YAZARLAR

Siyasette baraj mühendisliği

İttifaklı sistemin dezavantaja dönüşen tablosunu bozmak, ittifakla kolayca aşılacak bir baraj engelinden daha önemli gibi duruyor. Bu değişikliğin MHP barajı aşsın diye yapıldığını düşünmek çok ikna edici gelmiyor. İktidar partilerin ayrı ayrı seçime girmelerinin, tabanlarında ittifakın yarattığı alerjiyi yatıştırmak konusunda bazı imkanlar sağlaması mümkün. Ancak çok daha belirgin etki, iktidar partilerinin ittifakla girmediği bir seçime, muhalefetin de ittifakla girmesinin daha zor olacağı.

Meclisin kapalı olması, siyasette taktik hamleleri yavaşlatmıyor. İktidar sözcülerinin 2023’te ısrarına rağmen, seçim operasyonları da hız kesmiyor. En son AKP ve MHP seçim yasasının “baraj” bahsinde anlaştıklarını duyurdular. Sadece iktidar ortakları arasında müzakere edilen yeni seçim yasasında, barajın yüzde 7 olması öngörülüyor. Hem bu düzenlemeyi gerektiren arayış hem belirlenen rakam bir seri spekülasyona yol açtı. Baraj düşürme ihtiyacı nereden çıktı? Neden yüzde 7’de anlaşıldı? Neredeyse bütün anketlerin MHP’yi yüzde onun altında göstermesi ve diğer başlıklardan önce baraj bahsinin açıklanması, gözlerin MHP’ye dönmesine yol açtı. En “makul” (veya basit) açıklama; MHP’nin 2002’deki gibi kendisini meclis dışına itecek baraj sorunundan kurtulmak istemesi. Bazı anketlerde MHP oyunun yüzde 7 civarında gösterilmesi de bu açıklamayı destekliyor. “Bahçeli, barajı oy seviyesine çekmek için ortağını ikna etmiş olmalı” deniyor. Biraz daha karmaşık hesapların söz konusu edildiği değerlendirmeler de var. Mesela, MHP’nin –ve AKP’nin– ittifaksız seçime girme imkânı yaratmak istemesinin arkasında her iki partide oluşan ortaklık alerjisi olduğu söyleniyor. Bu ihtimalin MHP’nin mi AKP’nin fikri olduğu şeklindeki versiyonlar da yürürlükte. Ortakların birbirlerine tuzak kurdukları veya jest yaptıkları gibi iki farklı uçta yorumlar gündeme geliyor. Bu ittifakla ilgili ilk günden itibaren “tuzak ve teslimiyet” iddiaları hiç bitmedi zaten.

İktidar ortaklarının kendi aralarında en elverişli seçim yasasını hazırlama çalışmaları yeni değil. Neredeyse bir yıldır bu konuda temas ve trafik devam ediyor. Hatta 2018 seçiminden önce de ittifaklı sisteminin getirilmesi de en avantajlı yöntemi bulmak içindi. Bugün gelinen nokta ve siyasal aritmetikte meydana gelen değişimler, ittifaklı formülü -iktidar için- avantaj olmaktan çıkartmış görünüyor. Olayın iktidar içi bir hazırlık halinde devam etmesi, elbette AKP ve MHP’nin seçim yasasını kendilerine uygun hale getirmek için yeni çareler aradıklarını düşündürüyor. Fakat daha önceki düzenlemeler ve bugün yapılan hazırlıkların, iktidar için avantaj yaratmaktan çok muhalefete zorluk çıkartmak; ön açmaktan çok, yol kesmek için olduğunu düşünmek gerek. İttifaklı sistemi iktidar için avantajlı yapan, muhalefetin birlikte davranmak konusunda daha fazla sıkıntısı olacağı hesabıydı. Muhalefet partileri arasındaki alerjik reaksiyonları kışkırtacak noktalara hala yükleniyorlar. Akşener’e dönük saldırıların altında bu tema iyice öne çıkıyor. Diğer taraftan Saadet Partisi’nin içine doğru uzanan birtakım hamlelerin artık milletvekili pazarlıkları seviyesine vardığı haberleri geliyor. Sistem ve laiklik tartışmalarının yeniden hayat tarzı alanına doğru itilmesini, ordusuyla, yargısıyla devletin de dahil edildiği dini zorlamalara karşı tepkinin, rövanşizm korkusuna çevrilmeye çalışılmasını (Babacan çıkışını) da bu pakete ekleyebiliriz.

