Samimi değil suçlu, geniş değil büyük 'Aile'

'Aile', karakterleri ve bazı çatışmaları 'The Sopranos'tan alınmış, yerlileştirilmiş, tipik televizyon entrikalarıyla süslenmiş bir yapım; yeni değil, ilk ve son da değil. Bu racon da burada dursun!

Google Haberlere Abone ol

Bir süredir merakla beklenen 'Aile' dizisi ekranlara geldi. 'The Sopranos' uyarlaması olduğu söylenen; senaryosunu Hakan Bonomo’nun kaleme aldığı, yönetmen koltuğuna Ahmet Katıksız’ın oturduğu dizi, geniş bir kadroyu bir araya getirirken başrollerde Kıvanç Tatlıtuğ ile Serenay Sarıkaya'yı izliyoruz. Yapıma dair henüz birkaç bölüm yayınlansa da "hızlı bir giriş yaptı" diyebiliriz.

.

BİR GÜN BİR ASLAN ORMANDA YÜRÜRKEN

Dizinin konusunu kısaca aktaralım. Aslan Soykan büyük bir suç imparatorluğunu yönetmektedir. Yasal iş kollarında ısrar eden bu karizmatik genç, babasının zamansız intiharı nedeniyle kendisini kanlı bir iş yükünün ortasında bulmuştur. Bir yandan paravan işletmeler üzerinden krallık sürüyor, bir yandan yasa dışı faaliyetlerini sürdürüyordur. Soykanlar, geniş ve sorunlu bir ailedir. Her üyesinin derdi başından büyüktür. Aslan'ın kardeşleri de bir tuhaftır. En küçükleri ailenin duruşuna yakışır bir olgunluk sergilemezken diğerleri de çok iyi durumda değildir. Cihan (Nejat İşler), babasının intihar girişimlerine seyirci kaldığı için aileden dışlanmıştır. Leyla (Canan Ergüder), onu aldatan kocasından çekmektedir. Aslan, bir yandan ailevi sorunlarla bir yandan da işlerine çomak sokan amcasıyla cebelleşirken bir iş gezisinde Devin'le (Serenay Sarıkaya) tanışır. Devin de cennet sayılmaz hani! Sorunlu bir aileden sağ çıkmıştır. Yaralarını sarmaya, ilgi delisi kız kardeşinin (Yağmur-Yüsra Geyik) hamlelerini savmaya çalışmaktadır. Bir uçak yolculuğunda yolları kesişen Aslan ile Devin çok geçmeden "iki deli bir araya gelmemeliydik" hikâyesine doğru sürüklenmeye başlar. 

ÜÇLÜ KOLTUĞUNUZA UZANIN, DİZİNİZE PSİKOLOG ATANMIŞTIR!

'Aile' dizisinin 'Sopranos' ile ilişkisine geleceğiz ancak ilkin "bariz" görüntüsüne yönelmek gerekiyor. Bu uyarlamayı bir kenara bırakırsak 'Aile' bize ne anlatıyor? Doğrusu dizi tam günümüz dizilerinden bir özet sunmakta... Sacayağına bakalım dilerseniz: Geniş ve zengin aile, silahlı külahlı adamlar ve elbette onların çekimine kapılan zeki kadınlar... Bonus olarak da psikoloji yahut pdr diplomasına sahip karakterler!

'Aile', tüm bu kıstasları karşılarken günümüz televizyon anlayışına ters düşmüyor. Oysa 'Sopranos' mafya dizilerinde bir dönüşüme denk geliyor, ailenin suç dinamiklerini kalıtsal fenalıkları "çocukluğa inerek" daha doğrusu mafya babasını gücünden uzaklaştırarak irdeliyordu. Aile'nin yaygın anlatıma uyumu, popüler meselelere yakınlığı bir tür fırsatçılık olarak değerlendirilebilir. Psikologların dizilerde yükseldiği, hastalarının hikâyelerinden yola çıkarak dizi yazan ruh hekimi Gülseren Buğdaycıoğlu'nun bir fenomen hâline geldiği dönemde kısacası yıllar önce yaratılan farkın artık sıradan bir eklentiye dönüştüğü günümüzde 'Aile' yaratıcı ya da çarpıcı bir işe imza atmaktan ziyade hazırı tüketiyor. Öykü uyarlama, zamanlama doğru, tüm anahtar kelimeler hazır. Daha ne olsun! Bir de tabii Adanalılık var ki suç ile zenginliği ulaşmada âdeta fırsat sunuyor. Uçsuz bucaksız pamuk tarlaları üzerinden yurdun ilk zenginlerini yaratan şehir günümüzde eski Adana-yeni Adana karşıtlığı ile suç mahallelerini gözler önüne seriyor. "Adana yine arada" ama bu kez Adanalılık vesilesiyle ve hem zengin hem kriminal bir arka planla aktarılıyor. Bir de tabii Adana'nın anlatıya bir yöresellik katması bekleniyor. Son dönemde revaçta bir şehir. Yeşilçam'ın altın yıllarında da Adana'nın adını sık duyduğumuzu, adında Adana geçen komedi filmleri çekildiğini hatırlatalım.

