YAZARLAR

Özgür Özel, infial dramaturjisi ve infial yaratamamanın dramı

İnsan merak etmeden duramıyor, ABD ve Almanya’da bilim insanlarının, Teknoloji4 gurularının peşinde koşan Kılıçdaroğlu’nun partisinin mensubu olan Özgür Özel neden bu sunumunu mukavva kaplama olarak yaptı, hadi diyelim Meclis'in fiziki koşulları, sonrasında neden hala manuel powerpoint versiyonlar dolaşımda? Özgür Özel’i kürsüye çıkaran onun cesareti ve dürüstlüğü ama, elindeki malzemenin bir infiale dönüşmesi yerine elinde patlamasına sebep olan şey de partisinin tarihsel ve güncel pozisyonu.

Geride bıraktığımız haftanın iki önemli politik vakası vardı. Birisi Özgür Özel’in,” bana bir şey olursa açıklamayı yapmak üzere 3 arkadaşıma kopyalarını bıraktım” diyerek yapacağını duyurduğu ve yapmayı başardığı açıklama. Diğeri de, Barış Atay’ın Babala TV’ye katılıp Hamza Aktan’ın deyişiyle “adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığı” 4 saatlik performans (buna sonra geleceğim).

Özgür Özel’in, Süleyman Soylu ile ilgili kendi hayatı pahasına bile olsa, açıklanmasını sağlayacağını duyurduğu açıklama, Sinan Ateş’in politik bir cinayete kurban gitmesinin üzerinden 10 gün kadar sonra gerçekleşti. Bu esnada, seçim sath-ı mahalline; İstanbul’a kayyum atanması, HDP’nin kapatılması, sınır ötesi operasyon beklentileri, seçim tarihini iğne deliğinden geçirme ve kaybetmek mukadderse bir takım güvenlik zaafiyetleriyle seçimlerin iptaline dönük ince hesaplar ve tabii Pandora’nın kutusunda şimdilik gününü bekleyen iç savaş ve OHAL olasılıklarının ayyuka çıkmasıyla girmiştik. Böyle bir dönemde, Özgür Özel’in canı ile ilgili endişeler, elbette ki büyük bir beklenti yaratacaktı ve öyle de oldu.

Sedat Peker’in nükleer saldırılarından, Cevheri Güven ve Gülen Cemaatinin salvolarından ve başka bir dizi iştirakçilerle süren ifşaatlar ve skandallar dizisinden, şu ya da bu sebepten dolayı siyaseten ayakta kalmayı başarmış olan Soylu’yu bitirecek darbenin nereden geleceğini, ne olacağını bu parodinin nasıl sona ereceğini merak etmek elbette hakkımız. Dolayısıyla, ifşaatlar ve skandallar serisinde, artık Aşil tendonu aşamasına geçileceğini düşünen herhalde yalnızca ben değildim.

Konuşmayı büyük bir merakla dinledim. Sonucun, Kılıçdaroğlu’nun “Bilmem mi” klibinden daha büyük bir hayal kırıklığı olması şöyle dursun, bu açıklamanın taahhüt ettiği hayallerin, Sinan Ateş suikastina yönelmiş dikkatleri kendi üzerine toplayacak kadar büyük olması, fakat gerçekliğinin TV100’de Kılıçdaroğlu ile SADAT arasında ortaya çıkan muvazaa ile eriyip gitmiş olması da cabası oldu.

Aslında, izlediğimiz şey, Kılıçdaroğlu’nun geçen yıl ‘az sonra’ teyakkuzu ile takdim edilen hane konuşmalarından birisinde açıkladığı trol ordusu ifşasının ete kemiğe bürünmüş, verilerle desteklenmiş halinden başka bir şey değil. Ünsal Ban’ın, Karacaların, Baykalların, Külünk’ün, Özışık biraderlerin yanına Eminimsi’nin vesikalığını da asmış olduk… Bir de aynı nehirde iki kez yıkanmanın mümkün olmadığını ama aynı başlıkta iki kez batmanın mümkün olduğunu da idrak ettik.

Dediğim gibi konuşma ile ilgili açılan büyük alanın, hükümetin enkazından kalan hafriyat ile dolmasını beklerken, orayı gene bir başka hayal kırıklığı enkazı ile doldurduk. Ben kendi kendimi, CHP ile ilgili beklentilerimi (hâlâ) sınırlama konusunda terbiye etmeye çalışırken, AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın, Özel’e Bakanı koltuğundan etmenizi beklerdik serzenişiyle en azından beklentiler ve hayal kırıklığı konusunda yalnız olmadığımı görmekle biraz teskin oldum.

