YAZARLAR

Sakın sözünü sakınma    

Sözünü sakınmıyormuş gibi ortada dolaşan ama bir zamanlar şiddetle reddettiği her araziye uyan, her kılığa giren, her kalbi kırabilen sözcüler için kendilerini bir yerlere taşıyamayacakların, aynı kulvarda koşamayanların, onlar kadar kudretli olamayanların fazla önemi yoktur. Ana akımın tam da göbeğine oturana kadar ana akımı reddetme pozlarının son kullanma tarihi geçmiş turşusu pek asidik ve mekruh oluyor. Olmadık yere tuzunu boşaltan lakin gerektiğinde sözünü sakınandan evladınızı sakının.

Geçtiğimiz günlerde İrlandalı müzisyen ve şarkıcı Sinéad O’Connor’un ölümünün ardından en başta sosyal medya olmak üzere birçok mecrada üzüntüler ifade edildi. Eylemini ve sözünü sakınmayan, hassas ama esaslı konulardaki dobralığıyla bilinen, bu nedenle de ana akımın kabul etmediği marjinal bir müzisyendi O’Connor. Müşterek görsel/kültürel hafızada bir Prince şarkısı ve büyük hit olan “Nothing Compares 2 U”nun intim video klibinde birdenbire ağlamaya başlamasıyla yer eden şarkıcı, 90’ların başında yükselişe geçen ama kısa ömürlü kariyeri boyunca hep sürtüşmelerin odağında oldu. O’Connor’u ilk günden beri destekleyen ve onun hit şarkısının son iki iminin ters dönmüş hali U2 ile dahi papaz olmayı başardı.

Sinéad’ın gözyaşları

Davayı sattıklarını düşünüyordu O’Connor. Bindikleri bazı trenlerden yeri geldiğinde inmeyi bilen şovenistlerin buluşma noktası olan güç sevdasını düşününce “iyi ki de oldu” diyesi geliyor insanın, “Sinéad haklıdır”. Sol yumruk havada eşitlik-özgürlük-kardeşlik ve adalet şarkıları söyleyerek yola çıkıp milyonları inandıran, sonra da köprülerde, külliyelerde bunların hepsine tabandan karşı devlet adamlarıyla yan yana pozlar veren ikiyüzlü rock yıldızları ikrah ettiriyor ama şarlatanlıkları azalarak biteceğine yeni yeni biçimlerde karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Hazine Bonosu

O’Connor’un ölümünün ardından bir başka Britanyalı müzisyen, Morrissey, küresel müzik endüstrisinin ve yöneticilerinin ikiyüzlülüklerinden dem vurdu. O da O’Connor gibi sözünü sakınmayan, ilkelerinden taviz vermeyen ve sektörün dinamikleriyle her daim kavgalı olmuş bir şarkıcı. O’Connor hayattayken onu senelerce aralarına almayı reddeden, ana akımın geleneksel söylem ve düsturuna tehdit olarak görüp özgün şarkıcılığıyla yakaladığı başarıyı büyütmesine izin vermeyen müzik endüstrisi ve müzik medyasını hedef almıştı Morrissey. Bazı sanatçıların ölümlerinin ardından en özlü sözü söyleme, en nüktedan tweetleri atma yarışına giren müzik bileşenlerinin, sanatçı hayattayken ama korkunç zorluklar içinde yaşarken sırt çevirmelerini eleştiren Morrissey haklıydı, ama bu mükerrer soruna ilişkin bir çözüm sunmuyordu. Bizde “kör ölür badem gözlü olur” gibi bir atasözüyle tarif edilen durum insanlığın müzmin arızalarından biri ve giderilemiyor. Aslında bazı durumlarda sorunu açıkça tarif ederek eleştirmek de yeterlidir; çözüm tarif edilen şeyin yapılmaması, sürdürülmemesindedir zira.

Morrissey

Morrissey önemli. İngiliz Punk müziğinin öncü gruplarından The Smiths’in solisti olarak tanınan ve aslen kendisi de İrlandalı olan Steven Patrick Morrissey aynı zamanda benzersiz bir söz yazarı. Seksenlerin en önemli Rock gruplarından biri The Smiths’in solisti olarak gerek kayıtlarda gerekse sahnede dönemin punk estetiğine birçok özgün değerler katmış, daha önce cüret edilemeyen birçok şeyi yapmış, giymiş, söylemiş bir grup lideri. Müziğe etkisi grubun ömründen çok daha uzun ve derin olan The Smiths ve sonrasında sayısız solo albümle müziğe devam eden Morrissey kendilerine adanmış özel yazıları hak ediyorlar ama bir yazıyla hakları verilemeyecek kadar kıymetli ve mühim şeyler verdiler (az) popüler kültüre. Bugüne kadar ikisiyle de ilgili yazılmış birçok kitap benim anlatabileceklerimden çok daha fazlasını verecektir merak edene elbet. Morrissey üzerine ilginç birer anekdot verip, bazı şarkılarının isimlerini paylaşarak müstakbel yazılara uğurlayacağım kendisini.