.

SOPRANOS'LA İLİŞKİLER YA DA LARGE FAMILY, EXTRA LARGE FAMILY

Aslan'ın Tony Soprano'yu, Devin'in ise psikaytrist Jennifer Melfi'yi canlandırdıkları açık ancak uyarlamadan yahut esinlenmeden ziyade "buralılaştırma gayreti"nden bahsedebiliriz. Öykü mümkün mertebe yurdumuz sosyolojik gerçeklerine ve sektöre göre ehlileştirilmiş. Baş karakterden başlayalım. Aslan, Tony'nin aksine genç. 'Sopranos'un ilk sezonlarına baksak bile orada da orta yaşına doğru ilerlemiş, göbekli, mangal partileri seven, aile babası profilinde bir Tony vardı. 'Aile'de Aslan evli değil zaten tam bu noktada Devin'i gelin adayı olarak getiriyor, kısa sürede evlenme kararı alıyorlar. Teklif de Devin’den geliyor! 'Sopranos'ta Tony ile terapi aldığı Jennifer hiçbir zaman sevgili olmadılar. Birbirlerine doğru çekildiler, Jennifer, Tony'nin işi ve kimliğinden dolayı mağdur oldu, saklanmak zorunda kaldı ama bu çekime, aralarındaki av-avcı rollerine karşın hiç sevgili olmadılar. Bizim yapımlarımız başrolü gerçek bir karaktere vermez. Tony gerçek bir karakterdi, ayakları yerdeydi; sert olduğu kadar da komikti, trajedinin yanında heveslerin uçucu kurnazlıkların yorucu tarafını temsil ediyordu. Aslan ise tam manasıyla aslan. Ormanın kralı, avına karşı pençeli, iş ilişkilerinde köşeli... Daha önce komedi esintili bir dizide Şafak Sezer'in canlandırdığı Tony Soprano, bu kez insani yönlerinden soyutlanarak ideal televizyon jönlerimize uygun kılınmış, karizmanın adresi gösterilmiş. Oysa Tony Soprano karizmasını yakışıklılığından ziyade insani yanlarından alıyordu. Özcesi Soprano idealize edilmemişti ne madden ne manen. Ahlaki doğruları, kişiliği ile işinin bir harmanıydı âdeta. Gücü ve belirleyiciliğiyle aslandı ama her aslan gibi o da yalpalıyordu. Aslan Soykan'ı pek fazla görmedik fakat şimdiden daha "dik duran" bir karakter çizeceğini söyleyebiliriz. 

'Aile'yi 'Sopranos'tan ayıran asıl mesele ise aile kavramına yaklaşımı. Amerikan dizisi aileden gelen hasarları öne çıkarıyor, tüm ilişkilerdeki davranış ve yaklaşımları daha açık deyişle bütün bir ilişki kurma kültürünü yetişilen ortama bağlıyordu ancak Sopranos daha çok mafya ailesini ve kökleri Güney İtalya'ya uzanan bir kabile anlayışını işaret ediyordu. Aileden kasıt çıkara dayalı, sistematik olarak şiddete başvuran yasadışı bir örgütlenme biçimiydi. 'Aile' dizisindeki aile ise suç ailesine bir tür Anadolu yorumu getirirken geniş aile ve geleneksel bağlar üzerinden ağalı konaklı anlatılarda da sıklıkla karşılaşabileceğimiz bir tanıdık bir yere konumlanıyor. Şebeke kullanımını bize özgü gerilimli bol travmatik bir aile dolayısıyla gölgeliyor. "Coğrafya kaderdir"den esinlenmiş bir aile kaderdir yorumuna sahip Aile, üstelik yalnız Aslan'ın geniş, ormanı andıran ailesi değil Devin'in "sorunlu ve tanılı" ailesi de diziye hâkim duyguyu bu sahaya yüklüyor. Zaten her fırsatta ailenin ağza alınması, rahatsızlıkların dillendirilmesi de bu yükün sonucu. Oysa aile söylemine sık başvurulması dizinin her dakikasını bir terapi seansına çevirirken muhtemelen yapımcıyı memnun edecek adımları da geciktiriyor. Tatlıtuğ ile Sarıkaya arasındaki ilişkiye çok fazla giremiyoruz.

