Siyasi partiden şahıs şirketine: AK Parti 20 yaşında

Türkiye'de en uzun iktidar rekorunu kıran AK Parti 20 yaşına basıyor. Geride kalan dönemi Siyaset Bilimci Burak Bilgehan Özpek ve partinin kurucuları arasında yer almış Fatma Bostan Ünsal'la konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - 14 Ağustos 2001'de kurulan AK Parti 20 yaşına girdi. 3 Kasım 2002'de iktidara gelen ve bugüne kadar girdiği tüm seçimlerden birinci parti olarak çıkan parti yeni yaşı için 'Daima yeni, daima genç' sloganını belirledi.

2002 yılında girdiği ilk seçimde yüzde 34,28’lik oy oranıyla birinci parti olan, 2007 genel seçimlerinde yüzde 46,58, 2011 genel seçimlerinde yüzde 49,53 oy alan AK Parti 7 Haziran 2015 seçimlerinde ise yüzde 40,87’ye düştü. Tek başına iktidarı kurabilecek çoğunluğu kaybedince yeniden seçim kararı aldı. 1 Kasım 2015’te yapılan seçimde ise 49,50’yle yeniden tek başına iktidar oldu.

Kapatma davası, e-muhtıra, Gezi Parkı protestoları, 17-25 Aralık operasyonu, 15 Temmuz darbe girişimi, OHAL ilanı gibi birçok siyasi, toplumsal gelişmeye sahne olan 20 yılda çok kritik anayasa değişiklikleri yapıldı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni getiren 2017’deki anayasa değişikliğinin ardından yapılan seçimde yüzde 52,38 oyla yeni sistemin ilk Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan iktidarını MHP ile kurduğu Cumhur İttifakı’yla sürdürüyor. 2018 seçimlerinde Meclis çoğunluğunu kaybeden AK Parti 2019 yerel seçimlerinde de İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok büyükşehirde seçimi kaybetti.

“Türkiye’de en uzun süre iktidarda kalan parti” unvanına sahip olan AK Parti’nin 20 yılını Siyaset Bilimci Burak Bilgehan Özpek ve partinin kurucuları arasında bulunmuş Fatma Bostan Ünsal ile konuştuk.

Burak Bilgehan Özpek

‘AK PARTİ’NİN HİKAYESİNDE TUTARLILIK SÖZ KONUSU’

20 yıl önceki AK Parti ile bugünkü AK Parti’nin “farklı” olduğu, partinin kurulduğu gündeki programından ve söylemlerinden “U” dönüşü yaptığı yönündeki yorumlara katılmadığını ifade eden Burak Bilgehan Özpek’e göre hikayede “tutarlılık” söz konusu. Bu “tutarlılığı” popülizm kavramıyla açıklayan Özpek sözlerini şöyle sürdürdü:

“AK Parti en reformcu, en demokratik göründüğü zamanlarda bile belirli bir düşünce yöntemi, epistemoloji üzerinden yürüdü. Bu da gerçek halkın temsilcisi olmak ve kendi muhaliflerini meşru muhatap olarak görmemek üzerine kuruluydu. AK Parti 2002 ve 2010 yılları arasında çok demokratik, Avrupa Birliği reformlarını yapmaya çok istekli, sivilleşme konusunda çok heyecanlı bir parti olarak görüldüğü zaman dahi kendi rakiplerini karikatürize etmek, siyasi oyuncuların meşruluğunu sorgulatmak gibi yöntemler izledi ve kendisini halkın gerçek temsilcisi gibi bir sıfatla tanımladı. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi ‘Beyaz Türkler’ retoriğiydi. Bahsettiği ‘Beyaz Türkler’ imtiyazlı, bir şekilde bu zamana kadar asker tarafından sahip çıkılmış sistemin nimetlerinden faydalanan insanlar, hak etmedikleri şekilde sistemin içerisinde yükselmişler gibi bir anlayış vardı. Ve kendilerini yıllardır bu nimetlerden mahrum bırakılan, sistemin dışına itilmiş geniş kesimin temsilcisi olarak nitelendiriyorlardı. Böyle bir ahlaki ikilem kuruyorlardı ve kendilerini daha ahlaklı olan tarafta konumlandırıyorlardı. Siyaseten kendileri gibi düşünmeyen herkesi anti demokrat ya da demokrasi karşıtı olarak nitelendirmekten de geri durmadılar. Böylece onların en demokratik göründüğü zamanda bile demokrasinin doğasına aykırı, sivil toplumu ve çok sesliliği öldüren bir kültür egemen oldu.”

