Ladybird: Sancılı bir büyümenin sancılı anlatımı…

Ladybird Oscar adaylığını hak edecek düzeyde mi, türünde çok başarılı bir örnek mi veya bu hikaye seyirciyi yeterince etkiliyor mu gibi sorulara cevabımız ne yazık ki ‘Hayır!’ olacak. Seyirci olarak böyle bir hikayeyi ve filmi ilginç bulmamız için gerekli olan dinamizm ve karakterlerin eksikliği bir yana, başkarakterin bunları sıra dışı bir hale sokma çabası da yetersiz kalınca karşımızda pek bir özellik taşımayan, basit bir hikaye kalıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Greta Gerwig’in ikinci filmi Ladybird, ergenlik çağında bir genç kızın hayatta yolunu çizme çabasını ve büyüme yani yetişkinliğe geçme sürecini anlatıyor. Filmde işlenen dönem ve bu dönemdeki olayların bazıları önemli ve ilgi çekici gelebilir ancak filmin düz ve statik anlatımı, başkarakterle yakınlaşmamızı engelliyor. Yönetmen sanki başkarakteri etkileyen olayların seyirciyi de aynı derece etkilemesini bekliyor…

Christine McPherson nam-ı diğer Ladybird lise çağına gelmiş bir genç kızdır. Ailesinin maddi durumu nedeniyle ve annesinin ısrarıyla kendisine yakıştırmadığı normal ve Hristiyan eğitimini eksenine koyan bir liseye yazılır. Gözü çok daha yukarlarda olan Christine lisesinde bir yakın arkadaş, bir sanat uğraşısı (okul tiyatrosu) ve bir sevgili bulur. Christine bu dönemde hem ilk aşkını, hem ilk kader birliğini ve hem de ilk gerçek arkadaşlığını deneyimlerken bir yandan da yüksek düzeydeki bir üniversite ve yaşam için hayaller kurmaya devam eder.

HİÇBİR SÜRPRİZ BARINDIRMIYOR!

Kuşkusuz her insan için 12-16 yaş aralığı çok kritiktir ve yine herkes bu dönemde hayatına bir yön vermeye çalışır. Ladybird'ün başkarakteri için de durum aynı fakat tam da sorun da bu dönemin resmedilmesinde ve anlatımında yatıyor. Sorun derken kötü bir senaryo, bozuk bir anlatım ve başarısız oyunculukları kast etmiyoruz ama filmdeki hikayenin hiçbir sürpriz barındırmaması, Christine’nin ve ailesinin durumunun göze çarpan hiçbir özellik taşımaması ve sıradan bir orta direk aile olması filmi de sıradanlaştırıyor. Film sırasında başkarakterin yaşadığı ciddi dönüm noktalarını ve sarsıcı olayları bekliyoruz ancak bunların şaşırtıcı olanlarının sayısı o kadar az ki sanki sadece liseli bir kızın düz biyografik filminin bir kesitini izlediğimiz hissine kapılıyoruz. Belki Christine’nin ilk aşkı olan çocuğun gay çıkması biraz ilgimizi uyandırıyor ve düz hikayeyi ayağa kaldırıyor ancak bunun dışında hepimizin yaşadığı olay ve çalkantılara benzer durumlara tanık olmakla yetiniyoruz. Ladybird’ün annesiyle sürekli takışması, kendisine biraz ilgisiz davranan kardeşiyle mesafeli olması veya okulda kendisine olan ilgiyi arttırmak için en yakın arkadaşına sırtını çevirip, yine okulun en popüler kızıyla arkadaşlık kurmaya çalışması birçok insanın yaptığı veya yapabileceği şeyler.

Seyirci olarak böyle bir hikayeyi ve filmi ilginç bulmamız için gerekli olan dinamizm ve karakterlerin eksikliği bir yana, başkarakterin bunları sıra dışı bir hale sokma çabası da yetersiz kalınca karşımızda pek bir özellik taşımayan, basit bir hikaye kalıyor. Tabii ki filmin konusunun özetini okuduğumuzda baş karakterin çok heyecanlı maceralar geçirmesini, inanılmaz büyük engellerle uğraşmasını zaten beklemiyorduk ancak böyle bir senaryoyu dikkat çekici kılmak için ya hikayenin geçtiği ortamın sıra dışı olması ya da filmin önemli yan karakterlerin senaryoyu zenginleştirmesi gerekirdi. Mesela iki ergen karakterin bu sancılı büyüme dönemini yollarda yaşaması (Elveda Berlin /2016 ) veya başkarakterin ailesinin üyelerinin ( en son I, Tonya filminde olduğu gibi) aşırı baskıcı ve kontrolcü kurallar koyması gibi arka planlar veya yan öyküler bizce, hem hikayeye bir dinamizm katabilir, hem de bu ergen kızın birçok kişiden çok daha büyük sorunlarla uğraşması gerektiğini gösterebilirdi. Dolayısıyla filmdeki hikaye sıradanlıktan kurtulur ve seyirci başkarakterle daha fazla özdeşleşebilir, empati kurabilirdi. Burada ne yazık ki böyle bir durum mevcut değil!

Bütün bunların yanında filmin pozitif yanları da tabii ki var: Daha önce değindiğimiz gibi hikaye rahatsız edecek kadar hantal değil, olaylar bir şekilde akıyor. Yönetmen aktarmak istediği konuya hakim gibi, başkarakteri asla gözden kaybetmiyoruz ve olaylar kendi içlerinde belli bir bütünlük taşıyor. Son olarak da oyuncular da başta Christine oynayan Saoirse Ronan ve annesini oynayan Laurie Metcalf olmak üzere dozunda ve başarılı performanslar gösteriyorlar.

Ancak film bir Oscar adaylığını hak edecek düzeyde mi, türünde çok başarılı bir örnek mi veya bu hikaye seyirciyi yeterince etkiliyor mu gibi sorulara cevabımız ne yazık ki ‘Hayır!’ olacak.

Yönetmen: Greta Gerwig

Oyuncular: Saoirse Ronan, Lucas Hedges, Timothée Chalemet, Laurie Metcalf, Odeya Rush, Beanie Feldstein…

Ülke: ABD.