.

Ailenin anlatıdaki ağırlığından devam edelim. 'The Sopranos'ta kötücül anne Tony tarafından uzaklaştırılıyordu. Kadıncağız yaban ellere atılıyor, kötülüğünü güç koşullarda yapmaya çalışıyordu! 'Aile'de ise başköşede oturuyor. İlerleyen bölümlerde bir ayrılık olur mu, evleri ayırırlar mı orası belli değil ama yerlileşen dizide bu başköşeliğin değişmeyeceğini öne sürebiliriz. Hatta kadının ikinci bölümde pompalıyla havaya sıkıp küçük kızının havuz partisini dağıtması, bu çatışmanın hiç bitmeyeceğini ve bize özgü entrikalarla, sevimli şiddet gösterileriyle derinleşeceğini gösteriyor.

Dizideki anne Hülya Soykan'ın (Nur Sürer) evdeki varlığı, her edime, her oturuşa kalkışa düşen gölgesi, yaşamına beş yıl önce pompalı tüfeğiyle son veren babanın yerini doldurma çabası mafyatik ilişkiler yerine ailevi çekişmelerin öne çıkarılacağını gösteriyor.

MAHALLEDE AİLEDEN KONAKTA SÜLALEYE, GENİŞ DEĞİL BÜYÜK!

Psikolog ataması ivedilikle yapılan 'Aile' dizisinde aile danışmanlık hizmeti vermeyi arzuluyor senaristler. Her bölüm aileye dair aforizmalar, kökenlere inip büyük cevherler bulmalar gırla gidiyor tabii. Peki, aileye bu ilginin sebebi ne? Eskiden aile yine misafirimizdi. Her akşam televizyon kanalları aileli diziler yayınlıyordu. 80'lerin ikinci yarısında başlayan Bizimkiler ilk sezonlarında bir apartman dizisi değildi daha ziyade aileyi sülaleyi işliyordu. 90'lar ailenin yükselişini yansıttı. Geniş aileyi 'Süper Baba'da izledik, daha genişlerine (!) 'Kaygısızlar'da rastladık. 2000'ler yine aileyle geldi, 'Ekmek Teknesi' mahalleyle aileyi kaynaştırdı ancak bir kırılma oldu ve aile mahallenin merkezi olmaktan çıkıp ağalı paşalı anlatılara kaydı. Şehirde mafya kırda feodal beyler ailelere reislik etmeye başladı. 'Asmalı Konak'lar, Anadolu'da şiveli büyük aile dizilerinin temelini attı. Öncesi de vardı şüphesiz ama 'Asmalı Konak'tan sonrası çorap söküğü gibi geldi desek yeridir. 'Geniş Aile' ve 'Leyla ile Mecnun' gibi örnekleri dışarıda tutarsak aile, genişliğini ve eğlencesini özcesi ruhunu yitirip anlamını aşındırdı. Samimiyetini yitirirken dayanışmanın değil iktidar çatışmasının adresi olmaya başladı. Küçük sorunlar yerini hükümranlık kaygısına bıraktı. Aldatma-aldanma bile kabuk değiştirdi pişmanlık duygusu yiterken karşı tarafı duygusal yaralama kastı öne çıktı. Televizyon dünyasındaki dönüşüme koşut "büyük aile" geldi. Bir ayağı varoşta bir ayağı lüks sitede yahut yalı, konak gibi geleneksel ve ihtişamlı yapılarda diziler örüldü. Bu büyük aileler geniş masalarda otoriteyi değil gösterişi öne çıkardılar. Otorite ise ailenin temsilinde eşit olarak çözüldü ve tüm fertlere sınıfsal bir ayrıcalık hâlinde verildi. Böylece saygı, sevgi gibi kavramlar semt ismi dahi olamadan tedavülden kalktı. Geniş-çekirdek ayırt olmaksızın ailenin ortadan kalkışı, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin ıskartaya çıkışı mahalle ile şehrin de varlığını silikleştirdi. Bu tabloda öne büyük ailenin sofrası geçti. Uyduruk kurallar, yüzeysel zıtlıklar, bol bakışmalı basit gerginlikler ve bir sülale heyulası... Enişteler, bacanaklar sevimliliklerini yitirirken iş dünyasına has bir rekabet hâkimiyet kurdu. Babanın tanınmadığı, şeytanla iş birliğine gidildiği bir rekabet... 'Bizimkiler' de bir şirket dizisiydi ve şüphesiz rekabet yalın bir biçimde hissediliyordu ama insani boyutlarıyla... Şevket BMW alıyor, Şükrü ona özeniyordu. Araya kıskançlıklar, tatlı sert dalaşlar giriyordu. Bu geniş ailede hedefler belirgindi. Büyük masaların büyük ailelerinde ise neyin amaçlandığı hiç anlaşılmıyor çünkü büyüme artık devre dışı. Daha ne kadar büyüyecekler ki?