‘AK PARTİ’NİN SİYASET YAPMA TARZI HİÇBİR ZAMAN DEĞİŞMEDİ’

AK Parti’nin “demokrasi” ve “sivilleşme” yanlılığının zaman içerisinde şekil değiştirdiğini belirten Özpek, Arap Baharı’yla birlikte “kuvvetli bir İslamcılık”, 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından ise “kuvvetli milliyetçilik”in hâkim olduğunu belirterek şöyle devam etti: “Kuvvetli İslamcılık beraberinde muhaliflerin din düşmanı olması, dış güçlerle bir şekilde uluslararası bir komplonun parçası gibi hareket etmeleri, milliyetçilik döneminde vatan haini olmaları, terör örgütlerine destek veren bir retoriğe sahip olmaları, hatta günün sonunda terörist olmaları şeklinde ortaya çıktı. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi farklı olguları savunsa da farklı ideolojik noktalarda dursa da oyun oynama tarzı ve siyaset yapma tarzı hiçbir zaman değişmedi. Hep sabit kaldı. Dolayısıyla bir süreklilik olduğu kanaatindeyim. “

‘TARİHİN DURDUĞU NOKTA’

Siyaset Bilimci Özpek “20 yıllık AK Parti dönemini çok kısa bir özetle anlatacak olsanız ne söylersiniz?” sorusu üzerine “Tarihin durduğu nokta diyebilirim” dedi: “Türkiye 2002 senesinde bıraktığı kurumsal reformlarına AK Parti sonrasında devam edecek. Bu dönemde yaşanan hiçbir şey, reformlar, demokratikleşme adımları, yapılan milliyetçilik, anılan unvanlar, kazanılan paralar, bunların hiçbiri gerçek değil. Kurgusal bir parantez içerisinde yaşıyoruz biz ve doğal olmayan bir durum. Doğasına aykırı olan bir durum 20 senede Türkiye’ye dayatıldı. Şu anda da sonuna gelmiş durumdayız. 2002 senesinde askıya alınan cumhuriyetin AK Parti sonrasında yeniden hayata geçeceği kanaatindeyim.”

‘AK PARTİ, LİDERE SADAKAT TALEP EDEN MAKİNEYE DÖNÜŞTÜ’

AK Parti’nin kendi yapısı anlamında geride kalan 20 yılda aynı olduğunu belirten Özpek’e göre parti, Türkiye toplumunu ise olumsuz yönde dönüştürdü: "AK Parti geride kalan sürede özellikle kendi seçmenini dönüştürdü. Burada anlatılan hikâye, imtiyazlı azınlığın Türkiye Cumhuriyeti kaynaklarını tükettiği ve Türkiye’nin gerçek potansiyelini toplumun önemli bir kesimini dışladığı için gerçekleştiremediği üzerineydi. AK Parti kendi hikayesi sürecinde şunu gösterdi ki, aslında muhafazakarların da Türk sağının demokrat kesimlerinin de becerikli, başarılı, kendi emeğiyle, kendi gayretiyle başarılar elde etmiş kesimlerini çok istemiyor. Ve bu kişileri kendi aralarında barındırmaya çok hevesli değil. Günün sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi, açıkça konuşmak gerekirse, ideolojik programı olan, hayata dair bir okuması olan bir partiden daha çok kendisine oy verenleri bir şebeke şeklinde örgütleyen, kamu kaynaklarını bu insanlara peşkeş çeken ve bunun karşılığında da sadece lidere sadakat talep eden bir makineye dönüştü.”