***

Bu arada, öncelikle şunu belirtmek isterim, Özel’in anlattıklarının tamamı gerçekten bakanla birlikte hükümeti ve pek çok bürokratı yerinden etmesi gereken şeyler, ki bunların neden bu kadar önemli olduğunu Yenal Bilgici bugünkü yazısında yazdı. Ne var ki, Süleyman Soylu ile birlikte AKP hükümeti artık iyice şerbetlendi, halkın deyimiyle yağmurda ıslandı, doluda kurudu ve bu kalibredeki ifşaatlara karşı büyük bir bağışıklık kazandı. Zira, bu kalibre tam da onların istediği, öldürmeyen ama güçlendiren, korona günlerinin efsanevi uyarı dozajı… Dahası, bu tür ifşaatlar, sıranın kendisine gelmesini bekleyen ‘çalıyorlar ama çalışıyorlar’ tribünlerindeki güruh için de oldukça motive edicidir diye tahmin ediyorum.

AKP’li yüzlerin (ve tabii yüz binlerin) bu yanmaz teflon tava kıvamına gelmesi ile CHP’nin sözünün hükümsüzleşmesi arasında bir doğru orantı var. Mühürsüz oylar, Ekmeleddin vakası, MHP ile girişilen ittifak, hile ile alındığı belli olan seçimlerden sonra sükûnet ve demokrasiye saygı telkin eden genel merkez mesajları, muhalefetin ehliyetinin daha çok sorgulandığı ve ona duyulan itimadın azaldığı sert virajlar oldu.

Keza, Man adası, SADAT, SPK ve TÜİK hakkında yarım kalmış ya da CHP ile devlet bürokrasisinin yankı odalarında serbest salınıma bırakılmış dosyalar da, CHP yönetiminin ciroladığı karşılıksız çekler olarak görülebilir... Belirli bir siyasi program ve siyasi kampanya etrafında yürütülmeyen bu ifşaatlar, Türkiye siyasetinin daha ahlaksız ve daha yüzsüz bir şey haline gelmesinden başka bir işe yaradı mı doğrusu emin değilim.

İNFİAL DRAMATURJİSİ

Öncelikle şunu söylemek isterim ki, SADAT ile Kılıçdaroğlu arasında geçen TV100 hadisesi olmamış olsa, Özel’in ifşaatının gene de ömrü olmazdı. Burada birkaç tane hayati hata var. Birincisi yukarıda söylediğim üzere, yaratılan beklenti ile ifşaat arasındaki asimetri. İkincisi, ifşa edilen isimler ve pozisyonlar hariç bunların zaten biliniyor olması ve benzer bir konuşmanın 11 ay önce Kılıçdaroğlu tarafından zaten yapılmış olması (ki o zaman da ölü doğum olmuş ve Youtube’da 100 bin civarı izlenme ile kalmış, memleket gündemine de neredeyse hiç girememişti). Üçüncüsü, bu ifşaatın büyük bir beklenti ile başlatılmasına rağmen, sunumunun ve sonrasının siyasi bir kampanyanın parçası ya da bizzat kendisi olarak düşünülmeyip, okyanusa şişe içinde bırakılmış bir şikâyet mektubu ya da göğe yollanan dilek balonundan hallice bir siyasi yapısının olması. Dördüncüsü artık bir hükmü kalmamış olan Meclis'te, geleneksel yöntemlerle yapılan basın açıklamalarının, yalnızca parti taraftarları, parti medyası (Tele-1, Halk TV, KRT) ve meclis gazetecilerinin ilgisine mazhar olabilmesi. Ve tüm bunların kesişim noktası olarak, Özel’in yaptığı açıklamaların infial dramaturjisinden tümüyle yoksun oluşu (CHP’nin mevcut siyasi yapısı ve tarihsel bagajı böyle bir dramaturjiye izin verir mi bu da ayrı bir mesele ama keşke oraya kadar gelebilsek).

Mesela insan merak etmeden duramıyor, memleketin içinden geçtiği en netameli dönemlerde, ABD ve Almanya’da bilim insanlarının, Teknoloji4 gurularının peşinde koşan Kılıçdaroğlu’nun partisinin mensubu olan Özgür Özel neden bu sunumunu mukavva kaplama olarak yaptı, hadi diyelim Meclis'in fiziki koşulları, sonrasında neden biz bunun değişik algı biçimlerine, değişik cinsiyet gruplarına ve değişik eğitim durumlarına göre hazırlanmış versiyonlarını göremedik de, hala manuel powerpoint versiyonlar dolaşımda?