Televizyon anlatılarında aile ortadan kalkınca onu çağıran terapi seanslarına tanık olmaya başladık. Derine inmenin, çocukluğa gitmenin, günümüz şımarıklıklarını geçmişin yaralarıyla açıklamanın kuru bir teşhir eşliğinde dayatıldığı bu dizilerde aile gerek kurumsal (birleştirici) gerek manevi (bağlayıcı) kimliğiyle çağrılıyor. Ancak geldiği de görülmedi! Dizilerin adına baba demek, aile demek yetmiyor veya karakterlere taşıyamayacakları bir yük verip sonuna "-ler, -lar" ekleyerek bilmem ne "zade" bilmem ne "kan" diye çağırmak, maskülen masalar kurmak; kadını ise âdet gereği saçı uzun entrikası bol çizmek yetmiyor. Akla aile gelmiyor bunlar yapılınca. Bu yeni ailenin de geleceği yok. İster terapi ister ruh çağırma seansı düzenlesinler ne fayda!

.
GÜVEN-TESLİMİYET, KONFOR-İHTİŞAM ÇATIŞMALARI EKSENİNDE BATILILIK GERİLİMİ

'Aile' dizisinin örgüsüne ve oyunculuklarına da değinmekte yarar var. Dizi 'Sopranos'tan harfiyen uyarlanmamış ancak çıkış noktaları benzer olsa daha tutarlı olabilirdi. 'Sopranos'ta Tony evinin bahçesinde yığılıp kalınca tepeden tırnağa kontrole giriyor ancak fiziksel bir problem yaşamadığı anlaşılıyordu. Bunun üzerine terapiye başlayan "baba" terapiye gittiğini saklıyor, bunun yumuşaklık olduğunu ve iyi karşılanmayacağını savunuyordu. Kurulan denklem fikir vermesi bakımından kusursuzdu. Tony'nin kaygılarını, suç ailesindeki ve çekirdek ailesindeki pozisyonunu, güçlü durma takıntısını aktaran bu olaylar silsilesi dizinin sağlam öyküsüne sağlam bir giriş niteliğindeydi. Aile dizisindeyse yavan bir açılış söz konusu. Aslan Devin'le uçakta tanışıyor. İyi başlamasalar da Eros devreye giriyor ve çok geçmeden birbirlerine kanları kaynıyor. Aslan Devin'e yardım ediyor. Devin'i çok dramatik bir çerçevede tanıyoruz. Kız kardeşi kavgaya karışmış, hastanelik olmuş. Ertesinde ise intihara kalkışıyor. Bu kadar çarpıcı olayın yaşanması bize has olsa gerek. Daha yalın daha olaysız veremez miyiz? Büyük girilince, her şey boca edilince hızlı yol alınacağı sanılıyor ama bu durum bir çiğlik olarak geri dönüyor.

