YAZARLAR

Razzie Awards ve 'Blonde'...

Filmin tek Oscar adayı Ana De Armas ödülü kazanır mı bilmiyoruz ama eğer "Blonde" aday olduğu ‘Razzie Awards’da tulum çıkarırsa, filmi yaratanların "Kitap böyleydi! Onu uyarladık!" savunmasından daha fazlasına ihtiyaçları olacağı kesin!

Bu senenin Oscar ödülü adaylıkları açıklandıktan kısa bir süre sonra, bu ödüllerin bir bakıma parodisi olan 'Razzie Awards' adayları da açıklandı. Normal şartlarda Oscar ödül töreninden bir gün önce gerçekleşen tören, bu sene için biraz daha farklı geçecek gibi görünüyor çünkü adaylar hiç beklenmedik isimler…

'Razzie Awards' yani bizdeki adıyla 'Altın Ahududu Ödülleri' bilindiği gibi senenin en iyilerini değil, en kötülerini seçer! Ödül töreninde aynı Oscar’da olduğu gibi 'ana dallarda' adaylıklar vardır ama bunların yanında ortamın daha da eğlenceli olması için en kötü 'ikili', 'çıkış yapan' en kötü genç oyuncu gibi birçok 'gırgır' sayılabilecek ödüller de verilir. 1981 yılından beri yapılan Razzie Awards’ın jürisi, sektörde çalışan profesyoneller, akademisyenler ve sinefillerden oluşur ve iddialı blockbusterları, yıldız oyuncuları ve nam salmış yönetmenleri bile deyim yerindeyse 'delik deşik' etmekten geri kalmazlar. Değer(sizlik) kriterleri açısından uygun olsalar bile, az kişinin gördüğü, dağıtımı ve reklamı iyi yapılmamış, sessiz sedasız filmler baştan liste dışı kalır. Bazı kişilerin olgunlukla karşılayabileceği, bazılarını ise doğal olarak kızdıran bu törene beklenildiği üzere adaylar ve kazananlar genelde gelmezler. Bazen aday listesi o kadar uç noktalara gider ki zamanında yönetmen Michael Moore’un filminde görünen başkan Bush bile aday olmuştur.

Ancak yine de bazı istisnai durumlar yaşanır: Örneğin birer yıldız olmalarına rağmen Sandra Bullock ve Halle Berry ödüllerini almaya bizzat gelip uzunca konuşmalar yapmışlardır. Bu davranış her ne kadar olgunca olsa da unutmamamız gerekir, iki isim de aynı sene içerisinde bir başka filmle En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını kucaklamıştı. Hatta Halle Berry bir elinde 'Oscar’ıyla törene gelmişti.

Bu senenin 'Razzie Awards' adayları açıklandığında yine şaşırdık: Robert Zemeckis kalitesinde bir yönetmen listede, iki Oscar’lı Tom Hanks iki ayrı filmle 'en kötü erkek oyuncuya' aday ve tabii ki bir başka dikkat çeken film ise tam 8 adaylıkla bu ‘kara liste’de başı çeken "Blonde"!

Peki seyircileri ikiye bölen, seveni kadar sevmeyeni de olan "Blonde" filmi bu listede, hem de neredeyse her önemli dalda olmayı hak ediyor mu?

"Blonde" filmi epeyce bir zamandır Netflix kanalında yayında olduğu ve bu süre zarfında üzerine bolca yazılıp çizildiği için üzerine derin bir analiz yapmayacağız ama yine de açıklanan bu adaylıklar ışığında genel hatlarıyla düşüncelerimizi belirtmek isteriz...

Öncelikle "Blonde" filmin yaratıcılarının yaşanan olayları abartma, çarpıtma, es geçme hatta zaman zaman uydurma gibi suçlamalara karşı koydukları "Biz gerçek bir biopic yapmadık! Sadece romanı uyarladık!" savunmasını meşru ama yetersiz bulduğumuzu belirtelim. Çünkü her ne kadar bu açıklamalarla kendinizi bazı değişlikler yapma sorumluluğundan azade etseniz de Marilyn Monroe gibi temsil ettiği şeyler sinema dünyasının çok ötesine geçmiş, birçok jenerasyonu etkilemiş ve muhtemelen gelecek birçok jenerasyonu etkileyecek olan, gerçek anlamda bir 'starı', bir ikonu ekrana veya beyazperdeye taşımak belli bir sorumluluk ve farklı yaklaşım gerektirir.

