Olmaz ya, olur da Erdoğan kazanırsa!

Soru şu; Erdoğan’a kaybettirmek için önümüzdeki 100 gün boyunca bu insanlar ne yapacaklar? Ve eski düzene yeni bir “ambalaj” giydirilmemesi için, önümüzdeki 100 gün boyunca bu insanlar ne yapacaklar?

Google Haberlere Abone ol

Bu kez “karamsar” bir tablo çizelim. Ve varsayalım Recep Tayyip Erdoğan kazandı. Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hayatında ne tür değişikler yaşanır? Öncelik/sonralık sıralaması olmadan ve tamamı ilk 6-7 ayda gerçekleşecek gelişmeleri rahatlıkla tahmin edebiliriz!

Kemal Kılıçdaroğlu siyasi hayatına son verir. Ve ardında çok da “başarılı” olamayan CHP Genel Başkanları albümünde yerini alır. CHP’de, başkanlık için delege pazarları (dengeler) üzerinden yarış başlar. Sürükleyen değil, sürüklenen “lider” bulunur.[1] Üstelik bu “iyi olasılık”. CHP içinden yeni partilerin çıkması da mümkün. Muharrem İnce’nin, Sarıgül’ün yeşillenmesi de cabası. İmamoğlu’ndan yeni bir Deniz Baykal oluşturma projelerine bile girişilebilir.

Meral Akşener’in siyasi kariyeri (büyük ihtimalle) sonlanır. Başbakan olma hayali gerçekleşmemiş hatta hiç gerçekleşemeyecektir artık.[2] Ve uzun zamandır pusuda bekleyen “erkek kurtlar”, kendilerine yanlış yol gösteren “asena”dan kurtulmak için harekete geçer.[3] Nemalanmak isteyen kadroların MHP’ye geçişleri de çok olası elbette.

Ahmet Davutoğlu da kariyerini sonlandıranlar kervanına katılacaktır. Erdoğan’a tekrar biat etmediği sürece ne CB yardımcılığı ne de bakanlık koltuğu göremez. Ömrünü “hocalık” sıfatına vakfederek tamamlar artık.

Ali Babacan biraz daha şanslı. Ne de olsa diğerlerine göre daha “genç”. Sotaya yatıp “gelişmeleri” bekleyecek kadar zamanı mevcut. Siyaset, zamanı beklemek ve zamana oynamaktır ya, aynı zamanda.

82’lik Temel Karamollaoğlu da köşesine çekilir herhalde.

DP ne mi olur? Onun ne olduğunu bilen var mı acaba ki ne olacağı bilinsin? (Adını bilen?)

İmamoğlu ne mi olur? Güven tazelemiş Erdoğan, hem intikamını hem de İstanbul’un rantını almak için iki yıl daha (yerel seçimleri) beklemez, herhalde. Derhal bir kayyum atanır ki o kayyumun da Binali Yıldırım olması hiç şaşırtıcı olmaz.

Kürt Hareketi’nin başına gelecekleri ise tahmin etmek hiç zor değil! “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için yıllardır cezaevine koyarak intikam almaya çalışan bu zihniyet, portföyünü mutlaka genişletecektir. Kürt sorunun “çözüm”ü için SİHA’lardan başka bir alternatifi kalmamış bir AKP iktidarının, Irak’ta, Suriye’de ve Kürt illerinde daha neleri yapabileceğini görmek de zor değil; yaptıkları, yapacaklarının garantisi!

Sol örgütler (ve elbette yöneticileri), bu yenilgiden kendilerine “az da olsa” bir sorumluluk çıkarır mı acaba?

***

Erdoğan, son dönemi olacağına (2028’de neler olur bilinmez ama…) ve bir daha seçilme kaygısı taşımayacağına göre, fıtratının hiçbir özelliğini gizlemeye çalışmayacaktır. Ve bundan toplumun tamamı, bütün katmanlarına kadar “payına düşeni” alacaktır.

İşçiler, emekçiler? Öyle yüzde 50’lik asgari ücret zammı falan beklemesin artık. İş güvenliğinin, işçi sağlığının adı bile unutulur. Grev falan maazallah. Sendikalara bile kayyum atamaya kalkar bu “fıtrat”.

