Kaşar ve kaz ciğerinden fazlası: Kars şöleni

Anadolu’nun diğer şehirlerinden farklı bir yönü var Kars'ın. Bir kareye bin yıllık serüveni sığdırabiliyor gezgin. Sokaklarında Türk, Rus, Ermeni ve Gürcü dönemlerine ait sivil, dini, askeri çok sayıda yapıya rastlanıyor. Görsel olarak da keyifli bir coğrafyayla karşı karşıyayız aslında. Birbirinden kıymetli anlara ve anılara sürükleyen bu manzarayı, en güzel ‘Kars şöleni’ diyerek anlatabilirim.

Google Haberlere Abone ol

Fatih Sınar 

"Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun soruya verdiği yanıttır." der Italo Calvino, Görünmez Kentler’inde. Eğer şehri tüketmek için değil, hissetmek için dolaşıyorsa gezgin, o yanıtı duyacaktır muhakkak. Kars böyle bir şehirdir benim için. Şölen gibi rengarenk bir şehir olmasına rağmen kendisini kenara çekip sessizliğe bürünmüş bir roman karakteri gibi varoluşçu-yabancı görünmüştür hep bana.

Bundan bir süre önce, yağmur damlalarının şiddetle eski camlara vurduğu bir salonda, Orhan Pamuk’un Kar romanından bahsediyorduk. Kars’ta geçiyordu öykü. Ve o romanla Kars, haritanın sonundaki şehir olmaktan yahut hava durumlarındaki soğuk kent olmaktan çıkıp, yaşayan bir karaktere bürünüyordu. Merak uyandırıyordu. Bir yandan Tigran Hamasyan’ın Kars parçası çalıyordu kafamda. Aylar sonra, Doğu yolculuğumun duraklarından biri olacaktı bu şehir, henüz bilmiyordum.

Orhan Pamuk'un Kar romanı Kars'ta geçiyordu

Doğu yolculuğumun ilk durağı önceki yazımda anlattığım Ahlat’tı. Yolculuğun bir başka istasyonuna, Kars’a varıyor bu kez yolum. Van coğrafyasını, Ararat’ı geride bırakıp, sınıra teğet kıvrılan yollardan geçerek, sarı sessizliğin ötesindeki Kars’a ulaşıyorum. Pusu, kasveti çağrıştıran bir yanı var şehrin. Acıları bir kenara atmayıp biriktirmiş sanki. Anlatmak istese de bunları bir gün, susmayı yeğliyor şimdilik. Sınır şehirlerinin aksine canlı ve hareketli değil, nispeten yalnız ve sessiz burası. Yoldaşı koca bozkır sadece. Ötesi dünyanın sonuymuş gibi sakince beklemekte. Beklerken yitip gitmekte usulca, Anadolu’nun Malakanları gibi.

Yine de anlattığı kadarını dinlemeli Kars’ın. Arka sokaktan sesleri gelen Azeri düğününe kulak kesilmeli, yan sokaktaki Kürt düğününe uzaktan misafir olmalı mesela… Sokaklarında yitip giden halkların seslerini duymalı. Onlardan geriye kalan Kars’ı tanımalı. Bu yüzden Anadolu’nun diğer şehirlerinden farklı bir yönü, kendine has bir dokusu var bu şehrin. Bir kareye bin yıllık serüveni, milletleri, dinleri sığdırabiliyor gezgin. Sokaklarında dolaşırken Türk, Rus, Ermeni ve Gürcü dönemlerine ait sivil, dini, askeri çok sayıda yapıya rastlanıyor. Görsel manada keyifli bir coğrafyayla karşı karşıyayız aslında. Birbirinden kıymetli anlara ve anılara sürükleyen bu manzarayı en güzel ‘Kars şöleni’ diyerek anlatabilirim sanırım. Lakin, Calvino’dan ilhamla, görünmez bir kent Kars. Gizemli. Pek bilinmez. Ancak yolu buraya düşenlere anlatır öyküsünü ve sahneler o görünmez şölenini.

