Bizi hayal kırıklığına uğratan casus…

Beni seven casus’ görüldükten hemen sonra unutulan, çok parlak olmayan aksiyon sahnelerini sıralayan ve eğlendirmeyi hedeflerken gülümsetmeyi bile başaramayan bir aksiyon-casusluk filmi denemesi… Mila Kunis hayranları için ise bizce tam bir hayal kırıklığı…

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Hollywood sinemasının asla casusluk filmleri çekme merakından koptuğu söylenemez ancak sanırız son yıllarda bu türdeki filmlerin örnekleri çoğaldı veya en azından bu tür film adeti, normal sayıdaki örneklerinin biraz üstüne çıktı. Bunlardan bazıları tamamen ciddi, geçmiş veya aktüel politik konuları eşeleyen ve konusuna hiç mizah katmayan (veya çok az katan !) casusluk filmleriydi. Bazıları ise bahsettiğimiz vitrinin altında daha çok aksiyonu ön plana çıkaran, eğlenceli ve konuyu kavramak için çok özel konsantrasyon gerektirmeyen daha ‘hafif’ filmlerdi.

Bu hafta sinemalarımıza uğrayan ‘Beni Satan Casus’ hem konusuyla, hem de görünüşüyle, ister istemez bize ikinci sınıfa dahil bir film izlenimi verdi. Bu tür filmlerin hayranı olmamamıza rağmen hoş bir durum komedisini andıran konusu ve yönetmenin (ve başrolleri paylaşan iki oyuncunun) kadın olması bizde sıradan olmayan, casusluk olaylarına kadınların gözüyle bakan, eğlenceli, casusluk filmi soslu bir macera filmi izleyeceğimiz umudu yaratıyordu. Görünüşü, başka bir deyişle belki ambalajı böyle görünse de film bunu başaramayan, aksiyon açısından sıradan kalan, mizah açısından ise tam anlamıyla duvara toslayan, dağınık ve de en önemlisi kendisini ne kadar ciddiye alıp almayacağına karar veremeyen bir yapım oldu…

Audrey (Mila Kunis) ve Morgan (Kate McKinnon) 30’lu yaşlarında, çok uzun zamandır iyi arkadaş olan iki genç kadındır. Karakterlerinin çok farklı olmasına rağmen birbirilerini çok iyi dengeleyen bu iki kadın Los Angeles’da sıradan ve biraz sıkıcı bir hayat sürmektedir. Üstelik Audrey’in sevgilisi, Drew, (Justin Theroux) onu sadece telefondan bir mesaj atıp, terk etmiştir. Audrey’in bilmediği şey ise, sevgilisinin gizli bir ajan olduğu ve çok tehlikeli görevleri yerine getirmek zorunda olduğudur. Hiç beklemedikleri bir anda tekrar karşılarına çıkan Drew, onlardan çok önemli bir görev için yardımlarını ister. Daha önce yaşadıkları şehirden bile hiç dışarı çıkmamış olan Audrey ve Morgan hem macerayı tatmak hem de ona yardım etmek için, değişik ülkelerden geçen bir yolculuğa çıkarlar. Tabii peşlerinde başka organizasyonların kiralık katilleri ve ajanları da vardır…

İNANDIRICI OLMAYAN ŞEYLER RAHATSIZ EDER Mİ?

Casusluk filmlerinde başkarakterin inandırıcı olması için her zaman James Bond veya Ethan Hunt gibi bir süper kahraman olması gerekmez. Evet, bu ikon haline gelmiş karakterlerin ölümcül kazalardan sadece sıyrıklarla kurtulmaları, normal insanların asla yapamayacağı eylemleri kolayca yapmaları ve sonunda, bin bir tehlike geçirip dünyayı kurtarmaları artık serilerin ve efsanelerin ağırlığı sayesinde kabul edilebilir bir hal alıyor. Ancak süper kahraman olmayan normal insanların da bu kadar tehlikeli ortamlardan kurtulmaları da kendi içinde tutarlı bir anlatım olursa rahatsız etmeyebilir. Kısaca örnek vermek gerekirse, Audrey ve Morgan’nın kiralık katillerle dolu ortamlardan, tamamen tesadüfen yara bile almadan çıkmaları, yıllarca özel eğitim almış ajanların bile aklına gelmeyen çözümleri hemen bulmaları, en ölümcül durumlardan, kıyısından köşesinden aldıkları bazı özel derslerle sıyrılmaları veya her gün ölümle burun burunayken ailelerini arayıp hal hatır sormaları gibi sekanslar hiçbir gerçekçilik derdi olmayan, mantık çerçevesine oturtma sorumluluğunda olmadığımız, en fazla gülümsetebilecek sekanslar.