Dizi anlatısını başlıklara/alt bölümlere bölerek iyi yapmış fakat burada da başlıkların altının pek dolmadığını ve lalettayin bir bölümlemeye gidildiğini görmekteyiz. Bunun ötesinde televizyon dünyamıza özgü Batılılık gerilimi hele mevzu bahis aile temalı bir diziyse daha bir hissediliyor. İki örnek vereceğim. Aykırı laik karakterler, Batı uyarlamalarında yahut Batılı bir görüntü amaçlandığında abartılarak aktarılıyorlar ve bu abartı giyim kuşamla davranışla da sınırlı kalmıyor, öyküde kırılma niteliği taşıyan eylemlere de yansıyor. Devin'in Aslan'ın yanında kendini bu kadar rahat hissetmesi normal mi? Çekimine kapıldı, hadi bir gecelik kaçamak gibi değerlendirdi diyelim (ki o gece hastanede refakatle geçiyor) kadının hiç tanımadığı bir adamın aracında uyuyakalması hayatın olağan akışına uymuyor. Masalsı rastlantılardan psikolojik tahlillere kapı aralayan, yaralar deşip travmalara eğilen terapi tadında ilişkiler devşirmek bize has olsa gerek! Kavga edip birbirine çekilen çift ilişkisini bu ilk çatışmadan itibaren sürdürse durum anlaşılır ama olaylar kadının teslimiyeti ekseninde gelişiyor. Devin'in Aslan'ın ininde rahatça uyuması, sezileri doğrultusunda Aslan'a güvendiğini göstermediği gibi "ilişkilerinin doğal bir terapi biçiminde ilerleyeceği" vaadine de ters düşüyor. Aslan bu terapide avantajlı olan taraf. Kendisine güvenilerek sorumluluk ona teslim edilse de kendi evinde, zenginliğinde oynamanın avantajını sonuna kadar kullanacak. Devin'in sorunlu kardeşi, zengin babası ve cici annesi Aslan'ın etrafında gezinen yeni oyuncaklar bir bakıma. Onları oyuncak edense Devin'in belki yorulduğu belki stresini bir an olsun unuttuğu için dalıverdiği uyku.

.

Bir diğer aykırılık, aşırılık ise yukarıda andığım sahne. Evin annesinin bastığı havuz partisi Türk dizileri için bile fazla... Partide herhangi bir uygunsuzluk yok. Çapkın eniştenin genç kadınlara asılması dışında örf adetlere ters düşen bir durum da yok ancak genel çerçeve izole bir çiftlik evinde bu tür bir toplanmayı tüm çağrışımlara açıyor. Bir tür yoldan çıkma ile başlayıp çığırından çıkma ile devam eden ve evin büyüğünün çileden çıkması ile nihayete eren bir çılgınlık hâli bu. 'Medcezir' gibi dizilerde veya yaz dizilerinde biz bu havuzları çok gördük ama kapalı olmuyorlardı. Kapalı havuz yani dışarıda santigrat cinsinden sıcaklık tek haneli derecelerde seyrederken buharların tüttüğü bir havuz lüksün ötesinde bir konfor göstergesi ve Batı'nın değerlerini çağrıştırıyor. Evin annesini bu "azıtma" karşısında pompalıyla havaya sıktıran motivasyon; şatafatın belli bir düzeye değin kabul edildiği, paylaşıldığı ancak konforun zül görüldüğü Doğululuk olabilir. Burada can sıkan şey havuzdaki partiden ziyade kapalı havuzun kendisi olabilir! Villakentlerde yaşayıp kombisini kısanların, Ferrari'sine tüp taktıranların, "varlık içinde yokluk çekme" kültürünü her koşulda yaşatanların tahammül edemeyeceği bir konfora karşılık geliyor kapalı havuz. Bu parti de dizinin Batılı satırlarının altı çizilsin diye düzenlenmiş sanki.

HER ROLÜ ŞÖHRETE VERMEK İYİ BİR FİKİR Mİ?