ANADOLU'DA BALTIK ESİNTİSİ

Çarlık Rusya'sı şehrin mimari kimliğini belirledi.

Rusya dönemi, şehrin kimliğinde mimari manada yepyeni bir sayfa açtı. 93 Harbi’nde şehrin yönetimini alan Çarlık Rusya'sı, burayı hiç kaybetmeyeceğini düşünerek yeniden imara girişti. Selçuklular zamanına tarihlenen kalenin yamacında kurulu eski kısmı yok etmeyip, dönemine göre modern ve düzenli caddelerle şehri yeniden çizdi ve düzlüğe doğru büyüttü. Baltık mimarisinden esinlenen yepyeni büyük yapılarla Kars’ı Kafkasya’nın önemli kentlerinden biri haline getirdi. Dönemin Rus istatistiklerine göre büyük bölümünü Hıristiyan ahalinin oluşturduğu 25 bin nüfusuyla Kafkasya’nın cazip noktalarından biri haline geldi. Öyle ki Çarlık topraklarında yaşayan Polonyalı, Ukraynalı, İskandinav halklarından yerleşenler oldu şehre. Kars, konumuyla Rusya’nın Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya açılan kapısı olmuştu ne de olsa...

Tüm bu serüvenin yorgunluğuyla Baltık esintili bir kafeye düşürüyorum yolumu, canlı müzik eşliğinde çayımı içerek asırların hikayesini gözden geçiriyorum.

DÖNÜŞEN MABETLER

Şehirleri kıymetli kılan, onlara karakter veren mabetleridir diye düşünüyorum. Ayasofyasız İstanbul, Artemissiz Efes olmaz. Bu mâbetler hem keyfi hem acıyı gösterir, geçmişi anlatır çünkü. Değişimi simgeler bu yapılar ne de olsa. Ruslar şehri yeniden kurarken Aleksandr Nevsky Katedrali olarak adlandırdıkları Rus tipi soğan kubbeli bir mabet de inşa etmişler şehre. Yeni Kars’ın belki de en önemli sembolü olmuştu o vakit. Sonrasında, soğan kubbesi ve çan kulesi kaldırılıp minareler eklenmiş yapıya ve Fethiye Camisi olarak bilinir olmuş bugün.

Aleksandr Nevsky Katedrali Fethiye Camisi'ne dönüştürüldü

Değişen şeylerin habercisi yalnız bu mabet değil elbette. Kalenin yamacında 12 Havari Kilisesi var, bugünkü ismiyle Kümbet Camisi; 10'uncu yüzyılda bu topraklarda hüküm süren Ermeni devleti zamanında yapılmış. Üzerinde on iki havariyi temsil eden kıymetli figürler bugün halen görülebiliyor. Ziyaret edenler hakkını teslim edecektir, 12 Havari Kilisesi sadece Kars’ın değil, Anadolu’nun özgün mabetlerinden biri.

12 Havari Kilisesi şehrin sembollerinden

12 Havari Kilisesi’nden yukarıya, kaleye çıkıyorum. Şehri izliyorum akşam vakti oradan, Murat Saraçoğlu’nun Deli Deli Olma filminde Tarık Akan’ın canlandırdığı Kars’ın son Malakanlarından Mişka geliyor aklıma. Piyano çalarken küçük kıza şu maniyi söylüyordu: "Bense ayrık otuyam, her çıktığı yerden sökülen, sarmaşık olmak isteyip de, basit bir ot bilinen."

Kars bu maniyi fısıldıyor gibi... Yazının başında kendisini bir kenara çekip sessizliğe bürünmüş bir roman karakteri gibi diye bahsetmiştim Kars’tan. Belki de buna mecbur bırakılmış bir şehirdir, ayrık otu gibi.