Marilyn Monroe’nun mutsuz ve 'babasız' çocukluğu, yaşadığı üç başarısız evlilik, eski başkan John F. Kennedy’le olan gizli ilişkisi ve giderek bozulan psikolojisiyle ciddi travmalar geçirmesi, bunlarla başa çıkmak için aldığı ve bir süre sonra adeta bağımlısı olduğu ilaçlar gibi konulara yer veren birçok dramatik sekans ya abartılarak gereksiz uzatmalarla, ya karikatüre dönüşebilecek karton tiplemelerle ya da hiçbir şeyi açıklamayan çok hızlı geçişlerle resmediliyor. Başkarakterin iç dünyasına eğileyim derken onun dış dünyada yarattığı inanılmaz etkiyi ve 'auora'sını tamamen boşlayan bu tutum, sanki gelmiş geçmiş en büyük ikonlardan birini değil Hollywood sinema sektöründe yerini bulmaya çalışan, tecrübesiz, tanınmayan bir oyuncuyu anlatıyor. Bizce hem gerçekçiliği hem de gerekliliği son derece tartışılır olan, ilk filmi öncesinde bir yapımcının Monroe’ya yaptığı cinsel saldırı olayından ise bahsetmek bile istemiyoruz.

Diyelim ki yönetmen Andrew Dominik dediğimiz gibi gerçek anlamda bir biopic çekmedi ve dolayısıyla Marilyn’nin sinema kariyerini ayrıntılı bir şekilde ele almak istemedi. Yine de bu efsanevi oyuncunun sinema tarihinde yer alan "Niagara", "Erkekler Sarışınları Sever" veya "Bazıları Sıcak Sever" gibi başyapıtların es geçilmesi veya sadece birkaç cümleyle dile getirilmesi bizce hem bir haksızlık hem de büyük bir eksiklik. Özellikle Marilyn’nin belki de en önemli, veda filmi olan unutulmaz "Uygunsuzlar"dan sanki yapılmamış gibi hiç bahsedilmemesi anlaşılabilir bir şey değil. Hatırlanacağı üzere Marilyn’le o zamanlar evli olan Arthur Miller tarafından kaleme alınan ve ünlü yönetmen John Houston tarafından çekilen bu başyapıt ne yazık ki hem Marilyn Monroe’nun hem de onunla başrolü paylaşan Clark Gable’un son filmi olmuş, trajik bir havayla sinema tarihindeki yerini almıştı.

Bir de film boyunca bizi rahatsız eden bir diğer nokta, yan karakterlerdeki karikatürize etme: Marilyn’nin annesi kuşkusuz psikolojik açıdan sorunlu biriydi ama onu nerdeyse 'zır deli mor divane' bir şekilde, gizli aşkı eski başkan Kennedy’yi şehvetperest bir playboy veya sonunda aradığı huzuru bulduğu kocası Arthur Miller’i çekingen ve silik bir adam gibi vermek sadece yüzeysel olmayıp aynı zamanda da itici bir hissiyat yaratıyor.

Dediğimiz gibi çok detaya girmeyeceğimiz ama filmi kurtarabilecek tek noktanın belki de Marilyn Monroe’ya hayat veren Ana De Armas performansı olduğunu belirtelim. De Armas elinden geleni yapıp karakterine minimum düzeyde de olsa bir derinlik katmaya çalışıyor ancak bizce burada da bir casting hatası yapılmış. De Armas bütün makyaj ve saç dokunuşlarına rağmen sanki ne yaparsa yapsın Monroe’ya hayat vermeye değil sadece benzemeye çalışıyor. Bunda tabii ki fiziken efsanevi isme benzememesinin de payı var ama daha önce Michelle Williams’ın ("My Week With Marilyn"/2011) da aynı hatlara sahip olmayıp buna rağmen oyunculuk gücüyle çok inandırıcı bir portre çizdiğini göz önüne alırsak bu oyuncu seçimindeki hata daha da göze batmaya başlıyor.

Sonuç olarak filmin tek Oscar adayı Ana De Armas ödülü kazanır mı bilmiyoruz ama eğer "Blonde" aday olduğu ‘Razzie Awards’da tulum çıkarırsa, filmi yaratanların "Kitap böyleydi! Onu uyarladık!" savunmasından daha fazlasına ihtiyaçları olacağı kesin!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .