Bu beton dünyadan gerçekten çıkış yok!

‘Son Çıkış’, büyük şehirlerde yaşayan her insanın bildiği ve hissettiği ama asla dillendiremediği bir sorunu, ince bir mizahi dille açığa vuran bir film… Asla ‘İstanbul bitmiş ya!’ arabeskliğine sığınmadan, iyi örülmüş bir senaryo, dengeli bir yönetmenlik ve başarılı oyunculuklarla keyifle izlenecek bir yapım…

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bu hafta gösterime girecek ‘Son Çıkış’ filmi, hem Türk sinemasında ‘sosyal konulara eğilen kara mizah’ gibi çok işlenmemiş bir türe dahil olması, hem de gerçekçi hikayesi ve havasıyla dikkat çekiyor. Yönetmen gerçekçilikten hiç ödün vermeyerek filminin 'absürd komedi'ye kaymasını önlüyor ancak hikaye boyunca da hafif bir mizah duygusunu hissettirmekten de geri kalmıyor.

Tahsin, 40’lı yaşlarına yaklaşmış, bir inşaat şirketinin, çok yoğun iş temposuyla uğraşan, bir yandan da özel hayatında eşiyle boşanmanın arifesinde olan bir inşaat mühendisidir. İstanbul’un değişik bölgelerine siteler diken bu inşaat şirketinin sahibi olan Tahsin’in kayın pederinin ise ne bu boşanma hazırlığından ne de damadının artık bu iş dünyasından sıkıldığından, mutsuz olduğundan haberi vardır. Bir gece, iş çıkışı, eski iki arkadaşıyla bir barda buluşan Tahsin, uzun zamandır görmediği okul arkadaşı Siren’in hem doğal havasından hem de bahsettiği sakin iş hayatından (kendisi Akdeniz sahillerine yakın bir yerde doğal tarım yapan bir yerin ortağıdır!) etkilenir. Hem iş hayatı hem de özel hayatı yokuş aşağı giden Tahsin ani bir kararla işini ve evini bırakıp Siren’in yanına gitmeye karar verir. İstanbul’un bu kaotik ortamı içinde, hava alanına bile ulaşmak çok zordur ve Tahsin için kabus gibi bir gün başlar…

'İSTANBUL’U DİNLİYORUM GÖZLERİM KAPALI'

Yönetmen Ramin Matin, bu dördüncü uzun metrajlı filminde İstanbul kendisini etkileyici bir karakter gibi kullanıyor. Birçok yönetmenin aksine İstanbul şehrinin (artık giderek azalan!) cazibesini ve ihtişamını değil giderek çarpık bir şekilde gelişmesini ve insan fazlalığından neredeyse çatlamak üzere olan yanını mercek altına alıyor. Bunu yaparken de başkarakterini, bu mantar gibi biten site inşaatlarının bulunduğu, her türden insanın yaşadığı bu kaotik ve sert dünyanın ortasına atıyor.

Ayrıca bunu yaparken de sadece İstanbul’un en izbe yerlerini ve en kötü kenar mahallerini kullanmıyor. Bu gibi mekanlar filmde mevcut ancak seyirci olarak bizi en etkileyen planlar, şehrin geniş alanlarında inşa edilen site ve gökdelenleri gösteren sekanslar oluyor. Başka bir deyişle yönetmen kötü bir şehri değil, eski cazibesini giderek kaybeden, tükenmekte olan ve her yandan aşırılığın travmalarını yaşayan bir şehri resmediyor. Zaten işi yüzünden günlerini bu ortamın merkezinde yaşayan Tahsin, maddi açıdan rahat olsa da, artık penceresini açtığında bile inşaat sesiyle karşılaştığı bu ortamda neredeyse nefes almakta zorlanıyor, bıkkınlığın ve sıkılmışlığın en uç noktalarında geziniyor. İşini daha çok ailesine karşı sorumluluk ve bağımlılıktan dolayı yapan Tahsin için bardağı taşıran son damla ve içindeki patlamaya hazır özgürlük bombasının fitilini ateşleyen şey ise, Siren’le tanışması ve konuşması oluyor.

BÖYLE BİR ŞEHRE, BÖYLE İNSANLAR…

Bu kadar karmaşık, kaotik ve çarpık bir hal almış bu şehrin insanları da tabii bu ortamdan nasibini alıyor. Zaten trafik yoğunluğundan ve ulaşım zorluğundan bir yerden bir yere gitmekte zorlanan insanlar, günlük hayatlarında daha sert, daha kaba ve daha kızgın bir hale bürünüyorlar. Bu genel memnuniyetsizliği Tahsin, her şeyini geride bırakıp, kafası net bir şekilde, kendisini özgürlüğe kavuşturacak hava alanı yolundayken tam anlamıyla hissediyor. Kendisine kaba davranan, küfürbaz seyyar satıcılar, anlayışsız metro görevlileri, kafayı bulmuş ve umursamaz ergenler (amiyane tabirle ‘apaçiler’) ve güya ona yardım için hava alanına götürmeyi kabul eden kavgacı, küfürbaz ve hoyrat mahalle kabadayıları, Tahsin’in o ana kadar biraz dışında kalmış olduğu bu gaddar dünyayı daha içinden çıkılmaz, daha da bunaltıcı hale getiriyor. Başkarakter, normal şartlarda, aynı sokaktan bile geçmeyeceği bu insanlarla içli dışlı olmak zorunda kalıyor, onların bol küfürlü konuşmalarına, bitirim ve kavgacı tutumlarına tanık olmak hatta katılmak durumunda buluyor kendini… Ancak bütün bu olaylar yaşanırken Tahsin’in bu insanlara karşı, içinden bir küçümseyici bakış ve hor görmesi söz konusu değil, daha çok şaşırmış ve kafası karışmış bir hali var. Sürekli ‘Ben nereye düştüm böyle!’ diye kıvranırken Tahsin, bir ara, yandakilere uyarak mahalleri istila eden kendi şirketinin inşaatlarına bile küfretmek, bağırmak zorunda kalıyor. Bu gecikmiş özeleştiri aslında kendisinin parçası olduğu bu işten hiç memnun olmadığını ve bu işi biraz zorunluluktan yaptığını da gözler önüne seriyor. Kendisinden sosyal ve kültürel sınıf olarak çok farklı bu insanlar bütün kaba ve hoyrat tavırlarına rağmen, şehrin yapılandırılması açısından onunla bazı ortak noktalarda buluşuyorlar…