Emekliler, güvencesizler?

LGBTİ+’lar?

Kentler, dereler, ormanlar?

Kediler ve köpekler?

Ayran içmeyip rakı içenler?

Tarihi miraslar, hani sadece Osmanlı olmayan, hani sadece Müslümanlıktan kalmayan?

Ya çocuklar, çocuklarımız? Tarikat yurtlarında, İmam Hatiplerde?

Ya gençler, lisedekiler? Parası olanların sığındığı özel okullar “fıtrat”tan nasibini almaz mı?

Ve üniversitedekiler? Geleceğimizi “emanet” ettiğimiz gençler?

Ve kadınlar?

Bir de sol var elbette, hem sosyalist hem de sol olan. En son Gezi’de “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye slogan atanlar ve neredeyse her şeyleriyle “tekrar”dan ibaret olanlar. Örgütünü koruyanlar hatta örgütünü nicel olarak büyütenler, Erdoğan kazandığında da aynı pozisyonlarını koruyacağını sanıyorlar büyük ihtimalle. Baskının artacağı kehanetinde bulunmak ve bundan dolayı solun gerileyeceğini iddia etmek değil kastım. Özellikle “Gezi”den sonra her geçen gün zayıflayan sol, AKP iktidarının baskısından daha çok politik üretkensizliğinden dolayı zayıfladı. Ve son on yıldaki özelliklerine bakınca olası bir yeni AKP iktidarına “yanıt vermesi” neredeyse imkansız. Ve Erdoğan kazandığında toplumun yarısının üzerine çökecek umutsuzluk, karamsarlık, yılgınlık atmosferinde.

***

Yeterince korkutucu mu? Değil mi? Pekiyi!

5’li çetenin, cüppelilerin, savaş tacirlerinin, hanedan devamcılarının v.s. dizginlerinden tamamen boşalacağını da tahmin etmek zor olmasa gerek.[4]

Aslında “tahmin etmek”, az da olsa bir yanılgı payı içeriyor, o yüzden doğru ifade değil. Çünkü 20 yıllık Erdoğan iktidarının “olası” bir son beş yılını nasıl geçireceğini “tahmin etmek” gereksiz. Hem yandaşı hem de muhalefeti ne olacağını gayet iyi biliyor!

Şimdi asıl soru şu: Muhalefet, (başına ne geleceğini) biliyor bilmesine de bu sonucu engellemek için elindeki tüm olanakları değerlendiriyor ve kullanıyor mu? Özellikle “sol muhalefet”ten söz ediyoruz, elbette.

Tamam biliyoruz, düzen içi muhalefet her şeyini sandığa bağlamış durumda. Siyasi iktidar ne yaparsa yapsın, 6’lı Masa bileşenleri sandığı işaret etmekten başka bir yol, yöntem, eylem, çözüm, alternatif önermeyecek ve göstermeyecek. Çünkü kişisel maddi çıkarları/yaşamları ne olursa olsun riske atılamaz ve ideolojik ufukları bu düzenin ötesini göremeyecek kadar kör!

KAZANMAK VE KAZANILANI KORUMAK İÇİN

Sadece yaşam tarzını değil, yaşamını risk altında gören, hatta risk altında bile değil yok olacağını bilen yüzbinlerce (hatta milyonlarca) insan, geleceğini ehveni şer bir adayın “kabulüne” ve bu “kabül”ün pazarlıklarına bağlamış durumda. Saray’dan, Saray’ın güdümündeki AKP kadrolarından, Saray’la işbirliği içindeki ve her gün insanların aklıyla alay eden MHP’den ve tüm bunların dincilik, milliyetçilik kisvesi altındaki icraatlarından yılmış, usanmış milyonlarca işçiye, çiftçiye, emekliye, kadına, gence hiçbir şey yapmayın, sadece ve sadece “bizi bekleyin” deniyor! “Biz görüşeceğiz, pazarlık yapacağız, aday belirleyeceğiz ve sizler de sorumluluğunu bilen yurttaşlar olarak sandığa gidip oy atacaksınız”. Ve ne yazık ki bunu söyleyen sadece 6’lı Masa'nın “siyaset yapıcıları” değil. Sol adına, sosyalizm adına, ezilen halklar adına siyaset yapanlar da benzer bir tavır içinde. Kaybedecek bunca şeyi olan insanlara, “neyi yapmaları, neyi savunmaları, neyi yaymalarını” söylemek bir yana bu insanları “garip” bir atıllığa, pasifliğe sevk ediyorlar.[5] Kitleye “sorumluluk yüklemekten” sorumluluk almaya geçmek lazım! Somut iki soru şudur; Erdoğan’a kaybettirmek için önümüzdeki 100 gün boyunca (gün be gün) bu insanlar ne yapacaklar? Ve eski düzene yeni bir “ambalaj” giydirilmemesi için, önümüzdeki 100 gün boyunca (gün be gün) bu insanlar ne yapacaklar?

