Özgür çocuklar ve kentlerimiz

Kent içinde çocuğun yeri, kentte güvenliğin, erişilebilirliğin, özgürlüğün, mutluluğun, estetiğin, yavaşlığın ve temizliğin yeridir. Çocuk kentin hafızasıdır.

Google Haberlere Abone ol

Sait Özkal YÜREĞİR*

Yine bir nisan ayı ve yine aklımıza tabii ki çocuklar düştü. Ama kenti gezerken sokaklarında özgürce oyun oynayan, tek başına bakkala giden, ortalarda boş boş gezen çocuğa pek rastlayamamak da işin bir yanı. Geçtiğimiz senelerde (pandemi etkisinden dediğimiz) yüksek binaların penceresinden balkonlarından 23 nisan kutlayan çocukları izledik. Elbette ki çocuk olmak adına pek keyifli bir durum değil balkonda çocuk bayramı kutlamak.

Uzun bir süredir okul duvarlarının site duvarlarının ardında yapılan kutlamalarla geçiyor 23 Nisanlar. Kentli olmak, duvarların içerisinde bayram kutlamaya zorluyor çocukları. Özellikle de son yıllarda kent sakinleri olarak iyice içe kapandık. İnsan olma haklarımız, kentli olma haklarımız modern kentlerin kent olma süreçlerinde ellerimizden alındı ve insanlığa yeni bir mücadele alanı açtı.

Fotoğraf  Juan Pablo Serrano Arenas 

Biz insanlar kentle birlikte yaşam ve bütünleşme alanlarımızı kaybederken, kentlerimiz de son otuz yılda duygusal ve fiziki olarak zarafetini ve estetiğini kaybettiler. Kentin en önemli nesnesi çocuklar ise çok kıymetli özgürlük alanlarından oldular. İçindeki çocuğu kaybeden kentlere modern kentler dedik. Kent içinde çocuğun yeri, kentte güvenliğin, erişilebilirliğin, özgürlüğün, mutluluğun, estetiğin, yavaşlığın ve temizliğin yeridir. Kent içerisinde çocuğun varlığı insanların ruh ve beden sağlığının varlığıdır. Çocuk kentin hafızasıdır, kenti ve kültürünü geleceğe aktaracak olan baş aktördür. Dolayısıyla çocuk tek başına ne kadar kentin aktif bir parçası olabilirse o kent o kadar iyi bir kent olacaktır. Mimar Ali Özler'in dediği gibi; “Bir çocuğun tek başına evinden çıkıp güvenle bakkala gidip kendisine lolipop alıp yine güvenle evine dönebildiği kent iyi bir kenttir.”

1980'li yıllarda şehirlerimizde başlayan büyük değişim, bildiğimiz alışık olduğumuz çocukluğumuzun özgürlük alanı olan şehirlerimizi çocukların elinden alarak kapitalist düzenin nesnelerinin özgürlük alanlarına yani batılı anlamıyla kentlere çevirdi.

 İdeal kenti anlatmaya çalışırken, "Biz çocukken..." diye başlayan, (şimdiki Z kuşağı için yedi kusurlu cümleden birisi olan) bu cümle kalıbına 45 yaşımda bu kadar başvuracağımı hiç düşünmezdim. Elbette ki kolay zamanlar değildi çocukluk yıllarımızın şehirleri. Yaşadığım şehrin her yeri at arabalarıyla doluydu. Çok fazla çöp, çok fazla çamur, çok fazla harabe vardı yaşadığımız şehirde. Ama bakkala, kafeye, okula, gezmeye, babamın iş yerine en popüler caddeye ya da başka herhangi bir yere mutlaka mecburen yürüyerek giderdik. Daha küçücük bir çocukken evden tek başıma çıkar sokakları arşınlar, uzun uzun mahalledeki otobüs tamircilerini izler, Adana'nın yaz sıcağında mahalledeki buz fabrikasından serinlemek için buz aşırmaya çalışır, at arabalarının arkasına takılır, bakkaldan babamın müsaade ettiği şeyi kendi kendime çocuk özgüvenimle alır gururla hesaba yazdırır hayaller kurarak dönerdim eve. O kirli ve renkli sokaklardan tek başıma eve dönerken hiç bitmeyen hayallerle bir gün çöpçü olmayı isterdim, bir gün tamirci, bir gün veteriner başka bir gün astronot olurdum. Sonuçta aynı kentin içinde mimar oldum.