‘TÜRK SAĞ SİYASETİ ZARAR GÖRDÜ’

“Bu beraberinde onun temsil ettiğini iddia ettiği, Türk sağının merkezi diyebiliriz, siyasal noktayı kimliksizleştirdi ve tamamen itaat, biat, hamaset üzerine kurulu bir noktadan ibaret kıldı. Lidere sadakat gösterdikten sonra, onun bütün dönüşlerini pragmatik bir dönüş olarak hoşgörüyle karşıladıktan sonra aslında kamu kaynaklarıyla ödüllendirilen bir grup insandan bahsediyoruz biz. Kamu kaynaklarıyla ödüllendirilme durumu ya da kamu kaynaklarının peşkeş çekilme durumu, muhafazakarların yıllardır kendilerini meşrulaştırdıkları, kendi hikayelerini temize çektiği, 'dar seküler elitin hak ettiklerini vermediği' yönündeki hikâyeyi de boşa çıkardı. Türk sağının önemli ölçüde tahribata uğradığı kanaatindeyim. Türk sağının içerisinde Demirel gibi, Özal gibi, Adnan Kahveci gibi isimler de var ve bunlar kalkınmacı isimler ve nispeten bazı konulardaki demokratik açılımlarıyla bilinen insanlar. Fakat Türk sağ geleneğinin bir de marjinal ve hamasetle yoğrulmuş tarafları var. Adalet ve Kalkınma Partisi bu marjinal ve hamasetle yoğrulmuş, ülkenin kalkınmasına ve somut sorunlarına dair herhangi bir şey söylemeyen ve iktisadi realitelerle uyumlu olma gayreti göstermeyen akımları Türk sağının ana karakteri haline getirdi. Böylece Türk sağ siyaseti bundan çok büyük zarar gördü. Asıl tahribat burada oldu. “

‘AK PARTİ MUHALEFETİ DE DİZAYN ETTİĞİ İÇİN MUHALEFETE BÜYÜK ENERJİ KAYBETTİRDİ’

Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’yi marjinal bir noktaya getirdiğini, söylemlerinin hamasete dayandığını söyleyen Özpek, bu durumun muhalefetin de uzunca bir süre kendi kimliğini tanımlamama sorununu yaşamasına neden olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Muhalefet, ‘kendisini hangi noktada konumlandırırsa AK Parti’yle daha iyi baş eder’ sorusuna cevap bulamadı. 2010 yılına kadar daha Kemalist, daha Deniz Baykal çizgisinde, Devlet Bahçeli’nin o dönemki radikalizmini hatırlayalım, o çizgide bir muhalefet yürüttü. Anlıyoruz ki bu Tayyip Bey’in arzu ettiği bir şeydi. Çünkü doğru karşıtlıkları kurabilirse iktidarını sonuna kadar devam ettirebileceğini düşünüyordu ve ilerleyen dönemlerde de devam etti. AK Parti her zaman, AK Parti’nin ne olduğundan daha çok muhalefetin nasıl olması gerektiğiyle ilgilendi. Şu anda bile televizyonlara baktığınız zaman muhalefette kimi görmeyi arzu ediyorlarsa o tip insanlara ses verildiği, o tip insanlara koltuk ayrıldığını görüyoruz. Yani AK Parti muhalefeti de dizayn ettiği için muhalefete de büyük enerji kaybettirdi. “

‘TAHRİBAT ÇOK BÜYÜK’

“Bunun yanı sıra toplumsal eğilimler konusu çok önemli. Devletin kadiri oluşuna dair bir anlatı son altı senedir yapılıyor. Bu kişilerin beceriksizliğinin ve kişilerin yolsuzluklarının örtülmesi için yükseltilen devlet kültüründen başka bir şey değil. Böyle olunca yolsuzluğun, kayırmacılığın kendisi bir sistem haline geliyor. İnsanlar bağıra bağıra ne kadar milliyetçi olduklarını söyledikleri takdirde hiçbir kabahatleri sorgulanmıyor ya da yasal bir denetime tabi olmuyor. Lidere sadakat ve liderin o dönemki meşruluk zeminine duyulan inanç, onu hamasi nutuklarla beyan etmek Türkiye’deki hem devlet kurumsallığını hem de sosyolojinin çalışarak refaha ulaşabileceği inancını sarsmış durumda. Bu çok büyük bir tahribat. Kutuplaştırmadan tutun da yolsuzluğun bir sistem olmasına kadar hayatın her alanını etkileyen bir tahribat. Hem toplumun medeniyet seviyesini hem devletin kurumsallığını hem de bireylerin özgürlük kavramıyla olan münasebetlerini oldukça olumsuz etkiledi.”

