Şiirin isyanı şiire isyan

Sözlükte yer alan açıklamalar şiiri tanımlıyor olsaydı, bugün yazılan şiirlerin hiçbiri yazılmamış olurdu. Çünkü sözlükte, şiir yalnızca bir biçim olarak tanımlanıyor. Anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk; bunların tümü biçimle ilgili tanımlamalar. İkinci maddedeyse şiir için “şey” deniyor. Nesne yani… Öyleyse sözlüğü geçiyoruz. Şairler ne diyor şiir hakkında, ona bakalım…

Google Haberlere Abone ol

Ne kadar şair varsa o kadar şiir tanımı var. Ama ne kadar şair varsa o kadar şiir tanımı yok da denilebilir. Çünkü aslında şiir, tüm şiir tanımlarına isyandır. Dolayısıyla şiire isyandır.

Öte yandan şiir, aynı zamanda kendi tanımını da getiren bir deneyim. Öyle olduğu için de her şairin kendine özgü bir şiir tanımı var. Ama şiirin tanımını yapan en iddialı kaynak olarak görünen sözlük, aslında şiiri tanımlamakta en aciz kaynak olarak dikkati çekiyor. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde şiir, a) zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebi anlatım biçimi; b) bir şairin, bir dönemin bu sanatı kullandığı özel biçim, manzume, nazım, koşuk; c) düş gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey olarak tanımlanıyor.

Bu açıklamalar şiiri tanımlıyor olsaydı, bugün yazılan şiirlerin hiçbiri yazılmamış olurdu. Çünkü burada, şiir yalnızca bir biçim olarak tanımlanıyor. Anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk; bunların tümü biçimle ilgili tanımlamalar. İkinci maddedeyse şiir için “şey” deniyor. Nesne yani… Şey, eşyanın tekil halidir.

Öyleyse sözlüğü geçiyoruz. Şairler ne diyor şiir hakkında, ona bakalım…

Osmanlı şiirinden modern Türkçe şiire geçiş sürecinin en önemli ismidir Ahmet Haşim. Onun şiir tanımı şöyle, “Şiir sıradan bir dil değildir. Şiir düzyazıya çevrilemeyen dildir.” Haşim’in şiir tanımından aynı zamanda geçiş dönemine özgü, eskinin yeniyle çatışması da yansır.

Şairlerin şiir tanımlarından iki tutumun öne çıktığı söylenebilir. İlk grupta yer alan şairlerin tanımlarında, daha önceki tanımlarla uzlaşma söz konusudur.

Yahya Kemal’in şiir tanımında, şiirlerindeki gibi, yeni olan duygulardır. Büyük ölçüde romantik çağın, romantizmin coşumcu izleri yansır. Onun şiir tanımı şöyledir: “Kalpten geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişidir. Düşündüklerimizi vezinle ve lisanla ifade edişimiz şiir değildir. Bir mısranın şiir olup olmadığı gayet aşikârdır. Deruni ahenk ile ifade edilmişse şiirdir. Fakat duyulmaksızın yalnız vezin ve lisan mümaresesiyle söylenen söz şiir olamaz.”

Doğrusunu söylemek gerekirse önceki şiir tanımlarıyla uzlaşmış şairin yeniliği bir tür güncellemedir. Güncellemenin şiirin doğasına uygun bir yenilik olmadığı söylenebilir. Çünkü hiçbir zaman şiirin isyanı, mevcut yapının devamını sağlamaya yönelik olmamıştır. Şiirin şiire isyanı, her şeyden önce var olana karşı çıkışa yaslanır. İkinci gruptaki şairlerin şiir tanımlarında, verili tanımlara isyan dikkati çeker.

Modern Türkçe şiirde, şiirin isyanının olduğu kadar şiirin şiire isyanının da temsilcisi olan ve tüm yönleriyle bir geçiş süreci dönemi şairi özelliği taşıyan Nâzım Hikmet için şiir: “Nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir. Şiirde ‘nefes’ ve ‘ses’ iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.” Nâzım Hikmet’in şiirleriyle şiir tanımı örtüşür. Onun şiiri de, şiir tanımı da şiire isyanı ifade eder. Şairle şiir arasındaki ilişkiyi de şöyle dile getirir: “Şair, şiir yazarken başka şahsiyet, konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir. Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilatlandıran bir vatandaştır…”

Nâzım Hikmet’ten sonra, şiirde hem şiirin isyanı hem de şiirin şiire isyanı Garip’le gerçekleşir. Garip, her şeyden önce şiirdeki yerleşikliğe, alışkanlıklara “eskiye” başkaldırıdır. Şiir tanımında da eskimiş, alışılmış olandan kuşkulanmaya kışkırtma vardır.