SENARYONUN KENDİ İÇİNDE TUTARLILIĞI…

Asıl sorun ise, filmin bahsettiğimiz olayları ne kadar ciddiye aldığında yatıyor. Çünkü en inanılmaz olayları seyirciye kabul ettirebilen filmler bile kendi içlerinde bir mantık, bir gerçekçilik sınırı ve bir tutarlılık barındırmak zorundadırlar. Bu gerçekçilik kotası hem seyirciye nefes alması için bir alan açar hem de inandırıcı olmayan olayları anlatan film, inandırıcı olmayan bir filme doğru kaymaz.

Bu bağlamda bizi en rahatsız eden olay, başkarakterlerin tamamen yabancısı oldukları bu dünyada, yaşadıkları olaylar karşısında tutundukları tavır oluyor. Audrey ve Morgan yaşadıkları badirelerden sonra ( kurşun yağmurlarından kurtulma, işkence görme vb.) hiçbir şekilde şaşırmış ve şok olmuş bir duruma düşmüyorlar ve bütün bunları sanki büyük bir oyun gibi görüyorlar. Örneğin kendileri de nefsi-müdafa olarak birilerini vurmak zorunda kalıyorlar, sürekli enselerinde kiralık katillerin nefesini hissediyorlar ve nerdeyse tanıdıkları dünya başlarına yıkılıyor ama onların verdiği tepkiler liseli kızlar gibi birbirlerine yaptıkları şakalar, sırnaşmalar ve ‘Nasıl yırttık ama…’ der gibi gülüşmeler…

Karakterler içinde bulundukları durumun ciddiyetini anlamıyorlar mı yoksa umursamıyorlar mı kestiremiyoruz. Umursamadıklarını farz edelim o zaman düşmanlarına karşı mücadele ederken bu ciddi tutum niye? Gizli ajancılık oynamak onlar için tamamen sıradan yaşamlarının dışına çıkmak anlamına geliyorsa davranışlarındaki bu rahatlık ve lakaytlık nereden kaynaklanıyor?

Bizce oyuncuların da, yönetmenin de akılları bu konular hakkında biraz karışık…

MORGAN’A HİÇ İHTİYAÇ YOKTU…

Bilindiği gibi, iki başkahramanın olduğu birçok polisiye- macera filminde karakterlerden biri ikilinin başı, kararları veren, sert görünümlü ve ciddi bir kişidir, diğer karakter daha geri planda kalan, daha az kibirli, biraz şaşkın ve komik bir kişiliktir. ( Bad Boys, Lethal Weapon…) Başka bir deyişle ilk karakter ikilinin karizmasını, ikincisi ise insancıl yönünü temsil eder.

‘Beni satan casus’da filmin insancıl yönünü ve mizahi tonunu Morgan karakteri üstlenmiş gibi duruyor. Audrey karakteri filmin yıldızı ve merkezi gibi dursa da, karakterin biraz sessiz, sakin, başladığı her işin sonunu getiremeyen birisi olması doğal olarak dikkatimizi sık sık Morgan’nın hafif meşrep havasına, hoppa hareketlerine, abartılı davranışlarına çevirmemizi sağlıyor. Ne yazık ki bu karakterin her lafı, her şakası, her eylemi kısaca karakterin bütünü sahte ve suni duruyor. Karakterin yaptığı esprilerin bayat olması bir yana, üstelik bu şakalarda hiçbir kadın inceliği, zekası, değişik bakış açısı yok. Sanki birbiri ardına basit fıkralar anlatan bir ‘maçonun’ kadın versiyonu gibi duruyor. Dolayısıyla filmin mizahi yönünün tamamen bir çuvallama olduğunu söylersek sanırız abartmış olmayız.

Kısaca, ‘Beni seven casus’ görüldükten hemen sonra unutulan, çok parlak olmayan aksiyon sahnelerini sıralayan ve eğlendirmeyi hedeflerken gülümsetmeyi bile başaramayan bir aksiyon-casusluk filmi denemesi… Mila Kunis hayranları için ise bizce tam bir hayal kırıklığı…

Yönetmen: Susanna Fogel

Oyuncular: Mila Kunis, Kate McKinnon, Justin Theroux, Gillian Anderson, Sam Heughan, Hasan Minhaj, İvanna Sakhno, Paul Reiser…