Fotoğraf Gevorg

Mimar Louis Kahn; "Kent bir çocuğun sokaklarında dolaşırken gelecekte ne olacağına karar verdiği yerdir." der.

Ben büyürken bizim özgür şehirlerimiz de modern kentlere dönüştü birer birer. Ülkemizde şehirden dönüşen kentler çocukların özgürlük alanlarını daraltarak, çocuklardan hızlıca uzaklaşarak büyüdüler.

Elbette ki geldiğimiz noktada ülkemizin modern kentlerinden bir çocuk için eskisi kadar hareket ve özgürlük alanı beklemek fazla romantik bir istek gibi görünse de çocuğun özgürlüğünü tehlikeye atan tüm nesnelerden arınmış bir kent istemek de kentlinin temel hakkıdır.  

Konuyu hafıza bağlamında da ele alacak olursak, kent hafızasını yetmiş seksen yıl ileriye taşıyacak olan bir çocuğun zihnini ve anılarını, kent yaşamının sıfır kotundan, özgürlükten, sokaktan, caddeden, komşudan, esnaftan uzaklaştırmak kentin şehir olmaktan öte toplu yaşama kültürünün bile gelecekte fazlasıyla sorgulanacağına işaret etmektedir. İleriki yıllarda, zeminin verdiği özgürlükten kopan nesillerin zihninde kente dair hiçbir şey kalmayacak.

Çocuklar yatay değil dikey yaşam alanlarında gerçek oyunlar kurmaktan çok uzaktalar. Sosyal etkileşimlerin güçlü olduğu ve bireylerarası iletişimin yüz yüze kurulduğu, sosyal dayanışmayı vurgulayan sokak ve oyun, sevgi, paylaşım, dayanışma, sıcaklık, samimiyet, güven, dostluk ve sokak kültürünü çağrıştıran mahalle kavramları ile hiç tanışamamakta, kentsel mekândan giderek daha fazla kopmaktadır. Bu gerçeği çok iyi bilen Mimarlık dünyasında gökdelenlerin ve yüksek binaların içerisindeki temas ve oyun alanlarının tasarım kriterleri tartışılıyor. Çocuklar dikey dünyalarının sanal oyun alanlarında tuşlarla ve parmakları vasıtasıyla sosyalleşmeye çalışıyorlar. Sokakta oynanan oyunların çoğu gelecekte korunması gerekli kültür miras listelerine girmeye hazırlanıyorlar.

Fotoğraf Gevorg

Ancak elbette ki modern dünyada kent yaşamındaki çocuklar üzerine planlama yapmaya uğraşan çalışmalar ve girişimler de var. Batıda, içerisinde çocuklar için kurtarılmış alanlar yaratmaya çalışan kentler var. Kapitalizmin nesneleriyle ve başta otomobille mücadele eden kentsel dönüşüm çalışmaları var. Kısmen yayalaşmayı başarmış, güvenlik kaygılarını azaltmayı başarmış kentler var. Doğuda hala bildiğimiz anlamda, çocuklarından uzaklaşmamış birlikte yaşamayı başarabilen şehirler var. UNICEF'in Çocuk Dostu Şehirler Girişimi var. Girişim 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Hedefi çerçevesinde, çocuklar için şehirlerin ve yerleşim yerlerinin daha güvenli, dayanıklı ve sürdürülebilir kılınması için özel çağrılarda da bulundu. Girişimin içerisinde Türkiye'den şehirler var. Cities4Children hareketi var. Çocuk Dostu Kentler konferansları yapılıyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi var, onlarca yüzlerce bilimsel çalışma var, çok çaba var güzel örnekler var lakin tüm bu çalışmalara rağmen kentlerin hızla sürüklendiği yer hedeflenen sonuçlardan oldukça uzakta.

Kentlerin içerisinde daha fazla yayalaştırılmış caddeler, sokaklar, ulaşılabilir okullar, ulaşılırken bile öğreten sokaklara ihtiyaç var.