Bilindiği gibi Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat, Garip dalgasının Orhan Veli’yle birlikte öncüsü olmuş şairlerdir. Her iki şairin; Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’ın Garip’ten koptuktan sonra benimsediği şiir anlayışı ve şiir tanımları da modern Türkçe şiir için çok şey ifade eder.

Oktay Rifat’ın şiir tanımı, “Akılla yazılan şiir en kötüdür bence” cümlesinde dile getirilir. Şairin bu şiir tanımı, en somut ifadesini “lambanın saçları ıslak” dizesinde bulur.

Melih Cevdet Anday da Garip’ten sonra bambaşka bir şiire yönelir. Şiir tanımı ve anlayışı da ona göre değişir. Şairin şiir tanımını 'Teknenin Ölümü' kitabındaki “Orman” başlıklı şiirin son bölümünde bulmak mümkündür:

Sembol ormanları demişti Baudelaire,
İmgesiz düşünemez miyiz,
Sevemez miyiz ki sözcükler

Seni almış kendi ormanlarına

Melih Cevdet Anday, “düşüncenin şairi” olarak geçmiştir modern Türkçe şiirin tarihine… Bu biraz da düşüncenin şiiriyle şiir düşüncesini birleştirip şiirle düşündüğü içindir.

Garip dalgası, İkinci Dünya Savaşı’nın teğet geçtiği ve Cumhuriyetin yıkımı hedefleyen döneminin oluşturduğu koşulların da etkisiyle ortaya çıkmıştır. Garip gibi İkinci Yeni de bir geçiş, değişim, dönüşüm; yıkılıştan sonra gelen restorasyon döneminin yarattığı kriz ortamının sonucudur. Daha açık ifadeyle geç modernleşme, -belki de modernleşememe demek gerekir- krizinin yarattığı koşulların sonucudur.

Buraya kadar tekrar ettiğimiz şiirin isyanı ve şiirin şiire isyanı İkinci Yeni şairleriyle adeta en üst seviyeye çıkar. Deyim yerindeyse devrimle sonuçlanır.

Modern Türkçe şiirde, şiir konusunda en çok tanımlama yapmak durumunda olan, adeta buna zorlanan, mecbur bırakılan İkinci Yeni şairleri olur. İkinci Yeni’nin içinde yer alan şairlerin şiir tanımı biraz da bu nedenle farklılık gösterir. Gerçekten büyük bir yenilik, hatta devrim söz konusudur. Tabii İkinci Yeni devriminin hedef aldığı düzenin bekçileri statükoyu korumak için ellerinden geleni yapmaya çalışır. İkinci Yeni savaşı, İkinci Yeni olayı gibi adlar alan çatışmalar söz konusudur. Sonuçta İkinci Yeni kazanır.

İkinci Yeni şairlerinin aslında ortak olmayan şiir tanımları da bir tür ortaklıktır denebilir. Çünkü o döneme dek akımlar, gruplar aynı şiir anlayışı çerçevesinde bir araya gelmişlerdir. İkinci Yeni'yse, farklı şiir anlayışları, tanımları olan şairlerin yenilik isteğinde ve arayışında ortaklaştıkları bir dalga olmuştur.

İkinci Yeni dalgasının en mutedil şairi Cemal Süreya’dır. Onun tanımıyla “Şiir, anayasaya aykırıdır; doğanın ahlakı kovduğu yerdedir; yasadışıdır.”

Buna karşın İkinci Yeni’nin uç beyi olarak adlandırılan ve bu adlandırmanın, ömrünün sonuna kadar hakkını verme uğraşı içinde olan İlhan Berk, şiiri “Ustalık kazanılır; ama çocuk olmak yitirilirse, şiirin büyük damarlarından biri yok olur” diye tanımlar.