Ve bugüne kadar yapılanlar gösterdi ki ister doğrudan isterse dolaylı bir “irade devri” gerçek bir dönüşüme yol açmadı.

Bu toplumun ilerici dinamiklerinin hiç de küçümsenmeyecek bir potansiyele sahip olduğunu biliyoruz, bunu Gezi’de gösterdi, kanıtladı. Sadece Gezi’de de değil, 2017 referandumunda, en son İstanbul seçimlerinde (sandık eksenli de olsa) seçmen olmayı aşan hareketler yarattı. Ortak hedefe kilitlenmiş enterkonnekte bir sistem kurabileceğini, dayanışmanın tüm gereklerine, yaratıcı bir zenginliğe sahip olduğunu gösterdi. Bugün bu seçimin en az o momentler kadar önemli olduğu düşünüldüğünde tüm bu birikimi hep birlikte, herkesin yine dayanışma ve ortak bir hedefle ama açabildiği kanaldan örgütlenmesi mümkün ve gerekli.

Güçlü ve kazanmaya yakın bir düzen içi muhalefetin varlığı, bağımsız halk inisiyatiflerinin oluşturulmasını elbette zorlaştıran bir etken. Ancak bilinmeli ve görülmeli ki o muhalefetin bile kazanmasının yolu; halkın katılabileceği, özneleşebileceği ve sahiplenebileceği bir mücadele sürecinden geçiyor. Hem kazanmak hem de kazanılanı sahiplenmek için.[6]

Saray’ın iktidarına gerçek anlamda son verilmesi, sadece siyasal değişimin değil toplumsal değişimin de sağlanması için bu dinamiklerin harekete geçmesi, harekete geçirilmesi gerek.

NOTLAR: 

[1] Altan Öymen, Cevdet Selvi gibi..

[2] Kendi deyimiyle, “parlamenter sisteme geçiş için” bu son şans.

[3] Koray Aydın, Sinan Oğan gibi..

[4] En basitinden; birileri, çocuklarının taksi bulamadığı için scotere bindiği ve alkollü bir şoförün rüşvet vererek çevirmeden kurtulduğu bir aracın altında öldüğü acısını yaşayacak.

En basitinden; birileri, patronun sorumluluktan kurtulmak için üç kuruş maaş verdiği mühendisinin imzasıyla çıktığı güvencesiz vincin devrilmesi ile ölen işçinin geride kalan çocuğunun acısını görecek.

En basitinden; birileri, din kisvesi ve onayı altında sakladığı sapkınlığının, yıllarca bir çocuğun üzerinde sürdürdüğü/yaşattığı travmanın nasıl bir şey olduğunu twitterden hissedecek.

En basitinden; birileri, ….

[5] Daha açık bir ifade ile neredeyse hiçbir parti ve örgüt, kendi üyeleri dışındakilere (hatta kendi üyelerine de) herhangi bir ortak çalışma kanalı sunmamakta, açmamakta. Üstelik buna en fazla ihtiyaç duyan Emek ve Özgürlük İttifakı da dahil.

[6] Trump’ın ve Bolsonaro’nun iktidarı bırakmamak için neleri göze aldıklarını gördük. Bizdekinin, eksiği değil fazlası var!