‘ZAMAN İÇERİSİNDE ŞAHIS ŞİRKETİNE, HOLDİNGE DÖNÜŞTÜ’

Burak Bilgehan Özpek, AK Parti’nin siyasal hayatta olduğu 20 yılda kırılmalarının olup olmadığı sorumuz üzerine, kırılmaların AK Parti içinde yaşandığını, bunların da partinin kurumsallığına dair olduğunu belirterek şunları söyledi: “AK Parti aslında kendi parti içi mekanizmalarıyla Tayyip Erdoğan’ı denetleme yeteneğine sahipti. Dolayısıyla AK Parti’nin kendi içerisinde yaşadığı hikâye ve dönüşüm çok daha önemli. Bu dönüşümün içerisinde Abdullah Gül’ün, Ahmet Davutoğlu’nun tasfiyesi çok önemli. Her bir tasfiyeden sonra yeni bir dönem yaşandı ve Tayyip Erdoğan’ın kişi kültü parti politikasının önüne geçti. Yani bir siyasi parti olarak var olan AK Parti, zaman içerisinde bir şahıs şirketine, holdinge dönüştü. AK Parti içerisindeki gelişmeler bence bunda etkili oldu.

Bir diğer faktör de dış gelişmeler. Arap Baharı’nın yaşanması, Trump iktidarı ve bu iktidarın son bulması bence önemli gelişmeler. Onun dışında birçok insan 15 Temmuz’u, 2010 Referandumu’nu söyleyebilir, doğru, bunlar önemli gelişmeler. Fakat AK Parti’nin eylem tarzı, bir tüzel kişilik olarak hareket etme tarzını etkileyen iki değişken vardı. Bunlardan birincisi partinin kendi içerisinde yaşanan kırılmalar, ikincisi uluslararası sistemde yaşanan kırılmalar. Bu ikisi parti politikasını açığa çıkarıyor.”

Fatma Bostan Ünsal
ÜNSAL: HAYAL KIRIKLIĞI İÇERİSİNDEYİZ

AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan insan hakları aktivisti Fatma Bostan Ünsal partinin ilk dönemlerinde genel başkan yardımcılığı görevini üstlendi. ‘Barış Bildirisi’ni imzalamasının ardından Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde disiplin kuruluna sevk edilip partiden atılan Ünsal, OHAL döneminde yayımlanan KHK ile de Muş Alparslan Üniversitesi’ndeki görevinden de ihraç edildi. Kurucusu olduğu partinin geride kalan 20 yılına ilişkin konuştuğumuz Ünsal, “Çok büyük bir hayal kırıklığı içerisindeyiz, bunu söyleyebiliriz” dedi.

 AK Parti’nin kurulduğu dönem, seçime, yerele, istişareye, parlamentoya önem veren bir yapısının olduğunu, insan haklarını koruma iddiası nedeniyle partinin kurucuları arasında yer aldığını belirten Ünsal, “Şimdi geldiğimiz durumda ise insan hakları alanında ileriye gidişi bırakın çok büyük bir geriye dönüş var” dedi ve şunları söyledi:

“Bütün Cumhurbaşkanları hakkında hakaretten yargılamaları ele alalım. Asker kökenli vesayetçi biri olarak anılan Kenan Evren bile bugünle kıyaslandığında çok sınırlı sayıda kişiyi ‘Cumhurbaşkanına hakaretten’ dava etmiştir.  İfade özgürlüğünün kısıtlanması anlamında hiçbir dönem bugünle karşılaştırılacak bir durumda değildir. Askeri darbe döneminde bile yargı bu kadar yanlış çalışmadı. Her gün yeni bir şey duyuyoruz. Şok oluyoruz. Yargının nasıl ilişkilerle çalıştığını, yanlı kararlar verdiğini, masumların ağır cezalar aldığını biliyoruz. En bağımsız olması gereken ve insanların bir şekilde mağdur olduğunda başvurabilecekleri yer olan yargının bu durumda olması çok büyük bir hayal kırıklığı.”

