Asıl konu ırkçılık mı?

Mudbound sosyal eşitsizliği, savaş sonrası travmaları, doğa yaşamı ve şehirli yaşam karşıtlıkları gibi konulara değinerek sonuç olarak ana konusunu ırkçılık sorununa getiren bir film. Kuşkusuz bu konuyu işlemesi önemli ve işleme biçimi başarılı ancak filmden çıkarken biraz potansiyelini tam gösterememiş bir yapım izlemiş olduğumuz hissine kapıldığımızı söylemek bizce yanlış olmaz.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Irkçılık gibi çok önemli ve kapsamlı bir konuyu filmin merkezine koymak, üstelik bu konuyu işlerken şematik, kuru ve öğretici tavır takınmamak kuşkusuz bir yönetmen için altından kalkması kolay bir iş değildir. Dee Rees’in bu işin altından başarıyla kalktığını söyleyebiliriz ancak filminin konusu o kadar kritik bir dönemi (2. Dünya Savaşı ve hemen sonrası) kapsıyor ve ırkçılık dışında sosyal eşitsizlik, proleteryanın bakış açısı gibi o kadar hassas ve derin konulara giriyor ki sanki film bu ağır yükün altında biraz eziliyor. Kısaca film (negatif anlamda!) bir konu bolluğu yaşıyor ve asıl ele aldığı tema bu bolluk içerisinde kayboluyor gibi oluyor ardından da gözümüze fazla sokuluyor.

İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önceki dönemde genç bir kadın olan Laura (Carey Mulligan) adındaki bir genç kadın, Henry (Jason Clarke) ile evlenir ve onun Mississippi’de aldığı, biraz sapa bir yerdeki çiftliğe, birlikte yerleşirler. Laura’nın kocasından başka iletişimde olduğu kişiler, Henry’nin ırkçı babası, sıcak ve sempatik bulduğu kayınbiraderi Jamie (Garrett Hedlund) ve onların topraklarında da çalışan, ancak kendilerine ait bir çiftlik kuran, siyahi Jackson ailesidir. İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle Jamie ve Jackson’ların büyük oğlu Ronsel (Jason Mitchell) orduya katılır ve gider. Döndüklerinde ikisi de psikolojik açıdan çok yıpranmışlardır ve aralarında bir dostluk başlar. Bu dostluk tabii ki o dönem çok ciddi tepki ve tehditlerle karşılaşacaktır.

ŞEHİRLİ BİR KADININ ÇİFTLİK YAŞAMINDAKİ ZORLUKLAR 

Mudbound sadece bakışlarla ve vücut diliyle ırkçılığı hissettiğimiz bir flash-forward sahnesiyle başlıyor. Daha bu ilk sahneden filmin ele aldığı konuda duygu sömürüsü yapmak ve bunu seyircinin gözüne sokmak niyetinde anlıyoruz.

Ardından Laura McAlllen’nın hikayesini izlemeye başlıyoruz ve onun çok can atmadığı halde kocasına boyun eğerek, kocasının aldığı bir çitliğe yerleştiğini görüyoruz. Bu sekanslar da başarılı sayılabilir çünkü bir şekilde Laura’nın burada yaşamak için yaptığı fedakarlıkları ve aslında bu yaşama şehirli bir kadın olarak ne kadar yabancı olduğunu incelikli bir şekilde hissediyoruz. Kocasının ona karşı mesafeli olması ve ırkçı büyük babanın her fırsatta nefretini kusması ise bu durumu daha da zor hale getiriyor.

Daha sonra, filmin senaryosunun romandan uyarlanmış olmasından dolayı dış ses olarak (voice-over şeklinde) Laura’nın ve Jackson ailesinin annesinin sesinden onların buradaki yaşama dair düşüncelerini duyuyoruz. Bu sahneler dediğimiz nedenden dolayı zorunlu dursa bize biraz kolaycılığa kaçma gibi geliyor çünkü karakterlerin içinde bulundukları ruh halini zaten anlamış durumdayız. Ekranda göremeyeceğimiz şeyleri söylemek ise filmi yetersiz kılmıyor ama ona fazla edebi bir hava katıyor.

