıcı olabilir. Bu deneyimin başarılarını -ve belki de başarısızlıklarını- nasıl değerlendirmek gerekiyor?

DAC, bugüne kadar Almanya’da ve şüphesiz adına ‘Batı Avrupa’ dediğimiz yerde inşa edilen tek sosyalist toplumdu. Dünya savaşı sonrası enkazın ortasında ve kapitalist-sosyalist sistemler arasında başlayan Soğuk Savaş zamanında kuruldu. Bu yüzden en başından itibaren büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Yine de DAC, 40 yıllık varlığı boyunca nüfusunun yaşam ve sağlık standartlarını aşamalı olarak iyileştirmeyi başardı. Batı Almanya’nın üçte biri büyüklüğünde oluşuna rağmen 1980’lerde ekonomik üretim anlamında en büyük 20 sanayileşmiş ülke arasına girdi. Biz, bu kazanımları mümkün kılan şeyin mülkiyet ilişkilerini toplumsallaştırma olduğunu savunuyoruz. Çünkü bu, Doğu Alman toplumunun ‘kâr’ın dayatmalarındansa kendi kendine hizmet etmesi anlamına geliyordu.

DAC, kendini ‘işçi ve köylü devleti’ olarak tarifliyordu. Başarılarını ve eksikliklerini değerlendirirken bunu aklımızdan çıkarmamak çok önemli. DAC, hiçbir zaman çoğumuzun yaşadığı bir burjuva toplumunu kurmaya alışmadı. En başından beri, kendi ekonomik, yasal ve sağlık yaklaşımlarıyla bir sosyalist sistem kurmak için yola koyuldular. Araştırma Merkezimizin amacı, bu sistemin çeşitli şekillerde ve nasıl işlediğini meydana çıkartmaktır. Örneğin, çalışan insanlara tam anlamıyla istihdam sağlanıp kapsamlı toplumsal ve kültürel hakları güvence altına alınırken aynı zamanda ekonomi her yıl büyüyebilmeyi başarmıştı.

Elbette, madalyonun diğer yüzünü çevirdiğimizde, artık DAC yok. 1989’dan sonra Doğu Avrupa’daki diğer sosyalist devletlerle birlikte bir kenara itildi ve biz bunun nedenini daha iyi anlamak istiyoruz.

‘DAC’IN TARİHİ GALİPLERCE YAZILDI’

DAC deneyimi hakkında yapılan çalışmalar genelde çöküş ya da ‘Berlin Duvarı’ sembolüyle sınırlanıyor. Malum zamanında ana-akım medyanın sık sık kutladığı bir olaydı. Fakat görünüşe göre Berlin Duvarı’nın yıkılması artık eski ‘heyecanını’ yitirmiş gibi duruyor. Bugün DAC hakkında Almanya’da hakim olan algının nasıl olduğunu söyleyebilirsiniz? İnsanların düşüncelerinde yıllar boyu bir değişim gözlemlediniz mi?

Bu konu hakkında Almanya’da geçtiğimiz haziran sonunda bir çeşit tartışma oldu, çünkü yeni bir temsili çalışma, katılımcı Doğu Almanların üçte ikisinin DAC’a dair bir ‘özlem’ içerisinde olduğunu ortaya çıkardı. (1) Çalışmayı yürüten Else-Frenkel-Brunswik-Enstitüsü’nden araştırmacılar, yanıt verenlerin geçmişe bakıldığında DAC’daki yaşamlarından memnun olmalarına çok şaşırdılar. Medya hemen akabinde bu durumu ‘bir Doğu Alman tuhaflığı’ ya da ‘bir otoriter rejime özlem kültürü’ gibi şekillerde ele aldı. DAC, bugün Almanya’da ‘resmi’ olarak hâlâ böyle algılanmaya devam ediyor: “Herkesin ya ajan ya da ajanlık kurbanı olduğu otoriter bir devletti.”

DAC’ın tarihi galiplerce, yani kapitalist Batı tarafından yazıldı. DAC’a muhalif kesimler içerisinden bir avuç ses buldular, sonra da ‘Doğu’da herkes baskı altında eziliyordu’ anlatımını sunabilmek adına bu sesleri güçlendirdiler. Son çalışmalarda yansıtılan üçte ikilik kısma nadiren kendi cephelerinden hikayelerini anlatma fırsatı veriliyor. Çalışmamızın bir kısmı da tam olarak bunu yapmayı kapsıyor: Bu sosyalist toplumun inşasına ve gündelik işleyişine katılmış eski DAC yurttaşlarıyla röportajlar yapıyoruz. Hikayeyi bir de onlardan dinlemek istiyoruz. Nihayetinde gerçeklerin bilgisizliğine dayanan yerleşik anlatıyı geriletmek istiyoruz.

Bununla birlikte bugünün Almanya’sında DAC’a dair genç kuşaklarda gelişen yeni bir tür ilgiyi (ya da en azından daha az düşmanca tavrı) fark ediyoruz. Kapitalist bir sistemde geleceklerinin olmadığını kabul ediyorlar ve aynı zamanda ailelerine aşılanıp kök salmış Soğuk Savaş önyargılarına sahip değiller. Toplumsal alternatiflere ilgililer ve kimileri için DAC keşfedilmeye değer bir örnek.