ETKİLEYİCİ BİR İNANDIRICILIK DUYGUSU…

‘Son Çıkış’ı, bir komedi-dram veya daha doğrusu bir tür ‘kara mizah’ olarak değerlendirirsek diyebiliriz ki filme hikayenin sağlamlığını destekleyen ve seyirci olarak filmden kopmamamızı sağlayan inandırıcı ve gerçekçi bir hava hakim… Her ne kadar Tahsin’in düştüğü durumlar sıra dışı olsa da, bu duruma düşmeye yol açan karakterler ve eylemler son derece gerçek görünüyor. Örneğin bütün bu olayların fitilini ateşleyen Tahsin’in gitme (daha doğrusu kaçma) isteği sağlam bir temele dayanıyor. Aynı şekilde hava alanına basit bir yolculuk için, İstanbul’da yaşayan birçok insan gerçekten de ağzına kadar dolu toplu ulaşım vasıtalarında havasız kalmak, isteksiz taksi şoförleriyle tartışmak veya bozulmuş bilet otomatları için bozuk para peşinde koşmak zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bu sekanslardaki hiçbir olay da abartılı veya zorlama durmuyor…

İstanbul’da yaşayan veya yaşamış insanların bildiği gibi, çoğumuz arkadaşlarıyla buluşmak için ciddi bir plan, bir organizasyon yapmak durumunda kalırız ve bu durumda bile trafik ve yerleşim alanları yüzünden aksaklık çıkabilir.

Tahsin’in bu basit görünen ancak çok zor gerçekleşen yolculuğu, bazı açılardan birkaç yabancı filmi de hatırlatıyor. Örneğin Martin Scorsese’nin ‘After hours’ filminde yine yalnız bir adamın, basit bir buluşmaya giderken düştüğü durumlar inanılmaz boyutlara gelir ve sadece evine dönmek için binbir maceranın içinden geçmek zorunda kalır. Ancak Scorsese’nin filmi hikayeye bazen biraz ‘gerçeküstü’ tatlar katar. ‘Son Çıkış’, dediğimiz gibi daha gerçekçi ve daha ‘sahici’ sularda ilerliyor...

ÖZGÜRLÜK HER ZAMAN ÖZGÜRLÜK DEĞİLDİR…

Filmin ikinci bölümünde ise Tahsin binbir zorlukla ulaşmak istediği yere gelince, başta her şeyin yolunda gittiğini ve başkarakterin aradığı şeyi bulduğunu düşünüyoruz. Ancak burada da sonradan kendini gösteren hiyerarşi, kurallar ve ticari kaygı, bu yerin belki daha sakin ve güzel görünmesine rağmen ideoloji ve işleyiş olarak büyük bir şehrin mentalitesinden çok da farklı olmadığını açığa vuruyor. Başkarakter de bu durumun farkına varıyor ve ikinci bir hayal kırıklığı yaşıyor. Sanki ortam değişse de İstanbul, zamanında içinde barındırdığı insanlarda bazı kalıntılar, izler bırakmış gibi duruyor. İnsanlar nereye giderse gitsinler yine bu kalıntıları içinde taşıyan bir ruh halini beraberinde götürüyorlar. Bu, ister İstanbul’un göbeğinde yaşayalım, isterse de Akdeniz kıyılarında bir komün içinde sakin bir hayat sürelim pek değişmiyor.

Sonuç olarak ‘Son Çıkış’, büyük şehirlerde yaşayan her insanın bildiği ve hissettiği ama asla dillendiremediği bir sorunu, ince bir mizahi dille açığa vuran bir film… Asla ‘İstanbul bitmiş ya!’ arabeskliğine sığınmadan, iyi örülmüş bir senaryo, dengeli bir yönetmenlik ve başarılı oyunculuklarla keyifle izlenecek bir yapım… Özellikle İstanbul’da yaşayanlara ve gitmek isteyenlere (!) hararetle tavsiye ederiz…

Yönetmen: Ramin Matin

Oyuncular: Deniz Celiloğlu, Ezgi Çelik, Pınar Töre, Gizem Erdem, Kerem Fırtına, Gökcen Gökçebağ, Erdem Şenocak, Müfit Kayacan

Ülke: Türkiy