Festival Afişi: One Love 5

2006 senesinde İstanbul Parkorman’da yapılan Efes Pilsen One Love 5 festivali kapsamında o zamanlar menajerliğini yaptığım mor ve ötesi ana (headliner) sanatçı Morrissey’den hemen önce çalıyordu. Hararetli bir hayvan hakları savunucusu ve 11 yaşından beri vejetaryen olan sanatçı açık havada gerçekleşen ve büyük bir alana yayılan festivalde hiçbir şekilde et ürünü satılmaması koşuluyla yer almayı kabul etmişti. Normalde ızgaralarda cazır cuzur pişen köfte ve hamburgerlerin dumanlarının sahnelere kadar ulaştığı o festival havası bu organizasyonda yoktu ve bu ilkesel tavizsizliği takdir ettiğimi hatırlıyorum. Bir de konserine başlamadan hemen önce söylediği şu sözler akılda kalmıştı: “Merhaba… Zeki Müren… Morrissey”. Bu kelime ustasının şarkı sözleriyle ve dolayısıyla adlarıyla dünyaya anlattıkları en az anlatış biçimi kadar önemli. Dijital platformlarda kendi adına bir profil olmasının ve oraya ses dosyaları yükleyerek müzik kategorisinde bir şeyler yayınlamanın müzisyenlik ve şarkıcılık sanıldığı ortamda, “şarkı” adına sözün ve metnin önemini 40 yıldır bize hatırlatan Morrissey gibileri sakınmalıyız. Upuzun ve üretken solo kariyerindeki her albümünden zaman dizinsel halde bile birer şarkının ismi alt alta yazılınca ortaya sanki bir başka şarkı, bir başka hikâye çıkıyor (affınıza sığınarak Türkçe tercümelerini yapmayacağım, kendi yorumumla etki etmek istemiyorum).

I Don't Mind If You Forget Me
There's A Place In Hell For Me And My Friends
We Hate It When Our Friends Become Successful
The More You Ignore Me, The Closer I Get
The Teachers Are Afraid Of The Pupils
Satan Rejected My Soul
The World Is Full of Crashing Bores
I'll Never Be Anybody's Hero Now
That’s How People Grow Up
World Peace Is None Of Your Business
All the Young People Must Fall In Love
What Kind of People Live In These Houses?
Sure Enough, The Telephone Rings
Without Music The World Dies

Bu söz sakınma meselesi ülkemizde de fazlaca tartışılıyor. Ölenin arkasından düzülen methiyelerin ardından “kendisi hayattayken nerdeydiniz”ci tayfa dökülüyor teker teker. Çoğu zaman da soruyu sorarken haklı oluyorlar ama mefta hayattayken kendilerinin de etrafta olmadıklarını unutuyorlar genelde. Toplumumuzda eleştiriye, beğeniye, yergiye ve övgüye dair bir türlü anlayamadığım bir şey var. Birinin yaptığı işi için için beğenmek ama asla iltifat edememek, beğenmemek ama asla yerememek, olumsuz eleştirinin “ayıp”, haklı övgünün “pohpoh” olduğunu düşünen garip bir kültürümüz var. Özellikle sanat dünyasında belli kliklerin ve grupların sadece ve sadece içlerindeki bireyleri ve onların işlerini takdir etmeleri ve bunu söylemeleri, klikten olmayanı asla aralarına almama güdüsüyle dopingli bir yok sayma hali hüküm sürüyor. Asla değişmiyor, eğilmiyor, bükülmüyor. Keşke eğilip bükülmeyen şey dışlamacı, tutucu, bizdensinci faşizmleri değil de para, güç ve şöhret karşısında yılan dansları sunan omurgaları olsaydı.

Sözünü sakınmıyormuş gibi ortada dolaşan ama bir zamanlar şiddetle reddettiği her araziye uyan, her kılığa giren, her kalbi kırabilen sözcüler için kendilerini bir yerlere taşıyamayacakların, aynı kulvarda koşamayanların, onlar kadar kudretli olamayanların fazla önemi yoktur. Ana akımın tam da göbeğine oturana kadar ana akımı reddetme pozlarının son kullanma tarihi geçmiş turşusu pek asidik ve mekruh oluyor. Olmadık yere tuzunu boşaltan lakin gerektiğinde sözünü sakınandan evladınızı sakının.

Tuzluk

Birtakım nedenlerle yarıştan kopanlar, pistten çıkanlar, yamaca düşenler yalnız bırakılınca bir yerlerde bir şeyler ölür diye düşünürüm hep. Dostsuza dost olmak, düşene el uzatmak, yerdekini yerden kaldırmak merhametin gücüne şans tanımaktır. Bugünün çocuklarına pompalanan temelsiz özgüven ve gözü dönmüş bencillik hezeyanları yerine her koşulda adalet ve merhametten yana olmaları öğretilse ebeveynlerinin temelini attığı müstakbel cehennem yerine belki daha güzel bir gelecek onları bekleyebilir.


Can Sertoğlu Kimdir?

1975 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi’nden mezuniyetinin ardından The University of Texas at Austin’de Radyo-Televizyon-Sinema ve Ekonomi alanlarında çift lisans aldı. 1998’de New York’ta önce Right Track Recording kayıt stüdyosunda, ardından Atlantic Records’da prodüktör Arif Mardin’le birlikte çalışmaya başladı ve şirketin A&R departmanında görev yaptı. Bu dönemde Tori Amos, Stone Temple Pilots, Led Zeppelin, Jewel, Kid Rock, The Darkness, Matchbox Twenty, Craig David gibi sanatçı ve gruplarla çalıştı. Aynı zamanda Brooklynli kült grup World/Inferno Friendship Society’nin menajerliğini üstlendi. 2005 yılında Mor ve Ötesi’nin menajerliğini üstlenmek üzere Türkiye’ye döndü. 2015’e kadar grubun üyeleriyle birlikte kurduğu Rakun Müzik’in Genel Müdürü olarak birçok albümün yapımcılığını yürüttükten sonra 2015-2018 yılları arasında Doğuş Grubu’nun dijital platformu Puhu TV’nin kurucu ekibinde İçerik Direktörü olarak görev aldı. 2019’da kurduğu Ferment Records ile müzik yapımcılığına ve More Management etiketiyle 2005’ten beri sanatçı menajerliğine devam etmektedir. Yakın zamanda tekrar New York’ta yaşamaya başlamıştır.