‘İNSANLIĞI DÜNYA SAVAŞLARINA GÖTÜREN TEMEL ÇELİŞKİLER YOK OLMADI’

Çalışmalarınızın birinde DAC deneyiminden bahsederken ‘İkinci Dünya Savaşı sonrasında küllerinden doğduğu’ çıkarımını yapıyorsunuz. Sizin de söyleşinin başında belirttiğiniz üzere isabetli bir çıkarım bu. Fakat belki çağımız için de farklı bir şekilde aynı çıkarımı kullanabiliriz, çünkü kapitalizmin yarattığı harabelerin içerisinde yaşıyoruz. Ama belki bu harabelerin içerisinden başka alternatifleri de bulmak mümkün olabilir? Geçmiş elbette geçmişte kaldı, ona ne şüphe, ama bu açıdan baktığımızda daha iyi bir alternatif arayışında tarihi eşelemenin nasıl bir değeri olabilir dersiniz?

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na götüren temel çelişkiler yok olmadı. Ukrayna’daki savaş bunun bir kanıtı. Ve sizin de söylediğiniz gibi kapitalizm her cepheyi kasıp kavurmaya devam ediyor. Biz Araştırma Merkezi’mizin çalışmalarını bariz bir şekilde bu arka planı aklımızda tutarak başlattık. DAC sadece 40 yıl var oldu. Ama bu kısa aşama, Alman tarihinin DAC’dan önce ve sonra gelen dönemlerinden keskin bir kopuşu temsil ediyor. DAC, sadece nüfusunun refah seviyesini sürekli olarak iyileştirmekle kalmadı, aynı zamanda dünya sahnesinde niteliksel olarak farklı bir dış politika izledi. DAC, Avrupa’da barışın sağlanmasına yardımcı oldu ve Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki ulusal kurtuluş mücadelelerine maddi destek sağladı. Bugün DAC’ın Güney Afrika’daki Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) ve Mozambik’teki FREMILO’nun militanlarını eğitip silahlandırdığı nadiren hatırlanır. O sırada Batı Almanya, Güney Afrika’nın apartheid rejimini ve Mozambik’te Portekiz sömürgecilerini finanse edip silahlandırıyordu.

NOSTALJİYİ TARİHTEN DIŞLAMA

Konu sosyalizmin geçmiş deneyimleri olduğu zaman genelde nostaljinin bir tehlike olarak karşımıza çıktığını gözlemliyoruz. Hatta bazen bu deneyimlerin gerçeği, işin içine nostalji girmesiyle birlikte bulanıklaşabiliyor. Nostaljiden korunmak için kırmızı çizgiyi nerede çizmek gerekiyor? Acaba günün ihtiyaçlarını geçmişte arayarak güncel cevapları üretmeye çalışmak, nostaljiyi gerçekten uzaklaştırabilir mi?

Bu çok doğru ve aslında bizim de çalışmalarımıza yön veren bir şey. Biz araştırmalarımızı nostaljik amaçlarla gerçekleştirmek istemiyoruz. Amacımız DAC’ı yüceltmek ya da ‘eski güzel günleri’ geri çağırmak değil. Zaten bu nedenle, özellikle de Küresel Güney’deki çeşitli toplumsal hareketlerle iletişim hattımızı koruyoruz. Onların mevcut mücadelelerini anlamak ve onlara faydalı olabilecek materyaller yaratmak istiyoruz. Bir örnek vermek gerekirse toprak reformu diyebiliriz -ki bugün Küresel Güney’deki pek çok ülkede hâlâ can alıcı bir sorun olarak kendisini gösteriyor. 1949 yılında DAC kurulmadan önce Doğu Almanya’da kırsalı demokratikleştirme adına toprak sahibi soyluların mülklerinin kamulaştırılıp daha yoksul köylüler arasında yeniden dağıtıldığı bir toprak reformu gerçekleştirildi. Örneğin bu tarihi deneyimi, toprak sahiplerinin devasa mülkleri ‘latifundios’lara karşı kendi toprak reformu için mücadele eden Brezilya’daki Topraksız Köylü Hareketi (MST) ile tartıştık.

Yani evet, çalışmamızı bir ‘vakit geçirme’ ya da ‘akademik düşünce’ olarak değil, ‘hem Almanya hem de dünya çapında yaşanan tartışmalara sunulacak pratik bir katkı’ olarak özümsüyoruz.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı acaba?

Okurlarla bizim çalışmalarımız ve belki onların 20. Yüzyıl'daki sosyalizm deneyimleri hakkında iletişim kurmaktan her zaman mutluluk duyarız. Amacımız, yayınlarımız aracılığıyla yapıcı bir diyalog ortamı yaratabilmektir, bu yüzden her türlü düşünce, soru ve eleştiri paylaşımı için bizimle iletişime geçin.


1) https://efbi.de/details/efbi-policy-paper-2023-2-autoritaere-dynamiken-und-die-unzufriedenheit-mit-der-demokratie.html 


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.