Pelin Batu: Ancak tanrı bilebilirdi alın yazımızı, falcıya ne oluyor ki?

Pelin Batu 'fal ve büyü'yü anlattı: "Erkeğin iktidarını kadın çalacak diye öyle korkuluyor ki kadınlar ya cadı ya da sadece çocuk doğurup bakmakla yükümlü olarak geri plana itiliyor..."

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Geçmişten günümüze insanın geleceği merak etme derdi hep var oldu. Sihir, büyü, fal, kehanet gibi uygulamalar insanlığın ilk dönemlerinden günümüze kadar toplumların inanç dünyalarında ve kültürlerinde yer edindi.

Falcıların gördüklerini yorumlama şekli toplumdan topluma ne tür farklılıklar gösteriyor? Şamanik toplumlarda şifacı kadınların sosyal statüleri nasıldı? Yunan ve Roma dünyasında epigrafik ve edebi kaynaklar fal ve büyü hakkında bize neler söylüyor? Tüm bu soruların yanıtlarını almak üzere oyuncu, şair ve tarihçi Pelin Batu ile söyleştik.

‘COĞRAFYA NE KADAR SARP İSE TANRILAR O KADAR ACIMASIZDIR’

İnsanın falcılığa başvurması, bilinmeyenden ve belirsizlikten korkmasıyla ilişkili görülüyor. Falcılığın bu psikolojik yönü tarihsel geçmişini nasıl etkilemiştir sizce? İnsanın konfor arayışında nasıl bir rolü olmuştur?

İnsana ilk günden itibaren korkuları yön vermiştir. İnsan, korkuları sayesinde bu tehlike dolu ve ürkütücü dünyada var olmaya çalışmış bir mahluktur. Düşünün, “gece” ateş keşfedilmeden önce ne korkutucu ve öldürücüdür. Fala ve büyüye başvurması, anlamsızlığa anlam verme çabası, kader tanrı (/ça)larını baştan çıkartıp hile yapma teşebbüsüdür. Pek çok mitolojik inanç ve öyküde gördüğümüz üzere onlar bizim ipimizi kesmeden önce onları sorgulama, aklını çelme denemesidir.

Yani konfor çok daha sonra gelir; önce var olma mücadelesi vardır. Coğrafya ne kadar sarp ise, nehirler ne kadar vahşi ise, dinlerin ilahları da o kadar hoyrat ve acımasızdır. Dolayısıyla, falcılar, bu kaypak ve oyunbaz tanrıların, Loki, Eres veya Laverna gibi hileci varlıkları, Fortuna gibi talih tanrılarının anlaşılmaz davranışlarına anlam kazandırma ve psikolojik olarak rahatlatma çabasındadır.

‘ZERDÜŞTLERE GÖRE HAYAT KUTSAL ATEŞTEN DOĞDU’

Falcıların gördüklerini yorumlama şekli toplumdan topluma ne tür farklılıklar gösteriyor? Ya da falcılık bir şekilde öğrenilen ve kuşaklar boyu aktarılan bir şey mi?

Dünyanın farklı toplumlarında çok tuhaf şeyler “okunup” geleceğe dair bilgi kaynağı olarak kullanıldı. Ateş bizim varoluşumuz için önemli bir güç olduğundan, ateş okuması pek çok toplumda görülür. Kurban edilen bir canlının ateşinin etrafında dolanan ilk falcılar, alevlerin şekline göre geleceğe dair bilgiler vermiştir. Pyromancy denilen bu tür falcılık birbirinden bağımsız pek çok toplumda boy gösterir. Ateş bazen bir tanrı, bazen yiyip, içip nefes alıp ölen bir canlı olarak algılandığı için, bu gücü yorumlayanlar geleceği okuduklarına inanmışlardır. Eski Zerdüşt ritüellerinde ateşin ehemmiyetini ateş sembolünün tapınak ve sanat eserlerindeki öne çıkışından görüyoruz. Zerdüştlere göre hayat kutsal ateşten doğdu, onu okumak da en önemli falcılık metotlarından biriydi. Örneğin, Tevrat ve Eski Ahit’te Musa’nın “Yanan Çalı sahnesi”, eski mitlere bir gönderme olarak da yorumlanabilir. Japonya, Tibet ve antik Çin’de ateşe kemik atılıp çıkartılır, kemikte oluşan çatlaklar ve şekillere göre falcılık yapılırdı. Bazı toplumlar da ateşi değil, ateşten çıkan dumanı yorumlardı.

Antik Mısır’da ilk görülen 'scatomancy' adlı falcılık biçimi, dışkı şekillerinden yola çıkarak kehanette bulunur. Eski Mısırlı falcılar, bok böceklerini dikkatlice gözlemleyip topların şekillerine göre yorumda bulunurlardı. Bugün dünyanın muhtelif müzelerinde bu kadar bok böceği sembolü ve taşı görünce zamanın büyücüleri aklımıza gelir. Haruspex adlı falcılık türü ise hayvanların iç organlarına bakarak yapılırdı. Genellikle tavuk, horoz ya da koyunlar kurban edilir, özellikle ciğerleri ve bağırsaklarına bakılarak gelecek tahminlerinde bulunulurdu. Kimi imparator veya imparatoriçeler yeni bir şehir inşa ettirmeden önce hayvan kestirip doğru mekanı tespit ettirirdi. Bu tür falcılığı pek çok toplumda görüyoruz.

Antik Yunanlılar, karnımız ya da midemizden çıkan seslerin ölülerden geldiğine inandıkları için bu sesleri dinleyip yorumlayan falcılar vardı. Gastromancy denilen falcılık türünde genellikle geleceğe dair bilgiler fısıldanırdı. Farelerin sesi üzerine gelecekten mesaj aldığına inanan Romalılardan, horozların tahıl didiklemesinden niyet okuyanlara kadar örnekleri çoğaltabiliriz. Kimi falcılık alışkanlıkları gerçekten absürttür ama işin özü hep aynıdır: Doğayı didikleyip okumak, belirsizliğe şekil verip anlamlandırma çabası.

‘ŞAMAN KADINLAR BUGÜN DE PEK ÇOK COĞRAFYADA KARŞIMIZA ÇIKIYOR’

Şamanik toplumlarda şifacı kadınların ne tür görevleri vardı ve sosyal statüleri nasıldı?

Her ne kadar Mircea Eliade’ye göre kadın şamanlar erkek şamanlardan sonra türemiş olsa da arkaik toplumlardaki atasözleri ve arkeolojik verileri göz önünde bulundurduğumuzda şifacı kadınların büyük bir rolü olduğunu görüyoruz. Bir Chukchee sözüne göre “her kadın doğası itibariyle şamandır.” Moğolistan ve Gabon gibi yerlerde ilk şamanın kadın olduğu söylenir, antik Çin, Japonya’da şifacı kadınlar ön plana çıkar. Günümüzde Kore, Güney Afrika yerlileri ve Kaliforniya’daki Karok ve Yurok kabilelerinde şamanik gelenekten gelen kadınlara hâlâ rastlarız. Pek çok toplumda erkek şamanların kadın kıyafeti giymesi soru işareti uyandırır: Acaba bu kadın doğasına öykünüp tanrılara yakınlaşma teşebbüsü müdür yoksa ilk şamanların kadın olmasına bir gönderme midir? Antropologlar belli ki bu konuda muhtelif fikirlere sahip.

Şaman toplumlarında kadınlar hem şifacı hem de geleceğe dair kehanette bulunan saygıdeğer varlıklardı. Çin’deki Wu şamanları davul ve flütlerin eşliğinde dans edip transa girer, vücuduna öteki dünyalardan ruhları davet edip kehanetlerde bulunurdu. Kimisi ateş üflüyor, kimi kılıç yutuyordu. Anadolu’yu ziyaret eden eski Greko-Romen gezginler Kapadokya’daki Kastabala bölgesinde Artemis Perasya’nın nedimelerinin yanan korlar üzerinde yürüyüp hiç zarar görmediklerini, bu nedimelerin geleceği okuduğunu yazmışlardır.

Dolayısıyla şaman kadınların şifacı rolleri pek çok toplumda karşımıza çıkıyor. Yine pek çok toplumda “hayat ağacı” sembolü ile ilintililer. Çünkü bulundukları yerdeki rolleri sadece kabilelerinin temel sağlık meselelerini çözüp gelecek tahlillerinde bulunmak değil, öfkeli tanrıları dinleyip fırtınalarını dindirmek olduğu için doğayı ve onun tüm ilaç ve zehirlerini iyi okumak ve kullanmak durumundalar. Afganistan, Güney Kazakistan ve Ukrayna’da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan şaman taçları ve süsleri, aynaları, tılsım ve muskaları bize bu kadınların sadece nasıl göründüklerini değil ritüellerinin nasıl olabileceğine de işaret ediyor. Bulunan müzik enstrümanları bize şaman ritüellerindeki önemini gösteriyor. Bugün pek çok şaman ayininde benzer enstrümanlar kullanılıp transa giriliyor. Tunus’taki Darwisa şamanları cin çarpmış insanları iyileştirmek için dans ediyor, şamanik dans esnasında hangi cinin hastalık getirdiğini saptayıp onu men ettiğine inanılıyor. Kimi şaman kadınlar ellerini hastalar üzerinde gezdirip onları iyileştiriyor. Kimileri de yağmur duaları dillendiriyor. Pek çok şaman ayininde ölülerle irtibata geçilip onlardan bilgi alındığı söylenir. Şaman kadınlar “ulu anneanneler” ile irtibata geçip kendinden geçiyor, ölüler diyarına gittiklerini iddia edip oradan bilgi taşıdıklarını söylüyor. Yerli toplumların bu ritüelleri onları fetheden tek dinli güçler tarafından cadılıkla itham edilip yok edilmeye çalışıldıysa da görüldüğü üzere Peru’dan tutun Afrika’ya pek çok coğrafyada karşımıza bugün de çıkıyorlar.

Cadılık ve büyücülük yaptıkları iddia edilenler engizisyon mahkemelerinde yargılanıyordu.

 

 

‘BÜYÜ BARINDIRAN METİNLER SIK SIK İMHA EDİLMİŞTİR’

Sizin antik dönemlerde fal ve büyü konusunda araştırmalarınızın olduğunu biliyoruz. Yunan ve Roma dünyasında epigrafik ve edebi kaynaklar fal ve büyü hakkında bize neler söylüyor?

Çok iyi şeyler söylemiyorlar! Her türlü barbarlığı Yunanistan’ın dışındaki memleketlere atfeden Herodot, büyücülüğün kaynağını Zerdüştlere atfederek karanlık ritüellerin Mısır gibi yerlerden öğrenildiğini yazar. En sevdiğim yazarlardan biri olan Pliny M.S. 77-79 yılları arasında yayımladığı Naturalis Historia adlı garabetlerle dolu ansiklopedik kitabında büyücüleri ve falcıları hiç de iyi bir ışıkta resmetmez. Şairleri mükemmel cumhuriyetinden meneden Eflatun, Sempozyum adlı eserinde Atina büyücüleri kötülemekle birlikte Eros adlı aşk tanrısının sözcüsü olduklarına işaret eder. Şaşırmamak gerek, ne de olsa bugün dahi pek çok insan falcılara aşk-meşk meseleleri için başvurur, burçları o yüzden okur.

Tarih boyunca pek çok toplumda büyücüler ve falcılardan korkulmuş, Odysseus’tan gördüğümüz üzere Circe, Medea gibi kadınların güçlerinden sitayiş ile bahsetmek bir yana ürkütücü hikaye unsuru olarak kullanılmıştır. O yüzden de periyodik olarak büyü barındıran metinler, kitaplar ve tılsımlar sık sık imha edilmiş, pek çok kutsal kitapta falcılık şeytan işi diye yasaklanmış ve kötülenmiştir. Falın günah olduğu söylenmiştir çünkü ancak karanlık güçlerin bizim talihimize çelme takma gücü verebildiğine inanılır.

‘HASTA TAPINAĞA BİR KOYUN YA DA TAVUK GETİRİRSE NE ALA!’

Delphi Apollon Tapınağı.

Antik Yunan’da pek çok kutsal yer falcılık için kullanılıyordu. Dinsel olmanın ötesinde siyasi ilişkileri belirleyen bir merkez olan Delphi Apollon Tapınağı’nda gerçekleşen kehanetler hakkında ne tür bilgilere sahibiz?

Anadolu’da Delphi gibi pek çok Apollon tapınağının kehanet merkezi olduğu biliniyor. Burada insanlar geleceğe dair sorularını kuyulara sorup Apollon’un rahip ve rahibeleri tarafından yorumlatıyorlardı. Ama bu yerlerin şifa dağıtma özelliği daha ilgi çekicidir. Asklepionlara genellikle sağlığından ümidi kesmiş insanlar geliyor, bila-bedel tedavi oluyorlar, nasıl mı? İnsanlara genellikle bir tür uyuşturucu verilip ya yılanlı odalarda ya yalnız başına inzivaya çekilmeleri sağlanıyor, gece boyunca gördükleri rüyalarında şifa tanrıları gelip onlara vücutlarında ne tür bir problem olduğunu anlattıktan sonra bu “rüya” ya da translarda gördüklerini Apollon’un rahiplerine anlatıyorlar böylece tedavi süreci başlatılıyor. Kısacası, hastaların kendilerini dinlemeleri sağlanıyor ve ona göre şifa dağıtılıyor. Bunun üzerine iyileşmiş hasta tapınağa bir koyun ya da tavuk getirirse, ne ala!

Delphi tapınakları Homeros’tan da bildiğimiz üzere savaşlardan veya önemli kararlar vermeden önce gidilen, fikir danışılan bir merkez. Bizim çağımıza daha yakın olan sultanların müneccimleri, Romanoff’ların Rasputin’i, Reagan’ların astrologları neyse Apollon Tapınağı da öyle bir yer!

‘BU DÖNÜŞÜMÜN NEDENİ ELBETTE KORKU’

Orta Çağ döneminde cadı avlarının ilk kurbanları kadınlar oldu. Büyücü oldukları iddia edilen binlerce kadın işkence görüp, yakılarak öldürüldü. Peki, antik kültürlerin saygı duydukları bilge kadınlar Orta Çağ’a gelindiğinde nasıl oldu da cadılara dönüştü? Çağlar boyunca her türlü kötülüğün nedeni ve uygulayıcısı olarak kadının görülmesi neden? Ve bu dönüşümün nedeni ne sizce?

Engels’e göre insan avcı-toplayıcı toplumdan tarım toplumuna geçtiği anda eşit toplum olmaktan çıkıp ataerkil yapıya geçmiştir. Bugün pek çok antropolog aslında hiçbir zaman anaerkil toplum olmadığına inansa da ana tanrıçaların diyarlarında kadınların daha güçlü olduğuna inananlar hâlâ mevcut. Velhasıl, yasalar ve yazı ile tanıştığımızda kadının en temel haklarının gasp edildiğini, okuma-yazma, oy kullanma, seçme ve seçilme haklarının tamamen ellerinden alındığını Hammurabi kodlarından görüyor, Roma hukukunda devamını okuyoruz.

Burada dini kaynaklarda Lilith’ler doğuyor, Adem’le eşit olmayı talep eden bir kadının cennetten kendi isteği ile ayrılıp ilk cadıya, bebeklerle beslenen bir mahlukata dönüşmesine tanıklık ediyoruz. Selefi Havva, yılan tarafından baştan çıkartılıp Adem’le beraber cennetten kovuluyor. Suçlu kadın… O elmayı ısırmasa, masumiyet çağına devam edeceğiz! Bu arada zavallı elma, o dönemde olmamasına rağmen yılanın baş çıkartıcı meyvesi olarak pamuk prensesleri cezbetmeye devam ediyor. Bu dönüşümün nedeni elbette korku. Örneğin, kadın güçlenince tüm erkeklerin gücünü ellerinden alabileceğini yazmış Aristo gibi felsefeciler. O yüzden haklarını tümden elinden alarak tehlikeyi uzakta tutmaya çabalamışlar. Orta Çağ sanıldığı gibi tümden karanlık değil, Hildegard von Bingen gibi kadınlar kiliseye kafa tutup kendi kiliselerini kurmuşlar. Ama tabii dediğiniz gibi cadı avları da bu çağda başlamış, neredeyse 19. yüzyıla kadar devam etmiş. Neden? Ekonomi, toplum histerisi ve bazı “best-seller” kitaplar yüzünden. Öldürülen kadınların büyük bir çoğunluğunun Almanya’da olmasının nedeni, cinsellikle kafayı bozmuş bir rahibin “cadı-avlama kılavuzu” niteliğindeki deli saçması Malleus Maleficanum (Tanrıların Çekici-1487) eseri sayesinde kadınlar korkunç mahkemelere çıkartılıp testlere tabi tutulmuş ve tabii ki fizik kanunlarına yenik düşüp kurban edilmişlerdir. Bir komşu diğerinin mülkünü istiyorsa, bir koca karısından kurtulmak istiyorsa, başka bir kadın diğerini ortadan kaldırmak istiyorsa, bahtsız kadını cadı olarak suçlaması yeterliydi. Kadını dev bir taşa bağlayıp, suya batınca cadı değilmiş diyorlar, batmazsa cadı olduğu için yakılıyordu. 