Otomobil üzerine kurulmuş, otoparklar için boş bırakılmış alanlar, birbirinden uzaklaştırılmış binalar, rampalaştırılmış bahçeler, hızlandırılmış yollar, araçlar için kolaylaştırılmış kavşaklar, otomobil ve otoparklar için hazırlanmış imar planları; geleceğimiz için, çocuklarımız için açık bir tehdit haline gelmiş durumda.

Kent yöneticileri, kentleri şekillendiren yönetmelikler ve planlamacılar, bırakın çocuğu ve insanı, otopark sorunu kentlerin tek sorunuymuş gibi davranıyor. Otopark ve otomobil sorunun çözümüne kentleri, kentlerdeki özgür çocukları feda ediyorlar. En nihayetinde kentlerin geleceği açısından da çözüme kavuşan elle tutulur pek bir şey de olmuyor.

-Daha fazla otopark, daha fazla otomobile dönüşüyor, daha fazla otomobil daha fazla yola daha fazla yol daha fazla hıza daha fazla hız daha fazla otomobile ve daha fazla yola-... kısır döngüsüne bizi hapsetmiş durumda otomobil öncelikli kapitalist planlama modelleri. Zemin düzleminde yaşayacak yeri kalmayan insanlar da zeminden kaçarak gökyüzüne doğru büyüyen beton borulara hapsolmaya devam etmektedirler.

Problemin görünen yüzü otomobiller olsa da, kötü şehirleşmenin getirdiği içe kapanma, nüfus yapılarının değişkenliği, komşuluk ve mahalle kültürünün ortadan kalkması, siteleşme ve içe kapanma, kentsel dönüşüm sonucu mahallelerin değişen nüfus yapıları, kaybolan kültürleri, göç, entegrasyon, gelir adaletsizliği gibi onlarca sorun da çocuğun güvenliğini dolayısıyla da kent içi özgürlüğünü tehdit eden temel unsurlar.

Günü kurtarma temelli kararlar, aynı temeldeki planlama çalışmaları, imar tadilatları, yönetmelikler ve yasaların insanlık açısından sürdürülebilirliği maalesef yok. Çocukluğumuzun şehirlerinden dönüşmüş kentler çocukların ve insanın özgürlük alanları açısından umut vaadetmiyor.

Kentteki çocuk sorgusu, güzel kent kurgusunu anlama yolunda son derece önemli bir yöntem olacaktır. Bahsettiğim şey çocuk oyun alanları yapmak ya da çocuk atölyeleri düzenlemek değil. (Elbette hepsi çok kıymetli).

Kentle birlikte yaşayan çocuk demek; gelecekte kentlerin etkileşimle, yüz yüze iletişimle, sokaktan gelen sosyal dayanışma ve paylaşım kültürüyle, oyunla, güvenle ve güvenlikle varolabildiği, sosyal sınıfların, kökenlerin, göçmenlerin, inançların dışlanmadığı, kentin her zaman sahiplenildiği duygusal ve fiziki olarak güzel kentler demektir.

Kentlerimizde yaşayan her gelir düzeyinden her sosyal kesimden çocuk için planlanmamış zamanlar, ayrılmamış alanlar ve her çocuğun kendi kararı ve kendi belirlediği sınırları ile büyüklerinin elini tutmadan kentle ve diğer çocuklarla temas edebileceği özgür kentler hayal etmeliyiz. Çocuklarla yaşayan kentler ancak; tüm ötekilerden, çocuktan ve insandan yana ideoloji sahibi politikacılar, mimarlar ve planlamacılar tarafından çözülebilir. İnsan için, çocuklarımız için nasıl kentler istediğimizi birazımız içinde yaşadığımız için hala biliyoruz. Hepsi hala bizim hafızamızda ve elimizde. Gelecekte iyi bir kente ulaşmak istiyorsak bakış açımızı, kent ve kentteki insan tanımımızı çocuk üzerinden yeniden kurgulamak zorundayız. 

*Mimar   [email protected]

Okuma listesi: 

Erman, O. (2014). Doç.Dr.Çukurova Üniversitesi, Mimarlık Bölümü Öğr.Gör. Güney Mimarlık Dergisi, S:16, Kent Yaşamına Çocuk, 10-13.

ÖZERK, G. B. (2014). Doç.Dr.Balıkesir Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü. Güney Mimarlık Dergisi, S:16, 21.Yüzyıl Kentinde Çocuk Olmak, 14-16.