Ölüm Odası bizim için sıkıntı odası…

Yönetmenin bu hazmetmesi zor ‘kokteyl’ filminde, sıkıntıyla hikayenin mantıklı bir yere bağlanmasını bekliyoruz. Ancak sadece biz bekliyoruz çünkü yönetmen bunu dert etmeden vazgeçmiş gibi duruyor ve film başladığı gibi düz, yönünü bulamadan bitiyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yönetmen Dan Bush’un son filmi Ölüm Odası, klasik bir banka soygunu filmi gibi başlayan ancak sonrasında ana eksenini bir korku filmine kaydıran, bu iki türü aynı potada eriteyim derken ne tamamen biri ne de diğeri olamayan ve giderek güç kaybederek senaryosunu sulandıran bir korku-soygun filmi karışımı… Aynı zamanda ne yazık ki bir yönetmenin filmini nasıl elinde tutamadığının son kanıtlarından biri…

İki genç kız kardeş Leah (Francesca Eastwood) ve Vee (Taryn Manning), abileri Michael (Scott Haze) ve birkaç arkadaşı ile birlikte, borçları yüzünden bir bankayı soymaya kalkarlar. Başta her şey planladıkları gibi giderken kasayı açtıklarında bekledikleri miktardaki parayı bulamazlar. Bu esnada rehin tuttukları banka görevlilerinden biri olan, müdür yardımcısı Ed Mass, kimseye bir zarar gelmemesi şartıyla onlara asıl paranın bulunduğu kasanın yerini söylemeyi teklif eder. Bankanın yeraltındaki kasasını açmaya çalışan soyguncular, kasanın içinde kendilerini paradan çok daha farklı ve çok daha korkunç şeylerin beklediklerinden habersizdirler.

Ölüm Odası filmi aslında fena olmayan bir şekilde başlıyor. Nispeten başarılı bir şekilde işlenmiş bir soygun sahnesinin ardından seyirci olarak belki çok üst düzey değil ancak kendi halinde, bilindik şablonlara dayanan, iddiasız bir soygun filmi izleyeceğiz hissine kapılıyoruz. Fakat filmi karıştıran hayalet hikayesi kısmı başlamadan önce bile bu soygun bölümü su almaya başlıyor çünkü ne yazık ki karakterler zayıf, sürprizler çok beklendik ve senaryonun gidişatı ciddi anlamda inandırıcı olmaktan uzak.

Bu tarz filmlerde genelde ana karakterlerin öne çıkan özellikleri, zaafları ve güçlü olan yanları, film ilerledikçe açığa çıkması gerekirken burada bütün karakterlerin her yönünü ilk 15-20 dakika içeresinde görüyoruz. Aynı şekilde bu karakterlerin film süresince de fazla bir değişim geçirmediklerini de göz önüne katarsak, elimizde ilgi çekici bir kişi kalmıyor. Rehin alınan banka görevlileri hakkında minimum düzeyde bilgi sahibi oluyoruz, soyguncular çetesinden ise üç ana karakter dışında hiçbir sağlam bilgi edinemiyoruz. Bu üç ana karakter de filmin en başında kendilerini açığa çıkarıyor. Film başlar başlamaz hızlı bir şekilde Michael’ın zorunluktan bu soygunu yaptığı ve aslında iyi biri olduğu, iki kız kardeş Vee ve Leah’nın iktidar didişmesinde olan, isyankar ve abilerine bağlı iki genç kadın olduğunu anlıyoruz. Sadece Vee bir an biraz şiddetli bir tutuma geçiyor ancak hepsi bu kadar. Diğer iki çete üyesinin çok hızlı bir şekilde ortalıktan çekildiğini göz önüne alırsak, geriye kalan bu ‘üçlü’ kahraman filmi başladıkları şekilde, hiçbir değişim yaşamadan, bitiriyorlar. Dolayısıyla daha en baştan elimizde sıradan ve özellikleri törpülenmiş karakterle kalıyor.

Ardından filmin ikinci bölümü yani işin içine kasanın açılmasıyla karakterlere saldıran hayaletlerin olduğu bölüm başlıyor. Bu kısım da filmin geri kalanından tamamen kopuk ve alakasız gibi duruyor. Başka bir deyişle bu korkutucu bölüm filmin geri kalanının içine yedirilmiş gibi değil; sadece tutturulmuş olduğu hissine kapılıyoruz. İki ayrı film gibi işliyor diyemeyeceğiz çünkü yönetmen sürekli, bazen de oldukça beceriksiz bir şekilde hikayeleri birbirine karıştırıyor, bazı karakterleri gerekli gereksiz öne çıkarıyor, bazılarını ise bir süre sonra tamamen unutuyor, bazen grotesk sınırında şiddetli sahneleri boca ediyor ve kendilerine hikayede yer edinmek için oyuncuları tamamen başıboş bırakıyor.

Yönetmenin bu hazmetmesi zor ‘kokteyl’ filminde, sıkıntıyla hikayenin mantıklı bir yere bağlanmasını bekliyoruz. Ancak sadece biz bekliyoruz çünkü yönetmen bunu dert etmeden vazgeçmiş gibi duruyor ve film başladığı gibi düz, yönünü bulamadan bitiyor. Sondaki sözüm ona sürprizler ve özellikle asıl kimliklerin ortaya çıkma sahneleri de son derece inandırıcılıktan uzak ve zorlama kokuyor.

Sonuç olarak bu bulamaç filmden tek kazancımız belki önemli bir rolde Clint Eastwood’un kızını (her ne kadar daha önce irili ufaklı rollerde bazı yapımlarda oynasa da) izlememizdir. Kariyerinin devamını tabii ki çok daha iyi filmlerde bekliyoruz. Bizce bu sıkıcı ve dağınık filmi kaçırmak sinemaseverler için çok büyük bir kayıp sayılmayacaktır.

Yönetmen: Dan Bush

Oyuncular: James Franco, Taryn Manning, Francesca Eastwood, Scott Haze, Q’orianka Kilcher, Jeff Gum, Clifton Collins Jr., Keith Loneker, Jill Jane Clements…

Ülke: ABD