Cemal Süreya’nın deyişiyle “büyük bir şiirin ortasını yazmış” olan Turgut Uyar’a göreyse “Şiir, matematik gibi kolaydan başlanılıp öğrenilmez. Kolaylık, bir beğeni olarak yerleşiverir insanın kişiliğine, sonra da kolay kolay değiştirilemez.” Edip Cansever’in şiir tanımını konuşmalarında, yazılarında olduğu gibi şiirinde de bulmak mümkün… Şu dizelerde olduğu gibi:

şiirler söylüyor gene
ölümünden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
büyük sular büyük gemileri sever çünkü
ve odur ki büyüklük
şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
ölünce de yazdıklarını okutur elbet

Ece Ayhan yalnızca bir İkinci Yeni şairi değil aynı zamanda şiire isyanın ve şiirin şiire isyanının da şairidir. 'Mor Külhani' aynı zamanda bir şiir manifestosudur. Maddeler halinde yazılmıştır. Her betik, şiiri tanımlayarak, daha doğrusu Ece Ayhan şiirini tanımlayarak başlar. “1. Şiirimiz karadır abiler 2. Şiirimiz her işi yapar abiler 3. Şiirimiz gül kurutur abiler 4. Şiirimiz erkek emzirir abiler 5. Şiirimiz mor külhanidir abiler 6. Şiirimiz kentten içeridir ağabeyler”

Şiiri şiirle tanımlayan bir başka İkinci Yeni şairi Ülkü Tamer’dir. Şairin 'Sıragöller' kitabında yer alan “Şiir İçin Cevaplar”, “Şiir” ve “Şiire Önsöz” başlıklı üç şiirde tüm açıklığı ve sadeliğiyle şiir tanımları dile getirilir. Alıntılanan bölümler “Şiir” başlıklı şiirden:

Şiir her gün yeniden başlar.

Her sabah uyanır,
Yıkar kelimelerini,
Harflerini tarar.

Uzun uzun bakar akan suya,
dağları düşünmeden edemez.

Behçet Necatigil, şiirle şair olarak ilgilendiği kadar bir edebiyatçı, bir edebiyat öğretmeni olarak da ilgilenir. Şiir çok yönlü, çok boyutlu bakar. Yalnızca yapıyla değil malzemeyle de ilgilidir. Yalnızca uygulamaz tasarlar da. O nedenle onun şiir ölçüsü, şiir tanımı yalnızca şairliğinin izlerini taşımaz. Behçet Necatigil “Şiir bir sorun, bir durum üzerine ölçülü konuşan, susunca da bizim düşünmemizi bekleyen bir olgunluktur, bir kıvamını bulmadır” diye tanımlamıştır.

Ahmet Oktay, şairdir. Ama aynı zamanda eleştirel düşüncenin, özellikle seksenli yıllardan sonra, Türkiye’de, önemli isimlerinden biri olmuştur. Sanatın yanı sıra kültürel ve toplumsal konularda da önemli yapıtlara imza atmıştır. Şiir konusundaki yazıları, konuşmaları, kitapları da şiir için başucu niteliğinde kaynaklardır.

“Şiir yazma, bir üretim eylemidir. Ozan ise üretimci. Bu üretim eyleminin bir de tüketicisi var: Okurlar. Şiir, kitap ve dergi biçiminde somutlaştığında meta (mal) olmuştur. Satılır, alınır. Ürünün metalaşma süreci, bir eyleyicinin daha oyuna girmesini gerektirir ki, bu yayıncıdır. Üç bacaklı sandalyeye benzettiğim bu süreçte her bacak işini gereği gibi yaparsa, üretim oluşur ve sürer. Değilse biter” diyen Gülten Akın, “ben yaşadığını yazmaya çalışan bir ozanım, yaşam benim için hep büyülü, giz dolu, harikulade olagelmiştir” diye devam eder. Onun şiir tanımı olarak şu cümlelerini alabiliriz: “Şiirlerim, yaşamın çarmıhındaki insanı söylerken, çarmıhın kırılma umudunu da barındırır.”

Şairlerin şiir tanımını dikkate alırken okurun beğeni ve değer yargılarını da göz ardı etmemek gerekir. Ancak şu da var ki şairin şiir tanımıyla okurunki arasında gerilim yüksektir, çatışma kaçınılmazdır. Bu da şiirin isyanını, şiirin şiire isyanını kışkırtan nedenlerden biri olarak kaydedilmeli.

Öte yandan bir hayli geniş ve kapsamlı şiir mirasının içinden seçilerek sunulan şairlerin şiir tanımları, okyanustan damla almak gibi… Bir damlanın okyanusu ne kadar ifade edebileceğiyse bellidir. Öyleyse ne mi yapmalı? Elbette okyanusa gitmeli, gitmekle kalmamalı, okyanusa girilmeli…