İnsanlar, Teknoloji-4, dijital, uzay çağı, sosyal medya gibi seksi kelimelerin arka arkaya cümle içinde kullanılmasından daha fazlasını görmek istiyor. Bu da başka anlatım biçimleri, başka anlatım teknikleri, yeni dijital beceriler (örneğin Kılıçdaroğlu’nun mutfaktan seslenmeleri ya da kurumların önüne yapılan sembolik baskınlar) ve elbette bir dramaturji.

Bu memlekette pek çok ifşaat yapıldı, 1. ve 2. Mit raporu, Uğur Mumcu’nun yazdıkları, Cem Ersever’in hatıratı, Abdülkadir Aygan ve diğer kontrgerilla artıklarının (Ayhan Çarkın vb..) itirafları, Baybaşin gibi mafya babalarının tanıklıkları, Hanefi Avcı’nın istihbaratçı süzgeci ile piyasaya sürdüğü dozlar, 17/25 sürecinde cemaatin piyasaya sürdüğü ifşa pornografisi ve tabii ki, Sedat Peker’i takiben Cevheri Güven’in halen devam eden yayınları. 

Şimdilerde, yukarıda saydığım mafya babalarının ifşalarını ve cemaatin ifşa pornosunun cüzlerini pek hatırlamıyoruz ama Sedat Peker ve Cevheri Güven büyük bir tutkuyla takip edilmeye devam ediliyor. Bunun oldukça basit bir sebebi var, onların neyi söylediklerinden ziyade, nasıl söyledikleri belirleyici oldu/olmaya devam ediyor. Yani sosyal medya imkanlarıyla genişletilen infial dramaturjisi, yani geniş kitlelerde, insanların oradaki gerçeklik potansiyeli ve muhayyel gelecek ile özdeşleşme ihtimaline alan açan dramaturji. Peker’in ‘40 yaş altı kardeşleri, serdengeçtileri, sürgünde çile çekmesi, ölümle sınanması, kız babalığı ve ailesine karşı yapılan yanlışa karşı bir intikam meleği olarak ortaya çıkması’ bildiğimiz Charles Branson’lu, Stevan Segal’li üçüncü sınıf bir Hollywood senaryosunun klişelerle dolu dramaturjisi aslında ama bir yandan da Campbell’in ‘Kahramanın Yolculuğu’ dediği, anlatılanı takibe değer, seyirlik kılan anlatı omurgası.

Şimdi bunları okuduktan sonra, elbette kardeşim dramaturjimiz de kusur kalsaydı diyenler çıkacaktır. Ama öyle değil. Bu işin bir hikâye etme sanatı olduğu aslında bizzat Özgür Özel’in sunduğu Eminimsi ve Ebabillerin çağırdığı tarihsel kesit, kalıba dökülmeye hazırlandıkları muhayyel öznellik ve kullandıkları imajlarda bile gizli… Aslında etki yaratmak için başka türlüsü de mümkün değil, Sartre’ın dediği gibi ‘saf gerçeklik mide bulandırıcıdır’.

***

Özgür Özel elbette önemli bir bilgi birikime sahip, iyi de bir eğitimi var, heyecanına hâkim olabildiği zamanlarda bir Çiçero değil belki ama iyi bir hatip; ortalama sosyal demokratların taşıdığı zaafları taşımıyor olmanın cesareti ve akçeli işlere karışmamış özgüveni ile Meclis'teki müstesna isimlerden birisi, tüm bu hasletlerinden dolayı, saygıdeğer bir insan olduğu şüphesiz.

Marks’ın Proudhonculara ve Ütopistlere yönelttiği en temel eleştiri, siyaset ve sınıflar ile en az ilgili olan şeyin niyetler olduğu gerçeğini göz ardı etmiş olmalarıdır. Buradan ilerlersek, Özgür Özel’i kürsüye çıkaran onun cesareti ve dürüstlüğü ama, elindeki malzemenin bir infiale dönüşmesi yerine elinde patlamasına sebep olan şey de onun mensubu olduğu siyasetin, bizzat kendisine intisab etmiş olan öznelerin elini kolunu bağlayan tarihsel ve güncel pozisyonu.


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.