YAZARLAR

Öğretmenler odasında bekleniyorsunuz!

İlker Çatak psikolojik bir gerilim hatta bir thriller görünümü altında çok daha evrensel ve güncel toplumsal ‘sancılara’ parmak basan ancak bunu yaparken de etkileyici ve sağlam bir sinema dilinden taviz vermeyen bir film sunuyor. ‘Öğretmenler Odası’nın Oscar adayı olmasından daha hakkaniyetli bir şey olamaz!

Bir filmin senaryosu ağırlıkla bir okul ve burada yaşananlar üzerine yoğunlaşmışsa söz konusu okulun bir ilkokul, ortaokul veya lise olması belli ölçülerde olay örgüsünü etkilese de hikayenin dokusunu değiştirmez. Eğer film, biraz alternatif bir yol izleyip bir hikayeden ziyade bir ‘tanıklık’ hissiyatı yaratmıyorsa izleyeceğimiz senaryonun akışı ‘üç aşağı beş yukarı’ bellidir: İdealist ve ‘farklı’ bir öğretmen prestijli bir okula gelir, okulun sarsılmaz ve katı kurallarını kendince esnetir ve sınıfındaki öğrencilere adeta bir hayat dersi de vererek önlerinde yeni kapılar açar.

‘Ölü Ozanlar Derneği'nden, ‘Mona Lisa Gülüşü’ne kadar giden bu liste çok başarılı örnekler kadar oldukça vasat filmler de sunmuştu. Bu tür filmlerin başarı derecelerinin istikrarsız olması bizce önemli olsa da sadece yönetmen ve oyunculuk başarılarına hatta senaryoya bile tamamen bağlanamaz. Filmin benzerlerinden farklı olmasında hikayedeki öğretmen karakterinin hangi dersi üstlenmiş olduğu, bu derste kendince hangi noktalara kadar gittiği ve öğrencilerinin buna vereceği tepkiler gibi birçok parametre devreye girer. Bu bağlamda olay örgüsü, anlatılan (veya uyarlanan) hikayeden, karakterlerin verecekleri tepki ve verilmeye çalışılan eğitimin önüne çıkarılan engeller karakterlerin kendisinden daha önemli hale dönüşebilir. Bir de tabii en az öğretmen karakteri kadar önemli olan öğrenci karakterlerin yani başka bir deyişle filmdeki ‘bilgi alıcı’ kitlenin yaş durumu da senaryoda hayati bir değer taşır.

Filmle ilgili değerlendirmelerimize geçmeden önce bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan ‘Öğretmenler Odası’ filminin yönetmeni İlker Çatak’dan da biraz bahsetmemiz gerekir: İlker Çatak oldukça genç bir yaşta (1984 doğumlu), Türkiye’de geniş seyirci kitlesi tarafından çok tanınmasa da ilk tez filmi ‘Sadakat’ten itibaren birçok uluslararası sinema ödülleri kazanmış ve kendisine şimdiden sağlam bir kariyer inşa etmiş bir yönetmen. Ülkemizde de özellikle ‘İstanbul Bahçesi’ ve ‘Söz Senettir’ filmleriyle hafızalarda yer eden Çatak, Berlin doğumlu ve bizce kendisi biraz Fatih Akın gibi yabancı bir ülkede yaşamanın pozitif olduğu kadar negatif yanlarını tartmayı iyi bilen ve Almanya-Türkiye arasındaki ‘kültürel köprü'yü büyük bir hassasiyetle gözlemlemeyi başarmış bir isim…

Almanya’nın bu seneki Oscar ödüllerindeki aday filmi ‘Öğretmenler Odası’ hiç bu ‘sulara’ girmiyor. Hikayede baskıcı ve çok sıkı kuralların uygulandığı prestijli bir okul gibi bir mekan, aynı kalıptan çıkmış gibi duran hocalar ve alışageldik sistemi sarsmaya çalışan bir öğretmen gibi karakterlerden kendini uzak tutan yönetmen daha çok olayın özüne iniyor ve öğrenci yaş aralığını 10-11 yaş ile sınırlandırarak kişiselden ziyade sosyolojik bir analizi hedefliyor. Senaryoda tabii ki tekil olaylar var, hatta öğretmenin yaşadığı olay oldukça şahsi boyutta duruyor ve öğrenciler kendilerini istedikleri gibi ifade edebilecekleri ve isyankar bir yaş aralığında olmadıkları halde ciddi tepkiler verebiliyorlar. Aslında bizce yönetmen bu ‘sınıfı’ adeta içinde yaşamakta olduğumuz toplumun bir ‘aynası’ olarak kullanıyor. Filmdeki kişisel endişelerin birer toplumsal paranoyaya dönüşme emareleri, bir grup çocuğun memnuniyetsiz ve soğuk tutumunun bir toplumsal ‘linç kültürüne’ ve birbirinden farklı hassas noktaları olan öğretmenlerin toplumdaki değişik ‘politik’ ve ahlaki duruşlara göndermeleri kuşkusuz bir tesadüf değil!

Konuya bakacak olursak: Nowak, Almanya’daki bir ilkokulda görev yapan genç ve sevecen bir öğretmendir. Sınıfındaki öğrencilerle iletişimi gayet iyi olan Nowak’ın sakin hayatı öğretmenler odasına bıraktığı ceketinden para çalınması (bunu odaya yerleştirdiği bir gizli kamera sayesinde görür) ve muhtemel şüphelinin bir meslektaşı olmasıyla bozulur. Kesin bir sonuca bağlanmayan bu olay hem öğretmenler ve öğrenciler arasında bir huzursuzluk yaratacak hem de Nowak’ın ruh sağlığını etkileyecektir.