İttifaklı sistemin dezavantaja dönüşen tablosunu bozmak, ittifakla kolayca aşılacak bir baraj engelinden daha önemli gibi duruyor. Bu değişikliğin MHP barajı aşsın diye yapıldığını düşünmek –belki fazla basit olduğu için– çok ikna edici gelmiyor. İktidar partilerinin ayrı ayrı seçime girmelerinin, tabanlarında ittifakın yarattığı alerjiyi yatıştırmak ve küskünlerini toparlamak konusunda bazı imkanlar sağlaması elbette mümkün. AKP’nin Kürt oylarında uğradığı ciddi kaybı bir nebze hafifletme hesabı yaptığına dair yorumlar var. MHP’nin AKP yükünden kurtulup milliyetçi tabana yeniden yuvayı dönüş çağrısı yapması olası. Ancak çok daha belirgin etki, iktidar partilerinin ittifakla girmediği bir seçime, muhalefetin de ittifakla girmesinin daha zor olacağı. Çünkü muhalefet ittifakını mümkün kılan en önemli yapıştırıcı, iktidarın ittifak yapması ve onun karşısında birlikte davranmanın mecburiyete dönüşmesi. İktidar ittifakı olmadığı –veya kısmi olduğu– takdirde, muhalefetin birlikte hareket etme enerjisi beklenmedik ölçüde düşebilir. Özellikle CHP’de daha şimdiden işaretleri belirmeye başlayan, AKP ile denk bir oy seviyesine ulaşma, hatta birinci parti olma motivasyonu çok kışkırtılıyor. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı konusundaki hareketliliği de bu çerçevede ele alabiliriz. Herkesi kendi başına tartıya çıkmaya zorlayacak denklemde, İyi Parti’nin ittifakta ne kadar ısrarlı olabileceği tartışmalı. Deva, Gelecek ve Saadet’in de çok zorlanacağı, en azından zaten pek sağlayamadıkları ivmeyi iyice kaybedecekleri açık. HDP’nin yalnızlaştırılması açısından da öyle.

İktidarın seçim yasasında -baraj dışında- başka nasıl değişiklikler peşinde olduğunu henüz bilmiyoruz. Bir ara çok konuşulan dar bölge meselesinin MHP’nin itirazı yüzünden şimdilik gündemden düştüğüne, belki daha yumuşak bir daraltılmış bölge seçeneğinin düşünülebileceği haberleri çıktı. İttifaklara katılacak partiler açısından ek barajlar getirilebileceği, seçim çevreleriyle ilgili bazı düzenlemeler yapılabileceği de söylendi. Bunların hepsi hala masada. Bu hazırlıklara ek olarak, yedekte bir anayasa paketi bekliyor ve o paketin hızlandırılmasının muhalefette bazı ayrışmaların yaratılması için kullanılması yüksek olasılık. Diğer yandan, “Erdoğan sonrası” veya “Erdoğan’a hasarsız çıkış” senaryoları kulislerde hiç bitmiyor. Önümüzdeki aydan itibaren bu başlıklarda ve belki yenilerinde daha etkili hamleler bekleyebiliriz. Seçmen tercihlerini kimlik alanlarına doğru sıkıştırma konusundaki çabaların azalmayacağı anlaşılıyor. İktidarın, devleti arkasına (yanına) alarak ve muhalefetin iddia ettiği gibi “hükümet-devlet” farkı olmadığını gösteren ideolojik bir cephe oluşturmaya yöneleceği de görülüyor. “Ülkeyi bunlara bırakamayız” sınırına kadar taşınan kutuplaştırma devam ederken, seçim aritmetiğini iki blok halinde sadeleştirme stratejisine alternatif oluşturulmak isteniyor sanki. Çünkü, kimlik alanlarına sıkışmış ama blokların parçalı bir aritmetik, iktidar için daha avantajlı duruyor. Yani, yan yana durmadan birlikte davranabilen bir iktidara karşı, yan yana durmadığında birlikte davranamayan muhalefet durumu.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).