Sonrasında ise Mudbound daha çok rayına oturuyor ve bu iki ailenin ayrı ayrı hayatlarını, bazen birbirlerine yardım etmelerini ancak yine de dönemden dolayı çok içli dışlı olmamalarını tempolu bir şekilde izliyoruz. Laura ve Jamie dışında nerdeyse herkes tarafından ikinci sınıf insan gibi davranılan Jackson’lar bazen sömürülüyor, biraz itilip kakılıyor ancak asla acıların ailesi gibi sunulmuyor. Kendilerine ait bir gurur, bir denge ve bir düzen tutturdukları gösteriliyor.

SAVAŞIN ETKİLERİ İKİ ANA KARAKTERİ DAHA DA ÖN PLANA ÇIKARTIYOR!

Daha sonra savaş sekansı patlak veriyor ve hem Ronsel’in tank birliğinde önemli bir görev üstlendiğini, hem de Jamie’nin savaş uçağıyla bir kahraman olacak kadar (ki zaten evinde öyle karşılanıyor) cesur bir performans sergilediğini görüyoruz.

Film bu sekanslardan ve bu iki karakterin eve dönmesinden sonra McAllen ve Jackson ailelerini biraz ikinci plana atarak Ronsel ve Jamie’nin ilişkisine odaklanıyor. Savaşın kendilerinde yarattığı travmaları atlatamayan ve geri döndüklerinde evlerindeki hayata bir türlü ayak uyduramayan bu iki genç birbirlerini birçok insandan daha iyi anlıyorlar ve aralarında bir dostluk filizleniyor Bu sekanslardaki konuşmalar çok özel olmasa da genelde gerçekçi ve dozunda bir anlatım var.

AH, ŞU MİSSİSSİPİ IRKÇILIĞI OLMASA! 

Bu sekanslardan sonra bizce olanlar oluyor ve başta değindiğimiz konu bolluğunda kendini biraz kaybeden yönetmen, asıl dikkat çekmek istediği konuyu hatırlıyor ve o zamana kadar ki birçok temayı yarıda bırakıp Jamie-Rosnel dostluğunun Mississippi gibi ırkçı bir yerde yol açacağı çok kötü ve kanlı sonuçlara yöneliyor. Büyükbaba McAllen’nın başını çektiği bir Klu Klux Klan çetesinin Rosnel ve Jamie’yi çok sert bir şekilde cezalandırdığı sahneler belki görsel açıdan vurucu ve etkileyici ancak bu zamana kadar filmde hissettiğimiz ırkçılık sorununun, bu sekansta gözümüze sokulması (kuşkusuz ne yazık ki tarihte örnekleri olmuştur ancak) filmin anlatımı içinde bize biraz kaba ve ölçüsüz bir tutum gibi geliyor. Filmin daha önceki ince anlatımından kopuk bir gibi bu duran bu sahne kadar bizce Laura ve Jamie’nin aşk sahnesi de çok gerekli ve özel bir anlam taşımıyor.

Oyunculukların hakkını vermemiz gerekir: Hem Laura’yı oynayan Carey Mulligan hem Henry’yi oynayan Jason Clarke, hem de Jackson’u oynayan Rob Morgan nerdeyse kusursuza yakın bir performans sergiliyorlar. Sadece ırkçı büyük babayı oynayan Jonathan Banks’ın biraz karikatüre kayan, Jamie’yi canlandıran Garrett Hedlund’un da biraz tutuk performanslar sergilediğini de belirtmemiz gerekir…

Sonuç olarak Mudbound sosyal eşitsizliği, savaş sonrası travmaları, doğa yaşamı ve şehirli yaşam karşıtlıkları gibi konulara değinerek sonuç olarak ana konusunu ırkçılık sorununa getiren bir film. Kuşkusuz bu konuyu işlemesi önemli ve işleme biçimi başarılı ancak filmden çıkarken biraz potansiyelini tam gösterememiş bir yapım izlemiş olduğumuz hissine kapıldığımızı söylemek bizce yanlış olmaz…

Yönetmen: Dee Rees

Oyuncular: Garrett Hedlund, Jason Mitchell, Carey Mulligan, Jason Clarke, Mary J. Blige, Rob Morgan, Jonathan Banks, Kerry Cahill….

Ülke: ABD