'Aile'nin oyuncu kadrosu zengin. Yan rollerde bile adını sanını epeydir duyduğumuz isimler çıkmakta karşımıza. Eh, aileler nasıl büyüdüyse yapımlar da böyle büyüdü! Risk alınmıyor. "Takipçisi çok" oyuncular her yere serpiştiriliyor. Tabii buradaki takipçiden kastımız sosyal medya takipçisi değil şüphesiz, iğnelemek için de söylemiyoruz. Mesele büyük yapımların artık her rolü ünlü oyunculara dağıtması. Üstelik bu tercih, işin tutmasının garantisi değil. "Kaşesini öderim reytingini toplarım" hesabı her zaman işlemez, işlemiyor da nitekim geniş kadrolu birçok yapım onuncu bölümü göremedi. Gerçekçilik, uygunluk da aranmalı oyuncu seçerken. Rolden oyuncuya gidilmeli, oyuncudan role değil. Bizde rol, ünlü oyunculara göre uyduruluyor. Oyuncuya göre rol yazmak değil bu. Yeşilçam'da öyle olduğunu söylüyor sektörün emektarları. "Bana Türkan filmi yaz" denirmiş, senaryo fabrikaları alırlarmış daktiloyu önlerine, tak tak tak yazarlarmış. Bu, açıkçası mantıklı bir yaklaşım, ticaret de bunu gerektirir. Nedir ki (yazılmış bir) rolü oyuncuya uydurmak, bütün rollere aynı oyuncuları dağıtmak riskli... Renk aramamak, oyun aramamak hatta görüntüyle yetinip sese hiç bakmamak akıl kârı sayılmaz. İnandırıcılığını yitiren bir oyuncu iyi bir hikâyeye dahi zarar verebilir. Bugün hemen her role aynı oyuncular seçiliyor. Oyuncu havuzu çok dar. Oyuncuların geçimini salt televizyon işlerinden sağlamaları buradaki zenginliği de öldürüyor. Ekranda yüzü eskitmemek gibi bir kaygı hiç güdülmüyor. Çevrimiçi ile televizyonun hatta beyazperdenin çok başka araçlar olduğuna dair bir yanılgı var. Farklılar doğru ama günümüzde aşağı yukarı aynı seyirci kitlesine seslendikleri de gerçek. Bir sinema filmi birkaç hafta vizyonda kalıp çevrimiçi platforma geçebiliyor yahut televizyon dizilerini andıran yapımlar çevrimiçi platformlarda boy gösterebiliyor. Çevrimiçinin her anlatıyı yutabilecek kocaman bir ağzı var. Tüm bu araçlarda, benzer öykülerde hep aynı yüzleri görmek sıkıcı.

Başrollere gelirsek Kıvanç Tatlıtuğ ile Serenay Sarıkaya'nın birbirlerine yakıştıkları su götürmez. Yine de gerek Tatlıtuğ'un gerek Sarıkaya'nın oyunculuklarının canlandırdıkları karakterlerin medeni hâlleriyle ilişkili olduğunu not düşmeliyiz! Örneğin Tatlıtuğ, "Âşıklar Bayramı"nda salt bekâr bir rolde görüldüğü için ilgi çekiciydi, işini de sessiz sakin ama iyi yapıyordu.

.

Nur Sürer ve Canan Ergüder de rollere yakışıyorlar. Maksimum verimi sağlayacakları rollere yazılmışlar. Sürer güçlü ve olgun bir kadın karakter için biçilmiş kaftan. Duyguda iniş çıkışları başarıyla yansıtıyor. Ergüder de hava bakımından sarhoş kadın rollerine kaymaya başladı. Bu rolde iyi iş çıkardığını söylemeliyiz.

** 

'Aile', karakterleri ve bazı çatışmaları 'The Sopranos'tan alınmış, yerlileştirilmiş, tipik televizyon entrikalarıyla süslenmiş bir yapım. Yeni bir söz söylemekten uzak, günün ihtiyaçlarını karşılayan, eğilimlerini takip eden fakat ekranlarda ailenin dönüşümüne yönelik fikir vermesi bakımından da emsal verilebilecek bir dizi. Son yirmi yılda geniş aileler nasıl büyük aile olduysa orta sınıf çekirdek aile kahvaltı masalarında çözümlenen küçük sorunların, ufak tefek didişmelerin kara para aklama, âlemde ve koca masada otorite kurma, eşi suçlayıcı bir çerçevede sevme pratiğine dönüştüğü günümüz dizileri de epeydir racon kesiyor. Tespih kristal kadehin yanına kıvrılıyor. Bazen nargileden bazen purodan bir nefes çekiliyor. Dolayısıyla 'Aile' yeni değil, ilk ve son da değil. Bu racon da burada dursun!