FARHADİ ESİNTİLERİ…

Yönetmen İlker Çatak, senaryosuna da (Johannes Duncker ile birlikte) imza attığı filminde, olayların ‘fitilini ateşleyecek’ ve başlarda sorunsuz işleyen bir sistemin ‘çarklarını’ bozacak bir hırsızlık olayı gösteriyor. İlk bakışta basit bir ‘para aşırma’ gibi gözükürken giderek filmin nerdeyse bütün karakterlerini etkileyen bu olay aklımıza ister istemez Farhadi filmlerini getiriyor. Bilindiği üzere İranlı yönetmen senaryolarının kalbine hırsızlık, saldırı, çocuk kaçırma gibi suçları koyup senaryolarını bunun üzerine kurar. Ancak Farhadi’nin özelliği bu suçların takibinin hukuki süreçlerine değil daha çok olaydan mustarip olan insan topluluğunda her bireyin kendisini ahlaki, vicdani ve adalet gibi konularda sorgulamalarına eğilmesidir.

‘Öğretmenler Odası’ ise böyle bir olayın ‘yankılarını’ aile ve yakın arkadaş grubundan çıkarıp çok daha büyük ve geniş bir topluluğa yayıyor. Farhadi’deki içsel hesaplaşmalar belki daha derin ama bu filmde etkiler daha somut ve sosyolojik oluyor.

Başta öğrenciler arasında ön yargılı suçlamalar ve ithamlara her zaman belli bir soğukkanlılık, sakinlik ve ihtiyatla yaklaşan Carla Nowak karakteri benzer bir olayın merkezinde bu sefer kendini bulunca aynı tutumu takınmaya çalışıyor ama filmde altı çizilen en önemli değer ‘çatlayınca’ olaylar kontrol edilemez bir noktaya geliyor: Güven…

BASİT BİR ‘KİM YAPTI?’ DEĞİL!

Yönetmen İlker Çatak olayların başlangıcını bu ‘ceket cebinden aşırmaya’ iliştirse de bir süre sonra bu olayı kimin yaptığı ilgimizi pek çekmemeye başlıyor. Dediğimiz gibi bir baş şüpheli var, bütün ipuçları onu gösteriyor ancak sanki yönetmen gibi biz de olayın kendisinden ziyade karakterlerin bu olaya dair tepkilerine dikkatimizi veriyoruz. ‘Kim yaptı?’ sorusundan ‘Yaptı da ne oldu?’ sorusuna dönüşen senaryo bütün kıvrımlarını bu doğrultuda gösteriyor. Önce Carla ve bir meslektaşı arasında başlayan ‘güven kaybı’ daha doğrusu ‘paranoya’ giderek genişleyip adeta beslendikçe büyüyen bir yaratık (‘Blob’ filminin bir metaforu) gibi sırasıyla öğrencileri, velileri, öğretmeleri ve en sonunda da okulun bütününü ele geçiriyor.

Artık olayın aslı astarını ve failin kim olduğuna dair şüphe duygusunu çok ‘arkasında bırakmış’ olan senaryo, asıl gerilim unsurunu öğrenci grubunda arıyor ve buluyor! Filmde velilerin bir sekansta, diğer öğretmenlerin ise özellikle hikâyenin ikinci yarısında boy gösterdiklerini hesaba katarsak başkarakterle temel denge noktasını oluşturan çocuk yaştaki öğrenciler, başlarda huzurlu, düzenli ve sınıf öğretmenlerini seven bir grup oluştururken olaydan sonra giderek daha isyankar, tepki gösteren hatta belli ölçülerde yaşlarından beklenmedik derecede bağımsız davranan bir topluluk haline dönüşüyor. İçlerinde Türk öğrenciler de var ve birçok öğrencinin onlara bakışı farklılık göstermeye başlıyor. Hırsızlıkla suçlanan öğretmenin de oğlu sınıfa dahil ve bir grup öğrenci ona destek çıkarken bir diğer grup ona karşı cephe alıyor hatta hor görmeye başlıyor. Öğrencilerin ısrarıyla okul gazetesine röportaj vermeyi kabul eden Nowak, kendisine yaşanan olayla ilgili ‘iğneleyici’ sorular gelince sanki büyük bir yolsuzluğu gizlemeye çalışan bir siyasetçi gibi biraz panik içerisinde, geçiştirici cevaplar veriyor.

TOPLUMUN AYNASI SINIF!

Başta da değindiğimiz gibi yönetmen bu öğrenci sınıfını ve bireylerini içinde yaşadığımız toplum ve değerlerine dikkat çekmek için adeta bir ‘ayna’ gibi kullanıyor: Grupların iç dinamikleri, sosyal sınıf ilişkileri, ırkçılık, cahillik ve ümitsizlik gibi birçok tema, içinde yaşadığımız toplumu daha yakından incelememizi, sorgulamamızı sağlıyor.

Sonuçta yönetmen İlker Çatak psikolojik bir gerilim hatta bir thriller görünümü altında çok daha evrensel ve güncel toplumsal ‘sancılara’ parmak basan ancak bunu yaparken de etkileyici ve sağlam bir sinema dilinden taviz vermeyen bir film sunuyor. ‘Öğretmenler Odası’nın Oscar adayı olmasından daha hakkaniyetli bir şey olamaz!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .