Politik doğruculuk, oksidentalizm ve Katar 2022

Katar’ı aklamaya çalışan oksidentalizm, finalde değişik aktör ve tam tersi politik saiklerle karşımıza çıktı. Emperyal Batıya karşı mazlum milletlerin takımlarını desteklemek şeklinde tezahür etti.

Google Haberlere Abone ol

Katar’ın Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacağı duyurulduğundan bu yana politik doğruculuk her cephede Katar’ı yerden yere vuruyor. Eleştiriler kesinlikle haksız değil. Kölelik koşullarında çalışma düzeni, işçi cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve benzeri birçok başlıktan her biri tek başına bile evrensel bir etkinliğin Katar’da düzenlenmesine müsaade edilmemesi için yeterli gerekçeleri sunuyor.

Öte yandan bu tepkilerin batı-merkezci, oryantalist yönünü de görmezlikten gelmemek lazım. Fakat oryantalist ve batı-merkezli eleştirilere karşı getirilen oksidentalist kontra-eleştirilerin de kısmen ifrada vardığını da unutmayalım. Katar’daki Dünya Kupası’na karşı konulan protestoları emperyal Batı’nın şımarıklığına, oryantalist tavrına yoran, hani neredeyse Katar’ın kurban olduğunu savunanlar da yok değil. Katar’a verilen tepkilerin ardında Dünya Kupası’nın ilk defa Müslüman bir ülkede oynanmasına yoranlar da cabası.

Kupa başlayınca adeta bu tartışmalar bir son buldu ve dört yılda bir dünyayı etkisine alan futbol şenliği Katar’ın bütün günahlarını unutturdu.

Finallere geldiğimizde ise oksidentalizmin bambaşka bir görünümüne şahit olduk. Katar’ı aklamaya çalışan oksidentalizm, bu sefer değişik aktör ve tam tersi politik saiklerle karşımıza çıktı. Şımarık, emperyal Batıya karşı mazlum milletlerin takımlarını desteklemek şeklinde tezahür etti.

Finallerde, özellikle de Fransa’nın oynadığı maçlarda bu oksidentalist tavrı açık bir biçimde görme şansımız oldu.

Fransa-Arjantin maçını ODTÜ Mezunlar Derneği’nin Vişnelik tesislerinde yüzlerce kişiyle beraber izledim. Girişinde ODTÜ’lü devrim şehitlerinin portreleri bulunan mezunlar derneğinde üç ayrı salonda dev ekranlarda maçı izleyenlerin büyük bir çoğunluğu Arjantin’i destekliyordu ve Mbappe’nin art arda attığı iki gole sevinen küçük bir azınlıktık.

Evet, bu satırların yazarı Meksika 1986’dan bu yana Fransa’ya ayrı bir sempati beslemektedir. Gece yarısından sonra oynanan maçlarda, baba 10 yaşındaki oğlunu sessizce uyandırır: “Oğlum, kalk. Platini’nin maçı başlayacak. Ses çıkarma, anan duyarsa ikimizi de mahveder!” O yaşta Platini’nin maçlarını kaçırmayan çocuk bendim. Elbette siyasî tavrını emekten ve ezilmiş halklardan yana koyan bu genç ilerleyen yıllarda ezilen ulusların takımlarını destekledi. 1990’da ise grup maçlarında kupanın yıldızı Kamerun’u 4-0 yenen ama gruptan çıkamayan SSCB’ye çok üzüldü.

Dünya kupalarında ezilen uluslar ne zaman Fransa’ya karşı oynasa, maçın başlangıç seremonisini izlememek gibi bir karar vermiştim. Eğer ki kazara ulusal marşları dinleme gafletinde bulunursam “La Marseillaise”i duyduğum anda içimdeki Fransızı zapt etmem mümkün olmuyordu. Senegal’e ya da senelerce kanını sömürdüğü bir başka Afrika ülkesine karşı Fransa’yı desteklemek gerçekten affedilemez bir günah ama La Marseillaise çalınca ve Tricolore sahaya çıktığında duygular bambaşka oluyor.

ODTÜ Vişnelik’te maçı izlemeye gelen mezun ve öğrencilerdeki Arjantin fanatizmi çok da şaşırtıcı değildi. Nitekim final maçından önce sosyal medya paylaşımları sol, demokrat, aydın kesim içimizdeki Arjantinliyi saklamıyordu.

Solun, entelektüellerin Arjantin sevdası beni her zaman düşündürmüştür. Cunta tarafından ligden düşürülmesi engellenen Ankaragücü’ne karşı bu kadar antipati besleyen ülkemin ilericilerinin Arjantin sevdasını anlamak zor. 1978’de Cuntanın ekmeğini ve kupasını yediği Dünya Kupasına rağmen böyle bir sempati beni hep şaşırtmıştır.

