Sistemsel enjeksiyonlara rağmen kendine yerleşmek

Yerleşmek zor ve zahmetli olan gibi görünse de sistemden münezzeh olmanın insana ruhsal bir genişlik sağladığına inanıyorum. Yeniden yurtlaşmak için yersiz-yurtsuzlaşmayı göze alabilmenin düşüyle…

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

"Başkalarının gerçekliğine kapılan insanlar vardır, onların konuşma tarzlarına, bacak bacak üstüne atışlarına, sigara yakışlarına… Başkalarının varlığına saplanıp kalırlar. Günün birinde ya da daha doğrusu bir gece, tek bir Öteki’nin arzu ve iradesine kapılırlar. Kendileri hakkında inandıkları her şey yıkılır. Tamamen çözülüverirler ve olayların bilinmez akışı içinde sürüklenen yansımalarının hareketlerini, boyun eğişini izlemeye koyulurlar. Her daim Öteki’nin iradesinin arkasından giderler. O hep bir adım ileridedir. Ona asla yetişemezler.”

Annie Ernaux, Kızın Hikayesi

Yaşadığımız çağ hem dünyamız hem de ülkemiz açısından zorlayıcı ve yıkıcı bir süreçten geçiyor. Ve bu sürecin özneleri olarak her gün izlediklerimizle, duyduklarımızla, deneyimlediklerimizle de tekinsiz, güvensiz, yersiz ve var olandan kopuk hissediyoruz. Tüm bu hisleri içimize yerleştirebilmek ve bunları anlayabilmek için ne yapacağımız konusunda ise her birimizde kocaman bir boşluk oluştuğunu düşünüyorum. Ve sanırım bu duygulara içimizde yer verebileceğimizi her sandığımızda da içerideki boşluğa hiçbir şeyi yerleştirememek ile karşılaşıyoruz. Ancak bir yandan da el yordamıyla içimizde oluşan bu boşluklara bu zorlayıcı duyguları yerleştirmek için hızlıca bir şeyler de yapıyoruz.

“Çeşitli eylemler ya da durgunlukları içeren şeyler bunlar…” Biraz açmam gerekirse bu eylemleri ve durgunlukları şöyle ifade edebilirim; bazılarımız bu olup bitenler karşısında bir hissizlik hali içinde donup kalırken bazılarımız bu zorlayıcı duyguları psikosomatik bir şekilde ruhsal belirtiler vererek semptomatik bir şekilde ortaya koyuyor. Bazılarımız da daha saldırgan bir şekilde birçok şeyi ikiye bölüp “kendilerince” kötü olana saldırıp boşaltıyorlar içlerini… Bu “bazıları” fazlaca örneklendirilebilir. Ancak niyetim bunların çeşitlendirilmesini anlatmak değil. Daha çok üzerinde durmak istediğim şey tüm bu olanları, her birimizin kendi içinde yeniden düşünmesine olanak tanımak… Çünkü çoğu zaman aniden üzerimize devrilenlerle ilgilenmekten kendimize ne olduğu üzerine düşünemiyoruz. O nedenle de bu devrilenler ister direnç ister engel olarak ele alınsın kendimizle aramıza giren parçalar olarak yaşamımızda donuk bir şekilde duruyorlar. Bahsettiğim bu halihazırda üzerimize devrilmek için bekleyenler, daha doğmadan bizi kuşatmış, doğumumuzla beraber de içimizde genişleyerek birçok “yeri” kontrol altına almış ve içimize de yapışıp kalmış şeyler. Bize ait olmayan ama bizi daha doğmadan belirleyen, doğduktan sonra da musallat olup bir türlü gitmek bilmeyen bu şeyler; yer, yurt, dil, ırk, aile, tarih vs… İşte tüm bu saydıklarımla da insanlar bugün Dünyada yaşanan acı deneyimlere hızlıca tepki vererek pozisyon alıp kümeleniyorlar. Bu sürece bir de sosyal medyada yaratılan ikonik karakterlerin, bilgece görünümleri ile hepimize bu olanlara karşı nasıl tepki vereceğimizi anlatan videoları eşlik ediyor. İşte tüm bunlarla da devamlı olarak sistemin enjeksiyonlarına maruz kalıyoruz ve kendi sesimizi duymak gittikçe zorlaşıyor. Ancak bazılarımız bu enjeksiyonlara rağmen kendini koruyabiliyor. Bazılarımız ise geçirgen ruhsallıklarında tüm bu belirleyenleri kolaycı bir yöntemle hızlıca yutarak, içe alıyor. Her iki durumda da ruhsallıklarımız bizler farkında olsak da - olmasak da özgünlüğünü koruyarak “biricik” çalışıyor. Tek fark, bir taraf kendine ne olduğunu bilmeye yakınlaşırken diğer taraf olanları duyumsayıp anlamlandıramadan otomatik olarak sistemin beklediği cevabı veriyor.

