YAZARLAR

Şefin oyunu

Registayı bazen kaleciden topu alırken, bazen tek bir uzun pasla asist yaparken, bazen orta sahada çalımla adam eksilterek takımı hücuma kaldırırken, ardından bir kilit pas atarken, frikik kullanırken, penaltı ya da gol atarken görebiliyoruz. Registaya takımın beyni dersek fazla abartmış olmayız sanırım.

Fatih Terim geçenlerde bir kavram kullandı: Regista. Futbolla uzmanlık düzeyinde ilgilenenlerin elbette bildiği ama futbol kamuoyunun pek de aşina olmadığı bir kavramdı bu. Orta saha oyuncusu, oyun kurucu, on numara gibi terimlere yabancı değildi futbol dünyası ama regista kavramı Fatih Terim gibi popüler bir ismin ağzında ilk kez çıkıyordu.

Regista İtalyanca bir kavram. Bunun nedeni ise bu oyuncu tipolojisinin yakın dönemde ilk kez İtalyan futbolunda öne çıkmış olmasından kaynaklanıyor. Yani bu rolün teorisyenleri İtalyan teknik direktörler. Futbol ile teoriyi aynı cümle içinde kullanmam yadırganmasın. Her oyun gibi futbol da öncelikle teoriktir, pratik değil. İtalya’da özellikle Andrea Pirlo ile özdeşleştirebileceğimiz bir futbol oyun figürü regista. İtalyancada yönetmen, şef gibi anlamlara gelebiliyor. Bu oyuncu tipolojisi tercihan çift ayaklı, defansın önünde topu alan, oyunu yönlendiren bir role sahip. Sadece bir orta saha oyuncusu değil. Eski deyimle, gerektiğinde bir altı, gerektiğinde bir sekiz, hatta gerektiğinde bir on numara olabilen esnek bir oyuncu tipi. Takımın saha içindeki yönetmeni, şefi, merkezi. Regista belki de futbol tarihinde oyuna en geniş açıdan bakabilen bir rol. Yan, ara, uzun pas atabilen, gerektiğinde uzaktan şut çekebilen bir oyuncu. Belki de en önemlisi bir takımda en fazla kilit pas atabilme özelliğine ve istatistiğine sahip olan ayaklara sahip. Zaten bu nedenle o bir şef.

Ofansif yeteneklerde eskiden sadece goller sayılırdı. Zamanla buna asistler de eklendi. Yani gol pası da kıymetlendi. Günümüzde buna kilit pas da dâhil oldu. Bir anlamda asistin asisti. Stratejik pas. Oyunu açan, kilidi çözen pas. Örneğin son Fenerbahçe-Trabzonspor maçında Valencia’nın attığı gole asist yapan Cisse’ye Pelkas’ın verdiği pas tam bu tür bir girişimdi. Aslında gol o anda atılmıştı çünkü kilit çözülmüştü. Trabzon defansı aşılmıştı. Valencia o topu auta atsa bile bu pas bir kilit pas olma niteliğini yitirmeyecekti. Belki de istatistiklere artık gole erişememiş asistlerin ve kilit pasların da dâhil edilmesi zamanı gelmiştir.

Regista aynı zamanda bizim futbol dünyamızın pek sevdiği on numaranın da bir alternatifi. Özellikle Hagi, Alex, Sneijder gibi mega on numaralara meftun olan Süper Lig, registalara o kadar da meraklı değildir. On numara genellikle orta sahayla forvet arasında bir yerlerde konumlanırdı. Regista ise daha çok defansla orta saha arasında pozisyon alıyor. Bu nedenle verdiği pasların hem sayısı hem de mesafesi çok daha yüksek olabiliyor.

Regista büyük ölçüde bir Kıta Avrupası futbolu fenomeni. Ada futbolunda pek bir karşılığı yok. Bunun nedeni büyük ölçüde Premier Lig’in futbol karakterinden kaynaklanıyor. Günümüzde Kıta Avrupalı teknik direktörler tarafından mutasyona uğratılsa da Ada futbolu topu bir an önce rakip sahaya yıkıp, orada baskıyla sonuca gitmeye dayalı bir felsefeye sahip. Bu nedenle bu tip bir oyunda regista rolündeki bir oyuncuya yeterince alan/zaman/pozisyon kalmıyor. Bu nedenle Seri gibi oldukça yüksek profilli ve maliyetli bir regista Fulham’da istikrarlı bir oyuncu haline gelemedi. Belki de Premier Lig onun için doğru bir seçim değildi.

Süper Lig’de regista rolü için aklıma ilk gelen oyuncu ise iyi zamanlarının Selçuk İnan’ı. Selçuk İnan kelimenin gerçek anlamıyla taşıdığı sekiz numarayı hak eden bir oyuncuydu. Pirlo kadar olmasa da derin ve uzun pas yeteneği vardı. Trabzonspor döneminde ve Galatasaray’daki ilk yıllarında özellikle Burak Yılmaz’a attığı paslar herkesin hafızasındadır. Ama Selçuk İnan’ın zaman içinde yan pas oranı arttı, kilit pas oranı düştü. Ancak uzaktan şut, frikik ve penaltılarıyla istatistik açığı kapatmayı belli ölçülerde bildi.

Selçuk İnan yanında Melo varken çok daha verimliydi. Melo’dan sonra hızla düşüşe geçti. Çünkü pas kapasitesi yüksek olan registalar alan kapatmakta o kadar da güçlü değildirler. Pirlo’nun da yanında bir dönem Gattuso oynuyordu zaten. Yani 1,5 porsiyonluk bir fizik, kesicilik ve alan kapatma yeteneği olan orta saha oyuncusuyla registalar çok daha verimli olurlar. Elbette bu sorunu orta sahayı üçleyerek de çözebilirsiniz. Ancak bu da düzende alternatif hesapları, maliyetleri olan tercihlerdir.

Bir anlamda futbol asla demokratik bir oyun değil. Bütün oyuncuların oyuna katkısı eşit olmayabiliyor. Bazı oyuncular daha çok koşuyorlar, bazı oyuncular ise topu daha çok koşturuyorlar. Bazı futbolcular takıma sürat kazandırıyorlar, diğer bazıları takımın fizik gücünü yükseltiyorlar. Özellikle bazıları ise takımın oyun aklını arttırıyorlar. Bağlantıları kuruyorlar, on bir ayrı oyuncudan bir takım yaratılmasına katkı veriyorlar.

Regista işte tam da böyle bir oyuncu tipi. Onu bazen kaleciden topu alırken, bazen tek bir uzun pasla asist yaparken, bazen orta sahada çalımla adam eksilterek takımı hücuma kaldırırken, ardından bir kilit pas atarken, frikik kullanırken, penaltı ya da gol atarken görebiliyoruz. Registaya takımın beyni dersek fazla abartmış olmayız sanırım.

Eskiden kaliteli on numaraların aktif futbolu bıraktıktan sonra iyi teknik direktörler olabilecekleri yönünde yaygın bir kanaat vardı. Ancak futbol tarihi ne yazık bu tezin kanıtlarıyla dolu değil. Örneğin Maradona, Hagi gibi isimlerin teknik direktörlük kariyerleri pek başarılı olmadı. Zico belki ama onunki de pek yüksek profilli değildi. Regista hakkında yaptığım yorumlardan yola çıkarak aynı soru bu profil için de sormak elbette mubahtır. Her regista potansiyel olarak iyi bir teknik direktör adayı mıdır? Regista rolünün neredeyse tanımı olan Andrea Pirlo’nun Juventus macerası bize bu konuda önemli sonuçlar sunabilir. Elbette başlangıç pek de parlak olmasa dahi!


Besim F. Dellaloğlu Kimdir?

1965’de İstanbul’da doğdu. 1984’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında hocası felsefeci Ömer Naci Soykan danışmanlığında yaptı. Lisans ve lisansüstü eğitimi esnasında uzun süre Fransızca turist rehberliği yaptı. Memleketin büyük bir bölümünü gezdi. Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde (1998), Paris VIII Üniversitesi’nde (2002), Lizbon Üniversitesi’nde (2014), Strasbourg Üniversitesi’nde (2017-2018), Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde (2018-2019) doktora sonrası araştırmalarda bulundu ve dersler verdi. Bu vesileler sayesinde dönem dönem Frankfurt, Paris, Lizbon, Strasbourg ve Mainz’da yaşadı. Türkiye’de Mimar Sinan, Marmara, İstanbul Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray, Kırklareli, İstanbul ve Sakarya Üniversitelerinde dersler verdi. 2019’da üniversiteden emekli oldu. Okuryazarlığa devam ediyor. Mevcudu bulunan kitapları şöyledir: Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum (Say), Romantik Muamma (Timaş), Benjamin (Derleme-Say), Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya (Ayrıntı), Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi (Timaş), Zamanın İçinden Zamanın Dışından (Heretik), Poetik ve Politik: Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi (Timaş).