Maradona’nın “Che” dövmesi, Fidel’le muhabbeti, Küba’ya desteği bizleri Arjantinli yapmaya yeter mi? Yetsin diyelim. Peki ya Arjantin kalecisi Martinez’in altın eldiveni aldığında yaptığı fallik harekete ya da Buenos Aires’te şampiyonluk turunda Mbappe’nin kuklasıyla turlamasına ne dersiniz? Bunlar içimizdeki Arjantinlileri rahatsız etmez mi? Messi’nin kupa seremonisinde “bişt” giymesi? Bunu bir skandal olarak görmeyebiliriz. Muhtemelen Maradona olsa o da giyerdi ve hatta daha da hevesli giyerdi. En nihayetinde 2005 yılında Katar’da Aspire Academy’nin açılışında Pele ile birlikte hazır bulunmuştu. Bişti de gönüllü olarak üzerine geçirmekte beis görmeyeceğini düşünüyoruz.

Maradona demişken… Gerçeği ve adaleti mücadelenin merkezine oturtan insanlar nasıl olur da eliyle gol atıp bir de pişkince bunu “Tanrı’nın eli” diye yutturan bir futbolcuya bu kadar kredi açabilir? Gezi’de ön saflarda döğüşen Çarşı’nın hakemlere en ağıza alınmayacak cinsiyetçi küfürlerle müdahalesini görmezden gelmek gibi. Bunu görmezden gelen kitle “Tanrının eli”ni haydi haydi görmezden gelir.

Maradona’nın haylazlıklarını “güzel oyun” adına sineye çekebiliriz. Belki de açıklaması budur. Peki ya takımı tek başına sırtlayan ve tüm Fransa’nın “kupayı kaybettik” dediği anda takımı ateşleyen ve sadece Fransa’yı kupaya ortak etmekle kalmayıp bir de biz futbol dilencilerine muhteşem bir final maçı izleten Mbappe’yi görmezden gelmek niye?

Daha öncesinde çeyrek finalde de benzer bir ruh hali Fas-Fransa maçı öncesi sosyal medyayı kaplamıştı. Fransa-Fas maçında solun, demokratların, entelektüellerin ve tabii ki bu grupla beraber Müslüman dindarların da kalbi Fas’tan yana atıyordu. Monarşiyle yönetilen, basın özgürlüğü, işçi hakları ve yumuşak karnımız olan toplumsal cinsiyet eşitliğinde sicili kabarık olan, 1960’lardan bu yana Batı Sahra’yı işgal altında tutan, Batı Sahralıları Gazze’yi aratmayan tecrit koşullarında yaşamaya mahkûm eden Fas... Faslı futbolcuların her zaferden sonra Filistin bayrağı taşımaları, Fas’ın Siyonist rejimle en iyi ilişkiye sahip Arap ülkelerinden olması gerçeğini ört bas edebilir mi? Sol, demokratlar, aydınlar emperyal bir cumhuriyet rejimine karşı baskıcı ve işgalci bir monarşiye destek vermekten çekinmedi.

Yine çeyrek finalde bir kısım sol, entelektüel Tito ve Yugoslavya kotasından Hırvatistan’a sempatilerini sundu. Bu ise artık kantarın topuzunun kaçtığı noktadır. Balkanlarda herkes bilir ki Hırvatistan Yugoslavya’nın ve Tito’nun anti-tezidir ve Hırvat milli takımı Hırvat faşizminin, Ustaşa’nın en etkin olduğu kamusallıktır. Brezilya maçından sonra Thompson namlı faşist şarkıcı Marko Perkoviç’in şarkılarıyla coşan Hırvat milli takımı oyuncularının soyunma odası görüntüleri sosyal medyaya sızdığında Balkanlar’da yer yerinden oynadı. Şu videoda da Hırvat milli takımı taraftarlarının ve oyuncularının muhteşem siyasî performanslarından bir kuple izlenebilir:

Futbol taraftarlığı pek rasyonel bir şey değil. Çocukken Platini’ye olan düşkünlüğümü, bir dönem Saviçeviç’e, Ronald Koeman’a ve hatta Recep Çetin’e olan düşkünlüğümü hiçbir rasyonaliteyle açıklayamam. Maradona’ya, Pele’ye, hatta Gascoigne’e meftun olan futbolseverlerden de rasyonel bir açıklama beklemem. Hele ki gidip bu sevdalarını politik doğruculukla açıklamalarını hiç bekleyemem, ki zaten politik doğruculuğun futbolmanya ile pek de tutarlı bir ilişkiye sahip olmadığını anlatmaya çalıştım.

O zaman bundan yaklaşık 20 sene önce Birikim’de Can Kozanoğlu, Necmi Erdoğan ve Tanıl Bora ile başlayan “futbol tartışmaları”na Ümit Kıvanç’ın nokta koyduğu yazının başlığıyla bitirelim: “Aşka bahane aramasak?”