Kadının gücü erkeğin cinsellik ve iktidar arayışına zıt görüldüğü için orta çağlarda vagina dentata ya da dişli vajina kavramı ortaya atılıyor. Erkeğin iktidarını kadın çalacak diye öyle korkuluyor ki kadınlar ya cadı ya da sadece çocuk doğurup bakmakla yükümlü ikincil seks aracı olarak hayatlarına geri planda devam ediyorlar. Dururlar mı, durmazlar! Hikaye aynı şekilde devam ediyor…

‘TEK TANRILI DİNLERİN TANRISI BU OYUNLARA GELEMEZDİ’

Tek tanrılı dinler öncesinde falcılık ve kehanet inancın merkezinde ve muteberken tek tanrılı dinler falı neden tehlikeli bulup, günahın merkezine aldı?

Çok tanrılı pagan dinlerinde tanrılar insanlar üzerine bina edilmişti. İnsanlar kadar değişken, duygusal, öfkeli, cilveli ve güvenilmez olan bu tanrılarla oyun oynanabilir, sevişilebilir, raks edilebilirdi. Gazaplarına uğranınca çareyi onların kutsal tapınaklarına hediyeler verilerek, Zigurat ya da kehanet merkezlerine küçük kekler, altın veya hayvan sunularak gönülleri alınmaya çalışılır, mesele kapanırdı.

Tek tanrılı dinlerin tanrı ya da Allah’ı ise bu tür oyunlara gelemezdi! Bize iki yol sunuldu: Doğru yoldan gidersek cennete gideceğimiz, saparsak cehennemi boylayacağımız söylendi. Bu yoldan bizi şaşırtan, eski dinlerin ritüellerini tekrarlayan cadılar, falcılar veya şamanlar yaftalanıp cezalandırıldı. Neden tehlikeli buldu, çünkü eski dinlerin devamı anlamına geliyordu. Ayrıca bilinmeyene burun sokarak tanrının işine karışmış oluyorlardı. Ancak tanrı bilebilirdi geleceğimizi, alın yazımızı, falcıya ne oluyor ki?

‘İLK GÜNDEN İTİBAREN SORULARIMIZ CEVAPLANMIŞ DEĞİL’

Son bir soru soralım… Kahve falını dinlemeyi seven birisi olarak ben de merak ediyorum. İnsanların modern toplumlarda bile fala ve falcılığa inanmalarının sebebi kehanetlere olan inanç mı yoksa geleceğini yönlendirmedeki çaresizliği mi? Ne dersiniz?

Çaresizlik ve merakın birleşiminden kaynaklandığını düşünüyorum. İnsan bilinmeyene karşı her zaman merak duyar, kurcalar. Bu sanki doğamızda var. Ve ilk günden itibaren sorularımız hâlâ cevaplanmış değil, o yüzden kaşımaya devam ediyoruz. Merakımız her daim kabarıyor. Yeni bilimsel açıklamalarla birleştirilip enerji ve fizikle açıklanmaya çalışılsa da bilinmeyen pek çok şey bizi büyülemeye devam ediyor.

Çaresizlik kısmına gelince, bu ölümlü dünyada saadet ve sağlık peşinde koşan pek çok biçare beşer, belki bir şekilde geleceğe dair bir bilgi alırsa daha güvende hissedeceğini, şanslı günlerinde iş yaparsa daha hayırlı olacağını, yıldızların seslerini dinlerse daha mutlu olacağını düşünüp huzur buluyor ki dünyada fal endüstrisi müthiş paralar kazandırıyor. Benim görüşüm şöyle: Fala inanma, falsız kalma! İnanmasam bile eğlenceli bulduğumdan ben de kırk yılda bir kahve falıma baktırıyorum. Bir inanabilsem, kesinlikle hayat daha renkli olurdu...

 

 

 

Etiketler pelin batu büyü fal