‘GERÇEKLİKTEN KOPMA HALİ VAR’

AK Parti’nin kuruluş aşamasında, “Yoksulluk, Yasaklar ve Yolsuzluk”u içeren 3-Y ile mücadele prensibinin benimsendiğini, günümüzde gelinen aşamada ise “Yandaşlık” gibi bir kavramın açığa çıktığını belirten Ünsal sözlerini şöyle sürdürdü: “Gerçeklikten kopma hali var. Türkiye tarihinde görülmemiş bir basın hakimiyeti söz konusu ve tek bir ses yükseliyor. Algı yönetimi muhalefet için söyleniyor ama bu iktidardan çıkıyor. Toplum arasına fitne sokacak tarzda yayınlar yapıldığını görüyoruz. Bir toplum olarak bizim hayatımızı devam ettirmemize engel olacak şekilde açığa çıkıyor. Ana muhalefet partisi için bile AK Partili bir belediye başkanı ‘asılmaları gerekiyor’ diyebiliyor. Bu demokrasinin temelini de eritmek demek.”

‘BÜTÜN SÖYLEMLERİ REDDEDEN TAVIR İÇİNDELER VE İTİRAZ EDİYORUM’

Siyasetin topluma göre yolunu çizmesi gerektiğini, doğasının bu olduğunu belirten Ünsal’a göre bugün toplum AK Parti tarafından hizaya getirilmeye çalışılıyor. Son yaşanan afetler ve pandemide olumsuz durumların açığa çıktığını söyleyen Ünsal şöyle devam etti: “Ersin Kalaycıoğlu’nun şöyle bir ifadesi var; Tek adam yönetiminin aslında doğal sonucu bu. Tek kişinin hâkim olduğu bir sistem bütün uzmanlıkları ikincilleştirir. Son yaşananlarda da bunu gördük. 

AK Parti’nin kurucuları arasında yer aldığım için pişmanlık duymuyorum. Çünkü insanlar önünü göremez. Kuran’da Hızır ile Hz. Musa kıssası var. Hızır, geçmişi ve geleceği görüyor ve ona göre Hz. Musa’nın itiraz edeceği şeyler yapıyor. Biz faniler geleceği bilmiyoruz ve an üzerinden hareket ediyoruz. O anda da 28 Şubat sürecinden çıkmakta olan bir Türkiye vardı. Başörtüsü bahanesiyle Fazilet Partisi kapatılmıştı. 28 Şubat sürecinin etkisiyle Kürt meselesine de şahin bir bakış vardı. Biz buna itiraz etmiştik. Milletin eğilimlerine ve tercihlerine uygun bir yönetim demiştik.

'TÜRKİYE 6 YILDIR SIRADAN DEMOKRASİYE DÖNEMEDİ'

O dönem askeri bürokrasinin yönlendirmesiyle bazı alanlara girmeyen bir demokrasi söz konusuydu. Biz buna itiraz ettik. Ama bu sefer hiçbir frenin olmadığı bir şey ortaya çıktı. Toplum olarak yaşamanın asgari seviyesi insan haklarıdır. İnsan haklarına riayet edilmeyen yönetimler istibdat yönetimleridir. Bugün, çok küçük yaşta çocukların bile ‘Cumhurbaşkanına hakaretten’ yargılandığı, hapsedildiği bir dönem yaşanıyor. KHK’lılara ortada suç bile gösterilmeden ağır cezalar verilebiliyor. En ağır suçları işleyip çıkanları desteklerken suçu olmayan insanları sivil ölümlere mahkûm edebiliyorlar. Seçilmişe önem vermek siyasetin en önemli dinamiğiydi. Bugün yine AK Parti tarafından seçilmiş belediye başkanları iddianame hazırlanmadan görevinden uzaklaştırılıyor. Beraat edenler olsa da geri dönemiyorlar. Bunlar askeri dönemlerle neredeyse eşit uygulamalar. Sanki gerçekleşmiş askeri bir darbe sonrasındaki süreci Türkiye yaşıyor. Askeri darbeler olduktan sonra iki yıl içerisinde Türkiye normal siyasi rejimine, demokrasiye dönüyordu. Darbe girişiminin ardından altı yıldır sıradan demokrasiye Türkiye dönemedi. OHAL yetkilerini de uzattılar. Bütün söylemleri reddeden ve yok sayan bir tavır içindeler ve ben bugün itiraz ediyorum.”