Peki bu öncelikli olarak öne çıkarmak istediğim kendine ne olduğunu bilme hali devamlı bir şey mi? Ve gerçekten tüm bu enjeksiyonlardan korunabiliyor muyuz? Pek sanmıyorum. Çünkü öyle ani ve apansız karşılaşmalarımızda üstümüze devriliyor ki sistemsel düşünceler ve bu ikonik karakterler biz henüz ayırdığına varamadan içeriye nüfuz edip, yapışıp kalıyorlar. Sonra bu yapışanları da bir gayret temizlemeye çalışıyoruz. Yani sürekli bir uğraş halindeyiz. Bazen de devrilenleri kaldıralım niyetiyle giriştiğimizde “rüzgâr” bizim için o kadar sert esiyor ki hızla içeriye girip bizi ters düz ediyor. Bu seferde yere yapışıp kalıyoruz. Böyle zamanlarda da yere yapışmanın acısıyla ve içinde bulunduğumuz durumun çaresizliğiyle hızlıca suçu toprağa – coğrafyaya- doğaya- sisteme atıp edilgen hallerimize geri çekiliyoruz. Çekilmeyenler ise bu çetin mücadeleye aldıkları darbelerle ve kaybettikleri uzuvlarıyla devam ediyor. Yani balçığın içinde bile tüm bu meselelerin benliğe nasıl sirayet ettiğini anlamaya çalışan insanlar var açıkçası. Onlar da sanırım bir şekilde ayrışma, farklılaşma, bağımsızlaşma, özgürleşme, öznelleşme gibi süreçleri için kolay olmayan bir süreci göze alarak yeniden yerleşebilecekleri “yeri (mekânı)”  bulmayı veya yaratmayı düşlüyorlar. Ve bu düşün arzusu da onları kendini ait hissetmediği içini ve dışını yeniden düşünüp ele almaya itiyor. Bu itilme ile de yeniden yerleşmek için yerleşikliğini avucundan kaydıran bu şeylerle devamlılığını başka bir formda sürdürebilmek için uzun zahmetli bir yola koyuluyorlar. Bu yolun başı insanın kendi içinden başlıyor sonu ise dışına doğru uzanıyor. Bu yola kendi içinden başlamayan, canlanmak için ne yapacağını bilmeyen katı ruhsallıklar ise kendinden sürgün edilmiş olarak sadece hayatta kalmayı becerebiliyorlar sanki. Bu hayatta kalma da “yerleşmeyi” değil de ancak “tutunmayı” sağlıyor sanırım. Yerleşmek zor ve zahmetli olan gibi görünse de sistemden münezzeh olmanın insana ruhsal bir genişlik sağladığına inanıyorum. O nedenle umarım ki tüm bunlara rağmen kendimize bir yer bulmak ya da o yeri yaratmak için çabalama konusunda bir şeyler yapabiliriz. Mesela buna bir düş kurarak başlayabiliriz. Yeniden yurtlaşmak için yersiz-yurtsuzlaşmayı göze alabilmenin düşüyle… Bu yazı vesilesiyle her birimizin kendi hakikati üzerine düşünürken, yerleşik düşüncelerine ve değerlerine mesafelenmesini diliyorum. Bu mesafelenme ile belki bize sunulan düşünsel gerçekliği yutmadan ya da bu çoklu gerçeklik tarafından yutulmadan kendimize güvenilir, tekin ve hümanist bir yerleşke kurabiliriz. Ve herhangi bir zamana doğmayı beklemeden doğduğumuz zamana yerleşebiliriz.

Nietzsche’nin de dediği gibi… “Ev sahibi olmamam, iyi talihimin bir parçası bile sayılabilir.”